AGB ölçümlerinde iki konu çok önemli.. Birincisi temel ölçüm değişkenleri.
Türkiye’de ailedeki birey sayısı, sosyo-ekonomik statü (SES), ölçmek çok sorunlu.
A’yı B’den, B’yi C’den, C’yi D’den ayırmak için hangi değişkenler kullanılacak?
SSK’dan emekli ama kebapçı açmış bir kişi emekli mi sayılacak, serbest meslek erbabı mı?
Verilmesi gereken kararlar çok. Burası Türkiye, plazma TV ile klimanın kimde olduğunu bir Allah biliyor!
Haydi SES’i ölçtük diyelim. İstanbul’un yüzde kaçı B grubu? Haydi o da aynı anketten çıksın yüzde 15’i. İstanbul’a 700 cihaz takılacaksa 105 cihaz B grubuna takılacak demek ki.
Peki bu 105 cihazın yüzde kaçı 1-2 kişilik ailelere takılacak? Diyelim yüzde 20’si. O da ankette var. Yani 21 ev, hem B grubu hem de 1-2 kişilik olacak.
Aynı hesabı 3-4-5 kişilik ve üstü aileler için de yapmak mümkün. A’lar, C’ler, D’ler için de.
Buraya kadar temel değişkenler tamam. İkinci sorun kontrol değişkenlerinde. İstanbul’un yüzde kaçı 5-11 yaş grubunda?
Diyelim yüzde 12’si. Kontrol etmek lazım. Yüzde kaçı kadın? Yüzde 51’i. Kontrol etmek lazım. Evlerin yüzde kaçında tek televizyon var? Yüzde 60. İki televizyonlu evler? Yüzde 25. Kontrol etmek lazım.
İstanbul’daki evlerin yüzde 98’inden TRT1, Kanal D, ATV, STAR, Show çıkıyor. Kontrol etmek lazım.
TRT 2, TGRT, Kanal 7, STV, Flash yüzde 85’inden çıkıyor. Kontrol etmek lazım.
İstanbul’daki evlerin yüzde 60’ı televizyonu normal antenle izliyor. Kontrol etmek lazım. Yüzde 20’si çanak antenle. Yüzde 10’u kablolu TV, yüzde 10’u Digitürk.
Hepsini kontrol etmek lazım. Neden? Çünkü bu değişkenlerin hepsi bir insanın hangi televizyon programını izleyeceği konusunda belirleyici. AGB araştırmasında da bu değişkenlerin hepsi kontrol ediliyor.
Pekiii. Türklük, Kürtlük ya da Alevilik, Sünnilik? Ya da az dindarlık, çok dindarlık hangi kanalın, hangi programın izleneceğini belirleyebilir mi?
İşin özü. ‘Televizyon ölçümleri ne kadar demokratik?’ diye bir tartışma açmak gerekmez mi?
Gerekir.
Demokrasiye giden yol televizyon demokrasisinden geçiyor olmasın!
Not: Tüm yüzdeler varsayımdır.
Film yerleştirme..
Jodie Foster’ın oynadığı Uçuş Planı, Airbus’ın yeni süperjumbojet’i A380’in içinde geçiyor. Airbus piyasaya vermeyi iki üç ay ertelemeseydi, A380 şu sıralar satışta olacaktı. Uçuş Planı’nda kamera senaryo gereği A380 içinde dolaşmadık yer bırakmıyor. Uçağın her ayrıntısı dünyanın dört bir yanındaki alıcılara tanıtılıyor. Neredeyse tüm senaryo A380’i tanıtmak için yazılmış.. Uçuş Planı’nda iş ürün yerleştirmeyi geçmiş resmen film yerleştirme halini almış. Bakalım RTÜK, Uçuş Planı televizyona düşünce ne yapacak? ‘Ürün yerleştirme var’ diye GORA’ya uyguladığı gibi bu filme de ceza uygulayacak mı?
Benim kararım mı ne? Benim kararım.. RTÜK’ün hangi ‘ürün yerleştirme’ makul hangisi değil, ayrı bir yönetmelikle netlik kazandırması..
Türklerin itibarbarlığı..
İsviçre maçından sonra çıkan olaylarda baş suçlu arıyoruz. İstifalar istiyoruz. İki şeyi birbirinden ayırmadan. Bir yanda İsviçrelilere saha dışında yapılan saldırılar var. Diğer yanda maç bitiminde yapılan saldırılar. İkisinin nedenleri farklı..
En çirkini, Türkiye’ye ceza getirecek olan maç sonrası tekmeler. Bu saldırıların hazırlayıcısı, çok sevsem de bunu söylemek zorundayım, Fatih Terim..
Fatih Terim dünya şampiyonasına gidip destan yazmak istiyordu. Hem kendisi hem bizim için Türkiye için bir destan.. Ersun Yanal’ın düşürdüğü takımı yerden kaldırıp, Dünya Kupası finallerine götürme destanı..
Fatih Terim bu yolda ilk maçın bitiminden itibaren takımını verdiği demeçlerle ateşledi, oyuncularını güdüledi. İzleyicileri gerdi. Hatta kendini bile gerdi. İsviçrelilerin, hakemlerin kendilerini baskı altında hissetmelerini sağladı. Türkiye bu baskıyla zor gol yiyen bir takıma dört gol attı. Ama elenmekten kurtulamadı.
Maçın son düdüğü çaldığında, Terim’in yapacağı bir şey yoktu. 180 km hızla giden futbolcular ve teknik heyet ani fren karşısında duramadı. İsviçreli futbolcuların üzerine çıktı.
Türkiye kazansaydı, Fatih Terim kahraman olacaktı. Kaybetti, takımını 180 km hızla ateşlemesinin bedelini ödedi. Risk alan sonucuna katlanır. Riski alan da Fatih Terim’di. Gerisi laf salatası.
Türklerin itibarı mı? Tabii ki.. Fatih Terim daha fazlasını da ödemeli. İtibarımıza bir ‘bar’ daha kattığı için.. Eskiden Türklerin barbarlığından söz edilirdi. Şimdi itibarbarlığından söz ediliyor.