İŞ Bankası'nın bütün kredi kartlarını ‘‘maksimum kart’’ yaptığını duyurduğu reklam kampanyasının basın reklamını, televizyon reklamından önce gördüm.
Sayfanın ortasında kocaman beyaz bir yastık duruyordu. Üstünde de ‘‘Bir gecede hepsi maximum’’ oldu yazıyordu. Müthiş fikir diye düşündüm. Tüketicinin zihninin iyi çözümlendiğini, cebindeki sıradan kartlarla çelişki yaşayan banka müşterilerine ‘‘artık mışıl mışıl’’ uyuyabilirsiniz dendiğini düşünmüştüm. TV reklamını izleyince yıkım yıkım yıkıldım. Her nedense artık reklamlarımızda çok kullanılan bir yatak sahnesinde, İş Bankası yöneticilerinden birisinin karısı uyanıp ‘‘yahu sizin şu kartlarınız niye maksimum özelliklere sahip değil’’ diyor, banka yöneticisi de ‘‘hakkaten ha’’, deyip Axcess kart reklamlarındaki tüm özellikleri sayıyor. Düşünebiliyor musunuz, İş Bankası gibi Türkiye'de adı ‘‘banka’’ kavramı ile özdeşleşmiş bir bankanın bütün kartlarını ‘‘maksimum kart’’ yapma kararı sıradan bir gece yarısı, sıradan bir yatakta, sıradan bir 'soru' üzerine veriliyor. Kusura bakmayın ama yapılan doğru değil. Niye daha önce ‘‘maksimum kart’’ çıkartıldı, o kadar para harcandı gibi sorgulamalara hiç gitmiyorum. Sorguladığım şu, HSBC gibi bir yabancı bankanın dağdan gelip bangır bangır ‘‘HSBC eşittir banka’’ diye reklam yaparken, bağdaki İş Bankası'nın böyle ‘‘sıradan’’ reklamlar yapması doğru mu? Türkiye'de banka İş Bankası'dır, eğer bu konuma daha yaratıcı iletişimle sahip çıkmaz ise, rekabetçi avantajını yitirir. İş Bankası'nın tüm iletişim stratejisini (ve iletişimcilerini) topyekün gözden geçirmesinde yarar vardır
(* * *)
Hüüüüüüpürdetelim beyler!
DÜNYANIN yaşayan en saygın ve ses getiren düşünürlerinden ‘‘Chomsky’’yi ‘‘Hüüüp’’ diye yargılayarak, ‘‘Uzan davasını’’ Türkiye sınırları içinde çözmeyip sağır sultanın duymasına ‘‘hüüüüp’’ diye izin vererek, ne amaçla olursa olsun Karen Fogg'un özel yazışmalarını ‘‘Hüüüp’’ diye sızdırarak yabancı kamuoyunda varolan olumsuz Türkiye imajımızı pekiştirdiğimiz için yarışmacı arkadaşlarımızı kutlar, başarılarının devamını dilerim. Şimdi Turizm Bakanlığı gönül rahatlığıyla, dış tanıtıma ayrılan 116.7 trilyonu harcayabilir. Tarkan'a yabancı TV'lerde ‘‘hüüüüp’’ şarkısını söyletip, Türkiye'nin ülke imajını ‘‘Hüüüp’’ diye değiştirir ve Türkiye'ye ‘‘Hüüüp’’ diye turist yağar. Yani Hüüüp, anladınız mı?
Fast-food tarzı evlilik!
AKBANK'ın ‘‘dostluk’’ temalı reklamlarının doğru ve güzel reklamlar olduğunu yazmıştım. Akbank bir devlet bankası gibi ‘‘hantal, soğuk ve uzak’’ algılanmaya başlandığının farkında ve ‘‘esnek, sıcak ve yakın’’ algılanma hedefine yönelik reklamlar yapıyor. Ben ‘‘Ayrı dünyalar’’ temalı yeni reklamı da yine aynı amaca hizmet eden bir reklam olarak görüyorum. Geniş açıdan baktığımızda aslında ‘‘Ayrı dünyalar’’ reklamı da bir ‘‘herkese, her keseye’’ reklamı, ama yaklaşım, ton, öykü ve müzik onu farklı kılıyor. Oyuncuların yapaylığı, öykünün ‘‘Türk filmlerini’’ andıracak düzeyde bir rastlantıya dayalı olması, istenen etkinin oluşumuna zarar vermiyor. Türkiye son iki haftadır ‘‘boşanmak bu kadar kolay olmalı mı’’yı tartışıp bu sıcak duygular yaratan reklamı birbirine anlatıyor, hatta öğrendiğime göre bankayı, ajansı arayıp ‘‘ne olur biraraya getirin onları, birbirlerine çok yakışıyorlar’’ diye ricada bulunanlara bile rastlanıyor. Bence Akbank bu reklamla da ana hedefine ulaşıyor. Gelelim ‘‘Boşanmak bu kadar kolay mı olmalı?’’ sorgulamasına.. Hatta reklamın evlilikle-boşanma arasında süreyi bir fast food restoranda geçirilen süreye indirgeme eğilimine.. Niye şaşırıyoruz ki? Bu eğilim 25 yaş altında bir gerçek. Bu eğilim, 25 yaş altının aşka ve sevgiye daha az önem verdiğini de göstermiyor. Hatta onlara ‘‘sevgi arsızı’’ bile diyebiliriz... Onların farkı daha bencil oluşları ve bu özellikleri, özgürce seçim yapsalar bile, bağlılığı bir ‘‘fetiş’’ haline getirmemelerine yol açıyor. ‘‘Hiçbir koşul ölene dek yarı ölü yaşamaktan daha iyi kötü olamaz’’ şeklinde düşünüyorlar. İster kabul edin, ister etmeyin, ama gerçek bu. Akbank reklamı da bu gerçeği sevimli bir şekilde sunup daha da pekiştiriyor, yaygınlaşmasına ön ayak oluyor. Bu nedenle de daha ‘‘özgeci’’ yani ‘‘bencil olmayan’’ özellikler taşıyan 30-35 yaş üstü kadınlar tarafından eleştiriliyor (* * * *).
Deadly&Friendly!
TRENDY& Friendly reklamının neredeyse başrol oyuncusu sevimli beyaz kedi, çekimler sırasında kendisine yapılan işkence yetmiyormuş gibi, çekimler bittikten sonra da biryerlerde unutulup, bakımsızlıktan öldürülmüş! Hiç kimse kediye sahip çıkmak ‘‘prodüksiyonun’’ görevidir deyip sorumluluktan kurtulamaz. Eğer bu konuda bir yasa olsaydı, hukuki açıdan kimin sorumlu tutulacağını görürdük! Ancak yasa olmaması hem markanın, hem reklam ajansının hem de yapım şirketinin ‘‘etik’’ açıdan sorumsuz olduğunu göstermez. Her gece gözümüze sokulan reklamı, kedinin öldürülüş biçimini anımsaya anımsaya izlemek çok acı. Ben, sorumlular en azından bir özür dileyene kadar bu reklamın ismini ‘‘Deadly&Friendly’’ olarak değiştiriyorum.
Reklamcılara kadın başkan
REKLAMCILAR Derneği 31 Ocak 2002'de genel kurul yaptı ve yeni yönetim kurulunu seçti. Yönetim Kurulu da görev paylaşımını şöyle yaptı: Nesteren Davutoğlu, Başkan, (Lowe), Meral Akyel, Asbaşkan (Leo Burnett), Yakup Barouh, Genel Sekreter (İlancılık), Yavuz Özçelik, Sayman (Pars/Mccann-Erickson), Özgür Sağlam, Üye (Art Grup), Haluk Sicimoğlu, Üye (Alice BBDO), Aytül Gülçelik, Üye, (Ogilvy&Mather). Böylelikle dernekte, kurulduğu yıl olan 1984'ten bu yana ilk kez bir kadın reklamcı başkanlığa getirilmiş oldu.
Nesteren Davutoğlu 1982 yılına kadar TRT'de, prodüktör olarak çalışıp, daha sonra reklamcılık sektörüne geçenlerden.. Ona, pekala, reklam sektörünün üçüncü kuşağını temsil ediyor diyebiliriz. Nesteren'le birlikte, belki de reklamcılık sektörü Türkiye'de bir tartışmayı başlamadan bitiren ilk sektör olacaktır. Hani Avrupa'da Amerika'da kadınlar ayakta ya.. Bize hemcinslerimize göre daha az para ödeniyor, bizi yükseltmiyorlar diye bas bas bağırıyorlar ya.. Reklamcılar Deneği'nin başkanı kadın, asbaşkanı kadın, yönetim kurulunun da % 43'ü kadın.. Gelecek dönem yönetime bir kadın daha girdi mi zafer kadınların demektir... Diyebilirsiniz ki, ‘‘İletişim sektöründe kadın çalışan fazla bu doğal bir sonuç!’’.. Ben de o zaman size derim ki ‘‘Türkiye'nin % 50'si kadın da, Meclisimizin bu erkek halleri neden?’’ Demek ki reklam sektörünün kadınlar ya da erkekleri ‘‘bi değişik’’ temsili demokrasiye izin veriyorlar. Belki de siyaset bilimciler reklam sektörünü inceleseler bizi erkek toplumu olmaktan kurtaracak ipuçlarına ulaşırlar. Ne dersiniz?