Uzun süredir medya araştırmacıları televizyon mu ölçecek, gazete mi, yoksa radyo mu, ya da internet mi tartışmasını yaparlar.
Bu tartışma kapalı kapılar ardında Türkiye’de sürdürülen bir tartışmadır. Bu hafta ünlü İngiliz ekonomi dergisi The Ekonomist’te yer alan bir araştırma sonucu, yapılan tartışmalara nokta koydu.
Çünkü ABD’de televizyon izleyenlerin % 9’u aynı zamanda radyo dinliyor.
% 38’i gazete okuyor,
% 17’si internette dolaşıyor,
% 54’ü de telefonla konuşuyor.
Buna karşılık gazete okuyanların % 43’ü aynı zamanda televizyon izliyor,
Tüketici ortama uymak için biraz dikkatini dağıtıyor o kadar.. Kendi kurduğu çoklu bir medya tüketim ortamında da geçinip gidiyor..
Türkiye’de mi? Sonuç çok farklı değildir.
Yine de araştırmakta fayda var..
Ortama uyuyoruz
Televizyon Radyo Gazete İnternette Telefonla
izleyen dinleyen okuyan dolanan konuşan
Televizyon izlerken * 9 38 17 54
Radyo dinlerken 13 * 21 16 30
Gazete okurken 43 21 * 2 14
İnternette dolanırken 20 17 2 * 19
Telefonla konuşurken 57 25 14 18 *
(*) Forrester Research, Kuzey Amerika 2004.
Adaylara yeni taktikler
‘Size Anne diyebilir miyim’de sevgilisinin ayaklarını yıkayan Aysel, tavan yaparak herkesin favorisi Öznur’u eleyip 1’inci oldu. Söylentiler çeşitli.. Kadınlar ‘köleliklerini onaylayıp’ Aysel’e oy vermiş de olabilirlermiş.. Erkekler Aysel’i onaylayıp kadınlara ‘İşte aradığımız kadın bu’ mesajı vermiş de.. Anlayacağınız nereden bakarsanız kadınlar için sonuç değişmiyor. Köleliğe devam yani.. Hatta ‘Size Anne Diyebilir miyim’ yarışmacılarına kölelik pekiştiren üç yeni taktik önersem tam yeri:
1) Adamın ayağı yeterince yıkanınca sıra annesinin ayaklarına da gelebilir. Hatta sürekli bir ayak bakım operasyonuna da girilebilir.
2) Sabah tıraşına ne dersiniz? Şöyle sinek kaydı..
3) Ve tam bir saat vücut masajı.. Beyefendiler güne enerji dolu başlamalılar.. Başka önerisi olan var mı?
Kutlarım..
Gencay Gürün, Çehov’un ünlü klasiği Vişne Bahçesi’ni sahneye koymak için uzun süredir başrol oyuncusu arıyormuş. Birçok oyuncu çok para talep ettiği için de bir türlü başrol oyuncusu bulamıyormuş. Sonunda Hülya Avşar düşük ücrete rağmen Lubov Andreyevna rolünü kabul etmiş. Hafızam beni yanıltmıyorsa, daha önce bu rolü Devlet Tiyatroları’nda Hepşen Akar, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda da Arsen Gürsap gibi iki büyük sanatçı oynamıştı. Çok da ses getirmişlerdi. Bu nedenle Hülya Avşar’ın işi zor. Ama yine de Avşar’ın cesaretini kutlamak istiyorum. Hülya Avşar’ın en sevdiğim özelliği de bu zaten. Çok cesur, risk almaktan korkmuyor. Cesaretinin onu nerelere getirdiği de ortada.. Cesur olan kazanır.
Garipsedim..
Anımsarsanız Davut Güloğlu ve Nez, bir gün öylesine laflarken konu mahalledeki bakkala gelmiş ve oradan çocukluk aşkı olduklarını, birbirleri için yaratıldıklarını anlamışlardı. Öğrendiğime göre Güloğlu ve Nez aşkı kısa bir süre önce bitmiş. Çok garipsedim. Bunlar daha yeni, birbirleri için ölüp bitmiyorlar mıydı? Ne oldu peki? Bence şöyle bir şey olmuştur. Yine mahalleden konuşurlarken konu bu kez mahallenin kasabına gelmiştir ve birden ayrı dünyaların insanı olduklarını anlamışlardır. Başka ne olabilir?
Baydı..
Bizim mankenlerin mankenliği bırakma ve başlama öyküleri evlere şenlik.. En son Didem Taslan’ın öyküsü yine beni baydı.. Taslan sevgili bulmuş, mankenliğe üç yıl ara vermiş, sevgilisinden ayrılır ayrılmaz da podyumlara geri dönmüş.. Bu öykü gerçekten kabak tadı vermedi mi?
Sevgili bul, mankenliği bırak, evinin kadını ol ya da yurt dışına eğitimini tamamlamaya git, sonra sevgilinle ayrıl, marş marş yeniden podyumlara.. Tabii biraz deformasyona uğramış olarak..Yeni öyküler bulmak lazım yeni.
Şunun şurasında AB’ye girmemize ne kaldı. Böyle ‘klişe’ mankenlik öyküleriyle kimsenin bizi ele güne rezil etmeye hakkı yok!