Temel, AB'ye girmemizi istemiyor!

EĞER Türkiye'de referandum yapılsa AB'ye katılalım diyenlerin oranı kaç çıkar merak ediyor musunuz? Bu konuda yapılmış en kapsamlı çalışmanın sonuçları elimde.

AGB Anadolu A.Ş ve ünlü İngiliz araştırma şirketi BMRB'nin birlikte gerçekleştirdikleri Target Group Indeks araştırmasında 'Türkiye AB'ye Girmeli mi?' sorusuna yer verilmiş. 15 yaş üstü Türkiye temsili 10 bin 528 kişiyle görüşülerek yapılan araştırmanın alanını bir ekip olarak denetlediğimiz için sonuçlar konusunda şüphem yok. Analiz de İngiltere'de BMRB araştırmacıları tarafından yapıldı. Bu konudan da son derece eminim.

Sonuçlar şöyledir: Kesinlikle katılıyorum ya da katılıyorum diyenlerin oranı % 55,4. Çoğunluk AB'ye girmekten yana yani. Kararsızların oranı % 17,9. Bunlar kafası karışıklar. Katılmıyorum ya da kesinlikle katılmıyorum diyenler ise % 15.7. Bunlar AB'yi reddedenler. Cevap vermeyenler ise % 11. Bunlar ise büyük bir olasılıkla AB'yi alfabenin ilk iki harfi sananlar. Bu sonuçlar kadınlara, erkeklere, yaşlılara, gençlere göre değişmiyor. Yaşam standardına göreyse değişiyor. Üst gruplarda 'Katılalım' diyenler % 64,5'e çıkıyor, alt gruplarda ise % 49,9'a kadar düşüyor.

Bölgeler açısından bakıldığında ise, Karadeniz bölgesinde yaşayanların Türkiye genelinden farklı düşündüklerini söyleyebiliriz. Karadeniz'de 'AB'ye girme' düşüncesine Katılıyorum/Kesinlikle katılıyorum diyenlerin oranı %41,6' ya düşmektedir. Yani AB'ye girme konusunda kafası karışık, AB'yi reddeden ve AB'yi alfabenin ilk iki harfi sanan Karadenizli sayısı % 58'4'tür ve bu oran 'AB ye girelim' diyenlerin oranından fazladır.

Sonuç da şudur: Bir yerde deniz olması o yerin gelişmeden, ilerlemeden yana olduğunu göstermeyebilir. (Ya da Temel fıkralarını Avrupa duysun istenmiyor.)


Hülya Avşar'ın hayatına talibim!


HÜLYA Avşar hayatını yazacak yazar arıyormuş. 'Kadın ruhundan en iyi anlayan yazar' olduğu için de Ahmet Altan düşünülüyormuş. Hülya Avşar son dönemin en iyi yönetilen markalarından biri bence. Aslında buna teknik olarak 'ün yönetimi' demek daha doğru olur ama hadi biz daha anlaşılır olsun diye 'marka yönetimi' diyelim. Tv programı, dergisi, sineması, tiyatrosu, tenis turnuvası, yarışması, reklamı ve haber yönetimiyle, Hülya Avşar için bir markanın yaratılması ve sürdürülmesi için elden gelen her şey yapılıyor. Bu nedenle Ahmet Altan onu kesmez. Ona daha çok 'marka ruhundan', hatta biraz daha ileri gidersek 'kapitalist ruhundan' anlayan bir yazar lazım. Eğer istenirse ben bu işe talip olabilirim. Ortaya da cinlop gibi bir Hülya Avşar efsanesi çıkar, tüm dünya iletişim okullarında 'örnek olay' olarak okunur, Türkiye'nin tanıtımına da bir katkımız olur.

Not: Aman profesördür, bütün profesörlerin intikamını alır diye düşünülmesin. Böyle, Hülya Avşar markasına zarar verecek tartışmalara girmemek lazım. Günün sonunda güzelliğin geçici, profesörlüğün kalıcı olduğunu da unutmayalım!


Bir cüce kaldı!

Hülya Avşar'a Molfix reklamlarında Pamuk Prenses rolü oynatıldı, Kraliçe rolü oynatıldı, bir ne kaldı? Bildiniz, cüce rolü kaldı. Molfix'in işi iş. Yedi tane cüce olduğuna göre bu uygulama daha çok su kaldırır. Hatta Avşar'ı bir de Prens yaptılar mı, üf, herhalde satışlar tavana vurur! Tahmin ediyorum, Hülya Avşar aynı firmanın kadın bağı reklamlarında da oynadığı için, çocuk bezi reklamlarında böyle masalsı bir görünüme büründürülerek, diğer reklamlardaki görüntüsünden farklı bir çizgi yakalanmaya çalışılıyor. Ama böyle yapılırken Hülya Avşar'ı Hülya Avşar yapan temel özelliklerden de uzaklaşılıyor. Hülya Avşar'ın sattığı güzellik ve akıl. Yapılan iş ise onu çirkinleştirmek ve 'kek' durumuna düşürmek. Ve ortaya abuk sabuk çeldiriciler koyup asıl söylenmesi gerekeni perdelemek. Bence artık Hülya Avşar stratejisi, doğru kullanılmadığı için Molfix'e bir fayda getirmiyor. Hülya Avşar kullanılmadan farklı stratejiler de denense en azından marka daha 'Havalı' olur! (* *).


Pınar ilk kez saldırıyor

PINAR 'uzun ömürlü plastik şişe süt' lansman kampanyasında plastik şişedeki sütünün 'pınar olmayanlara göre' farkını anlatıyor, bunu yaparken saldırıyor, hedef de doğrudan Ülker İçim Süt. Pınar'a kalsa hayatta plastik şişede süt üretmezdi. Ama işi Ülker İçim süt bozdu. Ülker, süt piyasasına bir girdi pir girdi. Son üç yılda, dağıtım gücü ve hafif yanık tadıyla özellikle Orta Anadolu'dan başlayarak uzun ömürlü süt piyasasının tozunu attı. Pınar, uzun süre plastik şişe'nin marka vizyonuna uygun olmaması nedeniyle direndi ama baktı, pazar elden gidiyor, plastik şişe süt işine soyundu.

Kampanyanın ana ayağını oluşturan televizyon reklamında, klasikleşmiş Pınar Süt'le büyüyen çocuk görüntüleri kullanılarak 'Pınar plastik şişe süt'ün renk, tat ve kokusunun farklı olduğu, besin değerinin ve vitaminlerinin süt işleme sırasında korunduğu vurgulanıyor. Kanıt ise 10 milyar dolara varolan yeni teknoloji. Gazete ayağında bu kanıta bir de 'Tübitak' teknolojisi ekleniyor. Saldırganlık bunun neresinde diyorsunuz değil mi? Diğer sütlere gönderme yaparak, onların renk, tat ve kokularının iyi olmadığını, uyguladıkları teknolojinin eski olduğunu ve işledikleri sütün besin değerini ve vitamin değerini kaybettirdiğini vurgulamak saldırganlık değil midir? Saldırganlıktır. Bunun teknik adı şudur: Ofansif reklam. Yapılan iş doğru mudur? Doğrudur. Eğer iletişimi sürekli kılarsa en azından Pınar bu lansmanıyla yenilgiyi zafere çevirme potansiyeli elde etmiştir. İletişimin pazarı nasıl yönlendireceğini ise hep birlikte göreceğiz. (* * * *).


Davul da, tüketici de, tokmak da!

2.500 Tofaşlıya, Harem grubu eşliğinde davul çaldırılmış. Bunun nedeni 'davulun da tokmağın da kendilerinde olduğunu' hissettirmek. Kurum içi halkla ilişkiler açısından bakınca projeye diyecek yok. Oldukça yaratıcı bir fikir. Kurum mensuplarına yeni yönetim anlayışını anlatma, ortama bağlı bir coşku yaratmak açısından da mutlaka oldukça etkisi olmuştur. Ancak böyle kurum içinde kalması gereken gizli (!) bir toplantıyı, kamuoyuna açma kararı verince iki kere düşünmek gerekiyor. Çünkü 2.500 şirket çalışanının davul çalan görüntüsüne basının ilgi duyacağını bilmek için halkla ilişkilerci olmak gerekmez. Ama haberin, tüketicileri 'Eğer davul da onlarda tokmak da onlarda ise bizim elimizdeki ne?' diye düşündürme olasılığı olduğunu bilmek için, biraz halkla ilişkilerci analizi gerekiyor. Tofaş'ı bugün 'yeni bir markalaşma ve yönetim vizyonuna' zorlayan çalışanları değil, tüketicinin ta kendisidir. Çünkü, otomobil sektöründe diğer sektörlerde görülmediği şekliyle davul da tokmak da tüketicinin elindedir. Bu nedenle de bu etkinlikte davul ve tokmağı başkasında gören tüketicinin gerçeği düşünerek içinden sinsi sinsi gülmesi çok doğaldır.


Çekirgelik


Tüketici moron değil; karınızdır.

David Ogilvy
Yazarın Tüm Yazıları