Syriana’daki anlatım sorunu

Syriana’yı iki yönetmen ismi, iki tür, iki çekim açısı öğrenince kendini uzman sanan sinema yazarlarına bakıp "yılın en iyi filmi" falan sanırsanız yanılırsınız. Syriana’da ciddi bir anlatım sorunu var. Hele de İngilizce bilmiyorsanız alt yazıları okuyacağım derken öykünün birçok kısmını kaçırmanız mümkün.

Yönetmen Stephan Gaghan, dört ayrı öyküyü bir arada kurgulayıp farklı olacağım derken ipin ucunu biraz kaçırmış, ana öyküyü İran Körfezi’ne kurban etmiş. Ama filmin mesajı, "Amerika Suriye, İran, Irak üçgenindeki petrol ve doğalgaza dayalı pis işler yapıyor" olunca, ister istemez izlenme zorluğu konusunda gözler kör, kulaklar sağır hale gelmiş.

Filmin mesajına itirazım yok, ama gerçek şu: Ne eğlenceli ne de konusu orijinal. Nitekim filmin orijinal olmadığı birkaç haftadır köşe yazarlarının, "Amerika’nın Ortadoğu projelerini anlamak isteyen, Syriana’ya baksın" demelerinden belli. Yıllardır onların yazdıklarından başka bir şey söylemiyor. Filmi daha önce yazdıklarının "hoş" bir kanıtı olarak gösteriyorlar, hepsi bu.

Bir şeyler olacak diye bekliyorsunuz. Çıka çıka ortaya bir suikast, bir de canlı bomba öyküsü çıkıyor.

Bob, CIA ajanı. İran Körfezi’nde bir ülkede, Prens Nasır Amerika aleyhine işler çevirmeye çalışıyor. Üstelik de babasının yerine kral olma şansı büyük. Bob, Nasır’a suikast düzenleyip ABD’yi kurtaracak.

Bu arada İran Körfezi’nde büyük yoksulluk, sefalet, iş arayan insanlar var. İşsizlerden biri de dini propaganda yoluyla canlı bombaya dönüşüyor. Yani film bir bakıma, "ABD’ye yapılan 9/11 saldırısının nedeni yine Amerika’dır" mesajını veriyor. Ama kaba bir İslami terör destekçiliği yapmadan... Dört ayrı paralel öyküyü izleyip benim çıkardığım sonuç bu.

Siz filmde olanı biteni anlayıp, farklı bir sonuç çıkarırsanız, ben buradayım. İki çiziktirin sizin anladıklarınıza da yer vereyim.

Dünya, Ortadoğu, Türkiye siyasetine meraklıysanız Syrina’yı kaçırmayın. Tabii ki "Bütün kötülüklerin anası ABD" diyorsanız da. Son olarak kendinizi "entel" bir sinema izleyicisi konumunda görüyorsanız, Syriana tam sizin filminiz. Diğerleri gitmesin, uyuyanlar bile olabilir.

George Clooney niye ajan Bob rolüyle Oscar’ı almış, onu çok anlamak mümkün değil. Jürinin bu sene George Clooney’si gelmiş galiba. Bakmışlar en iyi yönetmen seçemiyorlar, elde ne varsa onunla yetinmişler!

Bizim evde 12 kişiliklisi var

Parçasını birkaç kez izlediğim Beyza’nın Kadınları’na merak içinde gittim. Bazı diyalogları komik bulup gülsem de, bazı sahneleri saçma bulup söylensem de, filmin sonuna kadar gerildim, merak içinde izledim. Sürpriz finalden de etkilendim. İzlediğim kopyadaki bir takım renk ve ses farklılıkları gibi teknik aksaklıkları bir yana bırakacak olursam, senaryo oldukça iyi kotarılmış, film de iyi çekilmiş. Mustafa Altıoklar’ın eline sağlık.

Demet Evgar normal Beyza, çocuk Ayla, fahişe Dilara ve dini bütün Rabia rollerinin hepsinin altından başarıyla kalkmış. Hatta şu rolü şu haliyle biraz sağını solunu düzeltip Amerika’da oynasın, Oscar’a aday olabileceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Clooney, sıradan bir işkence sahnesinde yaptıklarıyla Oscar’ı aldıktan sonra.

Gerçi filmde oyunculukların hepsi düzgün. Mine Çayıroğlu fahişe rolünde çok az görünüyor ama bu kısa rolüyle bile belleklerde iz bırakıyor. Tamer Karadağlı da çok başarılı, ama ona biçilen "Ağzı bozuk, basit düşünen, kaba saba komiser" rolünün diğer karakterler arasında biraz sırıttığını söyleyebilirim. Karadağlı’nın bu filmde çizdiği karakter üzerine dizi yazılsa tutar. Ama çift kişilik gibi karmaşık bir konuda Tamer Karadağlı’nın çizdiği komiser tipi biraz kapsama alanı dışında kalmış.

Filmin konusu "çoklu kişilik" olduğu için benzer filmlerden etkilendiğini söyleyenler var. Saçma! Hastalıkla ilgili belirtilerde benzerlik olması çok normal değil mi? En azından filmin içinde bir tane çok kişilikli karakter lazım. İsterseniz benzerlik olmasın diye onu da çıkaralım, hiç benzerlik olmasın! Eğer film epilepsi üzerine olsaydı, nöbet geçiren kişinin halleri diğer epilepsi nöbeti geçirenlere benzemeyecek miydi? Kafadaki Türk filmi şemalarıyla düşünüp eleştirinin dozunu kaçırmamakta fayda var.

Üstelik her evde çok kişilik sendromu yaşayan bir sürü kadın varken... Bizim evde var örneğin. Tam 12 kişilikli. Kişilikleri Beyza’nınkinden daha kısa sürede değişebiliyor. Tek farkı hepsinin adının Çisil olması.

Erol Evgin gönüllere taht kuruyor

Cumartesi gecesi Plaza Hotel’in Sky Bar’ına, Erol Evgin’in kısa sürede dillere destan olan şovunu izlemeye gittik. Dikkat edin Erol Evgin’i dinlemeye demiyorum. "Şovunu izlemeye" diyorum. Çünkü Erol Evgin, iki buçuk saat boyunca sadece şarkı söylemiyor. İki buçuk saat çok keyifli bir şov yapıyor. Birbirinden güzel şarkılarını seslendiriyor, anılarını anlatıyor, taklit yapıyor ve gönüllere taht kuruyor. Beyefendi tavrından taviz vermeden, kalite çıtasını hep bildik yerde tutarak çok güzel bir gece geçirtiyor. İki buçuk saat sonunda, içinizde popüler kirlilik nedeniyle körelmiş bazı duyguları geri getiriyor. Hatta diyebilirim ki, Erol Evgin şov da yapmıyor, bir bakıma nostalji terapisi yoluyla ruh arındırıyor.

Sağolasın Erol Evgin. Gerçekten ama gerçekten uzun süredir böyle keyifli bir gece geçirmemiş, bu kadar motive olmamıştım. Plaza Hotel’i yönetenler de teşekkürü hak ediyor. Erol Evgin onların aldığı riskle bir çığır açtı. Bu yol yakında damara dönüşürse hepimiz gelecekte çok sayıda keyifli geceler geçirebiliriz. Nostalji terapisini kaçırmayın.

CUMA İTİRAFI

zoryillar; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 31; İl: Ankara

Günlerdir kah ağlayarak kah gülerek bilgisayar başında çocuğuma baba beğeniyorum. "Mavi gözlü mü olsun, kıvırcık saçlı mı?" diyerek internetteki sperm bankalarını dolaşıyorum. Geçirdiği bir rahatsızlık sonucu eşimin vücudu sperm üretmez olmuş. İki defa ameliyat oldu ama hiç sperm hücresi bulunamadı. Doktor, tek çarenin yurtdışına gidip başkasının spermleriyle aşılama yaptırmak olduğunu söyledi. Çocuğunu doğurmak istediğim insanın çocuğunu doğuramayacağım ama anne olabileceğim. Eşim buna hakkım olduğunu, kendisinin hazır olduğunu söylüyor. Bense öyle karışık duygular içindeyim ki... Evet anne olabileceğim ama ruh sağlığımı koruyabilecek miyim hiç bilmiyorum. Benzer tecrübesi olan arkadaşlar, lütfen yaşadıklarınızı benimle paylaşır mısınız?

Yorum: Bazı itiraflar gerçekten öğretici oluyor. Artık spermleri olmayanların bile çocuğu oluyor diye gev gev ortalarda dolaşıyoruz da, hiç bu olayın psikolojik boyutlarını düşündünüz mü? Siz bu durumda anne ya da baba olsanız ruh sağlığınızı koruyabilir misiniz? Çocuğu içselleştirebilir misiniz? Ya çocuk, onu düşünen yok! O durumu öğrendiğinde spermlerin sahibinin peşine düşerse. Çok karışık işler çoook. Hiç göründüğü gibi değil.


CUMA TAKINTISI

Pazar günü Rumeli Kavağı’nda tandır usulü kalkanıyla ünlü Kahraman’a gittik. Her şey mükemmel. Ortam, hizmet, mezeler, salatalar, tatlılar... Özellikle ayva tatlısı ve baklavası müthiş. Kahraman dünya tatlısı bir insan. Her müşterisiyle iletişimi mükemmel. Amaaa, Kahraman’ın tandır usulü pişmiş kalkanını beğenmedim. Kalkan benim favori balığımdır. Eğer balık yiyeceksem, kalkan varsa ve mevsimiyse başka balık yemem. Diyorum ki, kalkan tavanın yerini hiçbir şey tutamaz. Nitekim Kahraman’a da tava kalkan yaptırdık. Mısır ununda bir kalkan kızarttı. Böyle mi güzel pişer kardeşim. Yeme, iki gün yanında yat. Tandır usulü pişmiş kalkan almayayım, alana engel olmayayım.

CUMA ALINTISI

"Gerçekler çok inatçıdır." (Smollett)
Yazarın Tüm Yazıları