YAZ gelince Türkiye'de altın piyasasını sallayan üç şey var: Normal düğünler, sünnet düğünleri ve Almancılar.
Ağustos gelince bizim evdeki altın piyasası da ciddi bir şekilde hareketlendi. Hareketliliğin nedeni sağanak halinde gelen normal düğün ve sünnet düğünü davetiyeleri. Ecmel'le kafa kafaya verdik bir yandan davetiyeleri sıraya koyuyor bir yandan kime ne altın takacağız, kimi basket topuyla geçiştireceğiz karar vermeye çalışıyoruz.
Bu iş şimdilik bizim için ‘‘AKP gümbür gümbür geliyor mu?’’ sorusuna yanıt aramaktan da ‘‘Seçimde Besim Tibuk'a ne kadar oy çıkar?’’ diye düşünmekten de önemli.
Neden? Çünkü kısa bir süre içinde biz de küçük Himini Görkem'in (9) sünnetini yapmak zorundayız. Hálá ‘‘Acaba bir belediyenin toplu sünnet katliamına katılıp, işi aradan çıkarsak mı?’’ şeklinde düşünüp, zaman kaybetmenin alemi yok, oğlan elden gidiyor biraz daha durursa askerde kendi halledecek!
Anlayacağınız Himini'nin sünneti kapıda ve kime ne hediye götürüleceği daha da stratejik bir önem taşıyor. Biraz düşününce sağlıklı hediye dağıtımı için her gelen davetiyeye yedi temel soru sorulması gerektiğine karar verdik.
Sorular şunlar:
Bize daha önce bir şey getirdi mi?
Bizi etkileyecek bir güce sahip mi?
Hediye götürmesek ayıp olur mu?
Altın takarken farkedilir miyiz?
Altın takarken videoya çekilme şansımız var mı?
Himini'nin sünnetine altın getirme potansiyelleri var mı?
Altın taktığımız bir şekilde anlaşılır mı?
‘‘Ee sonra’’ diyorsunuz değil mi? Sonrası şu: Eğer soruların hepsine ‘‘hayır’’ diyorsak bırakın altın takmayı düğüne bile gitmiyoruz. Eğer bir ‘‘Evet’’ var ise basket topuyla yetiniyoruz. İki ‘‘Evet’’e dandikten bir saat götürüyoruz. Üç ‘‘Evet’’ çeyrek altını, dört-beş ‘‘evet’’ yarım altını, altı-yedi ‘‘Evet’’ ise tam altını hakediyor.
Gördüğünüz gibi, nereye ne götüreceğimizi daha çok düğün sahibinin bize ne kadar gösteriş imkanı sağladığı belirliyor! Eğer düğün yapacaksanız, bizim yöntem işinize yarayabilir.
Yerinizde olsam, yüksek altın verimi elde etmek istiyorsam, müşteri tatminine saygı duyar ve davetiyelere şu notu mutlaka yazarım: Getirdiğimiz hediye nedeniyle düzenlediğimiz teşekkür belgesi herkesin önünde törenle tarafınıza sunulacak; bu belgenin bir kopyası aile arşivimizde sonsuza kadar saklanacaktır. Ben buna kısaca sünnette ilişki pazarlaması diyorum siz CRM ya da Circumcision Relationship Management diyebilirsiniz.
‘Düşene bir de sen vur’ gençliği!
BUGÜN konumuz Yedigün reklamları. Çok ilginç bir kampanya, hem izlediğim filmlerle ilgili karmaşık duygular içindeyim, hem de kampanyanın etkili olduğunu hissediyorum. Yedigün, inatla, gençliğin ‘‘vazgeçilmez tadı’’ olma yolunda ilerliyor.
İlk reklamda, bir aile ortamında ‘‘baba’’ konumunda olan kişi ağzına Yedigün'ü dayıyor; dayayış o dayayış, bir daha bırakmıyor. (Gel de ‘şişeye ağzını dayama, bardağa koy da iç’ diyen eski babaları arama!)
İkinci reklamda 12-13 yaşlarında üç çocuk sinema izliyor. Birinin boğazına mısır kaçıyor boğulmak üzere... Diğeri dikmiş Yedigün'ü ağzına, takılmış tadına, oğlanı umursamıyor. Diğer çocuk ‘‘Oğlum herif ölüyor len versene şunu’’ diyor. Bizimki de ‘‘Bana ne önce yemeyi öğrensin’’ deyip Yedigün'e takılmaya devam ediyor.
Üçüncü filmde ise yanan bir otomobil ve çevresinde Yedigün içen gençler var. Ama gençlerden hiçbiri Yedigün'üne kıyıp da yanan arabayı kurtarmaya çalışmıyor.
Takılmışlar ya tadına, vazgeçemiyorlar ya! Her üç uygulama da ‘‘vazgeçilemeyen tat’’ konseptini mükemmel ve beğenilir hedefe iletiyor. Bu konuda hiçbir kuşkum yok. Filmlerin Meksika yapımı olması tiplemeden kaynaklanan bir yapaylığı beraberinde getirse de ‘‘mizah’’ bu yapaylığın farkedilmesini engelleyen bir rol üstleniyor.
Hadi otomobilin yandığı film abartı içerdiği için etkisinin sınırlı olacağını varsayalım. Bu nedenle ben sinemada geçen filme takmış bulunuyorum. Bu reklam düpedüz ‘‘düşene bir de sen vur’’ fikrini aşılıyor. Burada biraz ‘‘bireyselliğin’’ sınırları zorlanmıyor mu?
Şaka maka, ama bu şaka hedef kitledeki çocukların yaşları gereği ciddiye alabilecekleri bir şaka değil mi?
Liberal sistemin bizi ‘‘daha bireyci’’ bir topluma götürdüğü doğrudur ama bu ‘‘bireycilik’’ işini de ‘‘göz göre göre birbirimizin ölümüne seyirci kalmaya kadar götürmemeliyiz’’ diye düşünüyorum. ‘‘Ben’’ diyelim ama birbirimizin gözünü de oymayalım ha, ne dersiniz? Konu çocuklar, gençler olunca biraz daha ‘‘sorumlu’’ davranmak gerekiyor.
NOT: Pepsi'nin meyveli gazozu farklı ülkelerde farklı markalarla pazarlanıyor. Bu filmler Meksika'da BBDO reklam ajansı tarafından Mirinda için üretilmiş. Yedigün için Türkiye versiyonları çekilmiş. Aynı anda yayınlanan çilekli ve portakallı Yedigün filmleri ise Alice BBDO üretimi. Bu iki film ‘‘takıldın mı vazgeçemezsin’’ sloganını kullansalar da onları aynı konsept altında değerlendirmemiz mümkün değil. (Reklam ajansı: Meksika BBDO, Rating:4 yıldız)
Tayyip'in tercihi neden Efes?
GEÇEN hafta bizim gazetede ‘‘Tayyip'in evindeki buzdolabında birkaç kutu bira görüldü’’ başlıklı haberi okumuşsunuzdur. Hemen Tayyip'in fotoğrafının yanında duran yan yatmış ‘‘Efes kutu’’ fotoğrafını ise görmemenize olanak yok. Ben şimdi bizim arkadaşlara soruyorum: Tayyip'in tam yanına koyduğunuz ‘‘Efes kutusu’’nun birkaç milyon dolarlık sponsorluğa bedel olduğundan haberiniz var mı?
Peki Tayyip'in Efesçi olduğunu nereden anladınız? Haberi yapan Newsweek'ten Owen Matthews'la konuştunuz mu? Biraları gördüğünü söyleyen kameramanı buldunuz mu? Kameraman biraların Efes olduğunu onayladı mı? Bira misafirler için alındıysa misafirler ile konuştunuz mu?
Tüm bunlar olmadıysa Tuborg'un, Venüs'ün, Marmara 34'ün, Albatros'un, Beck's'sin hakkını niye yiyorsunuz?
Tayyip bir ayağı yurt dışında bir lider. Biraları Tax Free'den almış olamaz mı? Aldığı biralar da Budweiser ya da Heineken olamaz mı?
‘‘Birkaç kutu bira görüldüğüne’’ göre birinin Efes, birinin Tuborg, ya da birinin Tuborg diğerinin Venüs olması mümkün değil mi? Eğer mümkünse niye oraya sadece Efes'i koyuyorsunuz da diğer markalara kıyıyorsunuz? Şimdi işleri yoksa diğer markalar Kutan'ın ya da Erbakan'ın buzdolabındaki bira olacağım diye yarışsınlar. Kolay mı bu?
Masum bir uyarı
BANA ayrılan yerde sağa sola ‘‘laf’’ yetiştirmeden, belirli ‘‘seviyeyi’’ koruyarak yazarlık yapmaya kararlıyım. Yorumlarım tabii ki eleştirilecektir. Buna saygı duyarım. Bir şartla... Eleştiriler yazdıklarımla ilgiliyse ve yazılarımdan öte yakışıksız tanımlamaları içermiyorsa. Aslında bu yakışıksız tanımlamalar konusunda bile hoşgörü katsayım yüksektir. İlk yapılanı ‘‘bir anlık heyecanın, üzüntünün, tepkinin ürünüdür’’ der affederim. Ama ikinciyi affetmem mümkün değil! Kim olursa olsun haddini öyle bir bildiririm ki, arızalı çıkmış otomobil gibi, bitirdiği son okula geri çağırırlar, kaç yılda insan içine çıkar ona da garanti veremem. Bu böyle biline!
Sarar ve LCW iyi gidiyor
MARKA ligine bu ay ‘‘Hazır giyim’’ markaları ile devam ediyoruz. PIAR TN-Sofres yine ‘‘Trendpoll’’ araştırmasında bizim için Türkiye temsili 2074 kişiye hatırladıkları ilk üç hazır giyim markasını sordu. Sonuçlara göre 704 kişi hiçbir hazır giyim markası hatırlamadı. 1370 kişi en az bir hazır giyim markası saydı.
‘‘Marka Ligi’’ analizimize göre hazır giyimde lider % 23.6 ile Vakko. Onu % 17.2 hatırlanma oranı ile Beymen izliyor. Daha sonra sırasıyla İGS (% 16.1), Levi's (% 13.2) ve Sarar (% 12.0) geliyor. LCW'nin hatırlanma oranı ise % 11.3. Sarar ve LCW son yıllarda yapmış oldukları planlı iletişim kampanyalarının meyvelerini toplamış görünüyorlar. Hazır giyim denince ‘‘Kot’’ markası olarak bilinen markaların sayılması bana ilginç geldi. Yine bana ilginç gelen sonuçlardan biri de YKM'nin hazır giyim ile ilişkilendirilmesi ve üst sıralarda yer alması...