Soğukkanlı olalım

‘Doğuya gelenler bilir. Hemen her yerleşim yerinin en gözde tepesinde ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ yazısını görmek mümkündür. Düşünüyorum da, Batı’da herhangi bir yerde ‘Ne Mutlu Kürdüm Diyene’ yazılsaydı ne olurdu? Düşünülmesi bile korkunç değil mi?

Ya her sabah ant içerken çocuklarımız ‘Kürdüm, doğruyum, çalışkanım...’ diye ant içmeye başlasalardı... Tuhaf değil mi? Biz her sabah ‘Türküz’ diye yemin ettik belki, ama Kürt olarak mutlu olmaya çalıştık. Kendinizi bizim yerimize koyun, o zaman bizi daha iyi kavrayacaksınız. Ve günün birinde bizi anlayacağınıza yürekten inanıyorum.’ (Van’dan Betül Yalçın, Ruşen Çakır, Türkiye’nin Kürt Sorunu, s. 81, 2004)

Yorum: Başbakan’ın ‘Türkiyelilik üst kimliktir’ açıklamasını okuduğumda nedense aklıma yukarıdaki ifade geldi. Çakır’ın kitabında bir yıl önce bu satırları okurken biraz şok olmuştum. Nasıl olur da bir Kürt kökenli Türk vatandaşı, Türk şemsiyesi altında bulunmaktan bu kadar rahatsız olur? Niye ‘Türk olmak (köken olarak değil, vatandaş olarak) onu mutlu etmez ‘ diye düşünmüştüm. Ve de sorunun temelinde bir takım ‘demokratik hakları elde etme güdüsü’ olmadığına inanmıştım. Son gelişmeler beni doğruluyor. Birileri kesinlikle daha fazlasını istiyor, bu uğurda kardeşi kardeşe kırdırmak için provokasyon yapıyor, strateji uyguluyor. Aman dikkat! Hem de çok dikkat. Soğukkanlı olalım!

Elisa aşık mı, zorunlu mu yoksa mazo mu?

Gilles’in Karısı çok ilginç bir konuya sahip. Fransa... 1930’lar... Elisa iki çocuk sahibi. Bir diğerine de hamile. Kocası Gilles azıyor ve baldızı Victorine’e sarkıyor, aşık oluyor, sonra da onu saplantı haline getiriyor. Siz olsanız bir kadın olarak böyle bir durumda ne yaparsanız?

Elisa mı ne yapıyor? Kocasını geri getirebilmek için resmen kocasına yardımcı oluyor. Onu hasta kabul edip iyileştirmeye çalışıyor. Kardeşini gizlice izleyip, kocasına rapor veriyor. Hem de Gilles ‘Asla ben kardeşinin peşini bırakmam’ dese bile.

Gilles’in Karısı, Madeleine Bourdouxhe’un romanından sinemaya uyarlanmış. Yönetmen Fonteyne de her kareyi neredeyse Renoir tablosu gibi çekmiş. Ortada çok hoş bir görsel şölen var. Elisa rolünde Emmanuelle Devos mimikleriyle adeta oyunculuk dersi veriyor.

Ama eninde sonunda Gilles’in Karısı bir Avrupa sineması örneği! Amerikan filmlerindeki tempoyu beklemeyin. Ama filmi izlerken kafanızda çok soru oluşuyor. Elisa çok mu aşık? Kocasına çok mu bağımlı? Mazo mu? Bu soruların yanıtı filmde yok. Çünkü Elisa’nın film boyunca dertleştiği kimse yok. Bir kadının davranışlarının nedenlerini dertleştiği kimse yoksa anlamak bu kadar zor mu? Niye bir insan onu döven bir adama koşa koşa geri döner?

Sevgili Hıncal Uluç’un kanıtı sorunlu

Mert&Marcus ikilisinin çektiği Pirelli 2006 takvimindeki bazı fotoğrafların ‘porno kıvamında’ olduğunu yazdım. Paris gezisini birlikte yaptığımız sevgili Hıncal Uluç ise takvimde ‘Bırakın pornoyu neredeyse çıplak fotoğraf bile yok!’ demeye getirdi. İddiasına da ‘erkekçe dergisi editörlüğünü’ kanıt olarak gösterdi. Buradan şunu anlıyoruz ki, erkek dergisi editörleri porno fotoğrafla porno olmayan fotoğrafı birbirinden ayırt edebiliyor, biz edemiyoruz. Oysa tam tersi olması gerekmez mi? Çok sayıda çıplak fotoğrafa maruz kalmak ‘pornomsu algılama eşiğini’ yükseltmez mi? Buna da mesleki deformasyon denmez mi?

Zuhal Olcay’ın Başucu Şarkıları... Ruhunuza

Gece yarısına yakındı. Yazı yazmak için masaya oturdum. Televizyon açıktı. Kapadım. Ruhumu biraz dinlendireyim diye Zuhal Olcay’ın yeni albümünü CD çalara yerleştirdim. Başucu Şarkıları 2... İlk defa dinliyorum. Müzik Direktörü Bülent Ortaçgil. Özdemir Erdoğan’dan Pervane, Bora Ayanoğlu’ndan Adım Kadın, Doğan Canku’dan Gecelerim, Ortaçgil’den Beni Kategorize Etme... Zuhal Olcay yumuşak yumuşak söylüyor. Bilgisayarımın tuşlarına daha bir keyifle dokunuyorum. Bir rahatlık, bir rahatlık. Zuhal Olcay’ın sesi, yorumu huzur veriyor. Ruhum dinleniyor. Bir ses son noktayı ‘bitti’ diyerek koyuyor. Sesssizlik. Huzursuz oluyorum. Albümü başa alıyorum. Yeniden huzur, yeniden ruh dinlenmesi. Ruhunuz yorgunsa Zuhal Olcay’ı mutlaka dinleyin. Son albüm ruhlara birebir.

Yayınevine bastığı kitap dokunmuş!

Geçen hafta iki kitap önerecektim. Birini önerdim ikinciye yer kalmadı. İkinci kitap Kışkırtıcı Liderlik.Yazarı John Adair. Adair Batı dünyasının gelişmesinde rol oynayan ünlü liderlerden yola çıkarak liderliği parça parça doğramış, ortaya güzel bir ‘Nasıl lider olunur?’ kitabı çıkmış. ’Bu ünlü liderler kim?’ diyorsunuz değil mi? Herkes var. Büyük İskender’den Lincoln’e, Hitler’den Gandi’ye, Sokrates’ten Thatcher’a... Kimi ararsanız bu kitapta var. Sadece Atatürk yok. Olmaz olmaz. Yazarın kahyası değiliz ya. Kitabı çıkaran ALTEO yayıncılık durumu garipsemiş. Kitabın sonuna yaklaşık olarak şöyle diyen bir anımsatma koymuş:

‘İsterdik ki, Adair Atatürk’ü de değerlendirerek yazdığı kitapta yer versin. Ancak sanırız ki, Atatürk’ün eksiğini bulmak zor, o yüzden yer almamış olabilir.’

Ben de yayınevini garipsedim. Ne gerek var ki böyle bir anımsatmaya. Değerli görmediysen kitabı basmazsın, bastıysan yazarı niye eleştiriyorsun. Hem çevirisini yaptığın bir yazarın eserine kendi kitabında yorum yazma hakkını nereden nasıl buluyorsun? Yayınevi olmanın da bir adabı olmalı değil mi? Nereden bilelim biz şimdi John Adair niye kitapta Atatürk’ü ele almamış! Adam çalışmasını bir şekilde sınırlandırmış olabilir. Okuruz, düşünür taşınır, karar veririz. Yayınevine ne!

CUMA İTİRAFI

itirafçıkadın; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 30; İl: İstanbul

Erkek kardeşim gemiyle yurtdışına gidiyor. Yanına alacaklarının listesini yapmış. En başta prezervatif. Sonra padişah macunu, bal, fındık, ceviz içi, badem, Antep fıstığı, lokum, cezerye! Çalışmaya mı gidiyor yoksa seks kampına mı anlayamadım!

Yorum: Çalışmaya mı gidiyor, yoksa seks kampına mı onu bilemem ama kardeşimizin ‘Türk’ün gücü’ mitinden oldukça etkilendiği açık.


CUMA TAKINTISI

Daha önce Yeşilköy’deki balık lokantası Yüksel’den söz etmiştim. Yine oradan söz edeceğim ama bu kez ayva tatlısından. Kaymaklı ayva tatlısı... Ağızda nasıl dağılıyor, bir bilseniz. Süper bir lezzet. Buradan yola çıkarak diyorum ki, bu hafta sonu ayva tatlısına bir takın.Yüksel’de, başka bir yerde, ya da evde... Karar sizin. Takın da, nerede takarsanız takın. Ama Yüksel’deki süper.

CUMA Lakırdısı

‘Saf su isteyen kaynağına girmelidir.’ (İtalyan atasözü)
Yazarın Tüm Yazıları