Geçen haftalarda dinci gazetelerden birinde Cumhuriyet kurulmadan önce Cumhuriyet’i kuranlardan birinin isim verilmeden şöyle dediği iddia ediliyordu:
"İlk yapacağım icraat, bu millet ve devletin bu hale gelmesinde sorumluluğu taşıyan yobazları, sarıklı softaları sarıklarından yakalayıp ibret-i alem için sokaklarda dizi dizi asmak olacaktır."
Daha sonra da dinde reform çabalarının sonuç vermediği şu sözcüklerle açıklanıyordu:
"1923 ila 1950 arasında tek parti CHP iktidarı döneminde Türk milleti öz vatanında parya muamelesi görmenin acısını yaşadı. Yüce diniimiz İslam’ın yerine yeni bir din kurmak isteyenler, bu emellerine ulaşamadı..."
Gördüğünüz gibi hesap ortada...
İslami devlet kurmak isteyenler her gün, medyalarında sistemli şekilde soğuk propaganda yürütüyor. Cumhuriyet’in temellerini atanlarla hesaplaşıyor, yalanlarla onları yıpratmaya çalışıyor, sistemli şekilde askerine saldırıyor, fotoğraflarla komutanlarını küçültücü durumda resmediyor.
Siz bu yayınları kim okuyor sanıyorsunuz! Ya da kimlere bu yayınlar ücretsiz gönderiliyor?
Sonuna kadar düşünce özgürlüğünü savunurum...
Ama İslami devlet kurmak adına Cumhuriyet’e ağır darbe vuranlara göz göre göre özgürlük vermek düşünce özgürlüğü müdür, bunu yeniden tartışmak gerek...
Nasıl ki karikatür yoluyla bir dine, onun peygamberine hakaret etmek düşünce özgürlüğünün sınırlarını zorluyorsa, sistemli bir şekilde Cumhuriyet’in temel kurumlarını zayıflatıcı yayınlarda bulunmak da özgürlüğün sınırlarını zorluyor.
İslami devlet propagandasına göz yumulduğu sürece daha çok Büyükanıt suçlanır, daha çok Aşkın hapisanelerde sürünür... Nokta.
Maç Sayısı abartıldı
Maç Sayısı’nı izledim. Niye bu kadar yere göğe sığdırılamadığını anlamadım.
İyi çekilmiş bir film, iyi anlatılmış bir öykü, tenis topunun hareketi ile yaşamdaki şans faktörü arasındaki transfer yaratıcı ama nereden bakarsanız bakın içerik klişe işte.
Her gece Türk televizyonlarında bundan daha iyi "aldatma", "hırs", "cinayet" senaryosu var.
Üstelik Allen’ın senaryosu da çok sağlam değil.
Fazla kırılma noktası var. Yönetmen Woddy Allen olunca filmin arızaları görülmüyor galiba.
Bir kere Allen, Yetenekli Bay Ripley’den oldukça etkilenmiş görünüyor.
İkincisi, film insan hayatındaki şans faktörü üzerine kurulmuş olsa bile bu kadar "şans" biraz fazla değil mi?
Nehre düşmeyen yüzüğün sonucu etkilemesi şaka gibi!
Sonra dedektiflerin salaklığı...
Herhangi bir Türk filminde bu kadar salakça işler olsa yönetmeni yerin dibine batırırız...
Yönetmen Woddy Allen olunca her türlü salaklığın "zeka"dan kaynaklandığını düşünüyoruz... Nedense!
Okuduklarımdan, gördüklerimden anladığım kadarıyla Çelik-Sabancı ilişkisi epeydir sürüyor. Ancak Aliye’nin ratinglerinin zarar görmesi endişesiyle ilişki bir türlü ağız tadıyla yaşanamıyormuş, hatta erteleniyormuş.
Neden? Çünkü Aliye de Çocuklar Duymasın gibi bir aile dizisi...
İzleyicilerin "yasak aşka" hoşgörüyle bakmayıp diziye olan ilgilerini kaybedecekleri düşünülüyormuş...
Ratingin gücüne bakar mısınız!
Aşkların dürüstçe yaşanmasını bile engelliyor.
Ferhat’la Şirin yüzyıllar önce dizide oynamış olsalardı, demek ki Ferhat "ratingim düşer" diye dağları delmeyecekti.
Ne biçim ilişkiler bunlar?
Önce aşklarına dürüst değil.
Başkalarına nasıl dürüst olsunlar.
Tırtıl
Her gün farklı bir kadın tarafından vurulmaktansa kocanızı vurmak en kolayıdır (Pete Grahame)