'Ocak'ın 9'u oldu 2004'ü de hallettik!' diye düşünmüyorsunuz herhalde! Durun halletmeyin hemen 2004'ü.
Daha yaşanacak çok şey var. Yıl dediğin, yaşarken öyle göz açıp kapayıncaya kadar geçmiyor. Her günü sindire sindire, her günü dolu dolu yaşamak lazım. Hayat kısa. Hem ben daha size yılbaşı maceralarımı bile anlatmadım ki!
Cuma yazılarımı okuyanlar bilirler, bizim bir tatil grubumuz var. Ömerler, Sinanlar grubu. Anımsarsınız bu yıl bir tekneyi kıyıya yanaştıramamışlardı da, ben bir el atınca durumu kurtarmışlardı. Yılbaşı öncesinde de telefon zinciri çalışmaya ve 'Eee n'apıyoruz?' soruları sorulmaya başladı. İlk fikir Bodrum The Marmara oldu. Geçen sene orada inanılmaz bir dört gün geçirmiştik. Tadı herkesin damağında.
The Marmara'nın tadilat nedeniyle kapalı olduğunu öğrenince hevesimiz kursağımızda kaldı. Rotayı Sheraton Çeşme'ye çevirdik. Daha doğrusu Ömer çevirdi. Genelde bu tür çevirmeler bizim tatil grubunda Ömer tarafından yapılır, biz kaderimize razı oluruz. Zaten Sinan'la ben istesek de rotayı bir yere çeviremeyiz, rotayı çevirmemiz için Sinan'la benim üst üste çıkıp Ömer'e posta koymamız gerekir, bu şimdilik biraz hayal, bu durumda bile 10 santim kısa kalıyoruz, üstelik Sheraton da iyi bir alternatif. Açıldığından bu yana duyarım, gitmeyi de isterim kısmet bu yılbaşınaymış.
Banaz'da Boğaziçi Odun Köfte
Tatilin en sevdiğim yanı ne biliyor musunuz? Direksiyon sallamak ve mola yerlerinin keyfini çıkarmak. Hatta yeni mola yerleri keşfetmek, yerel tatları keşfetmek, yerel mağazaları keşfetmek ve biraz da 'lay lay lom'. Üstelik bütün yıl şoför koltuğundan inmezken. Yılda 60 bin kilometreden fazla yol yapıyorum ve hala tatile giderken şöfor koltuğunda oturmaktan keyif alıyorum. Bunun da Freudyen bir açıklaması olmasın tamam mı?
Bu yolculukta ilk durak Uşak'ın ilçesi Banaz'dı. Banaz'a bir kilometre kala sağda 'Boğaziçi Odun Köfte' diye bir tabela gördük. Banaz'ın içine dalınca da ilk işimiz Boğaziçi tabelasını aramak oldu. Hemen de bulduk. İlçenin göbeğinde otobüs yazıhanelerinin tam arasında bir yerde, salaş bir lokanta. Bir U dönüşü... İçerdeyiz. İşte reklamın gücü. Eğer kimse önermediyse 'Reklam yapıyorsa herhalde kendine güveniyordur' diye düşünüyor insan.
Odun ateşinde pişmiş köfteler sipariş edildi. Ortaya salata, yoğurt ve turşu geldi. Kızarmış ekmeği de unutmamak lazım. Daha sonra makul bir sucuk ızgara. Temizlik beklentilerimin çok üstünde idi. Lezzet konusu biraz tartışmalı. Banazlılar biraz 'tuzlu'dan hoşlanıyorlar galiba. Köfteler bize tuzlu geldi. Lezzetini ben sevdim ama Ecmel çok hoşlanmadı. Köfte bir kere çekilmiş kıymadan yapılınca, yerken ağızda 'löp löp' etkisi yapıyor galiba. Sucuk ise harikaydı.
Emrah Dalkılıç, Boğaziçi'ni 8 yıl önce açmış. Şimdi de İzmir yoluna bir tane açıyormuş. Tuz konusunu yakın takibe alacağını söyledi. Yolunuz düşerse bir bakın bakalım.
Çeşme otobanına kim onay verdi?
İzmir-Çeşme arasındaki, üç şerit geliş üç şerit gidiş, dev otobanı kat edip Shereton'a ulaştık. Bu yoldan her geçişimde 'Acaba hangi asker, hangi bürokrat, hangi karayolları görevlisi yazlığının değerini arttırmak için bu yola onay verdi?' diye düşünmeden edemiyorum.
Genelde böyle 'mesnedi olmayan suçlamalara' prim vermem. Bilecik-Adapazarı arasındaki işlek yolda kamyonlar arasında hálá acılar çekince 'İzmir-Çeşme arasını öncelikli yapan şey nedir?' diye düşünmeden edemiyorum inanın.
Dünyanın en önemli turistik merkezlerini, Çeşme'den daha fazla insanı barındıran, trafik yükü ağır olan turistik kasabalarını dolaştım, bir deniz kasabasını bir metropole bağlayan böyle dev bir otoban görmedim. Eğer gören varsa, ya da İzmir-Çeşme arasını böyle stratejik yapan şeyi bilen varsa insaniyet namına haber versin. Ya da emrin hangi büyük yerden geldiğini bilen varsa tabii ki...
Bazı yıldızlar deniz yıldızı mı?
Sheraton'a indiğimizde şakır şakır yağmur yağıyordu. Zaten dört gün boyunca da Çeşme dolaylarından yağmur eksik olmadı. Hemen giriş yapılıp odalara çıkıldı, sonra hemen otele bir göz atıldı. İlk izlenim gayet iyi. Odalar gayet geniş, mekanlar gayet geniş, jimnastik salonundaki aletler çok çekici, hamam, sauna, buhar banyosu 'hemen gel gir' diyor. Soğuk havuz oldukça soğuk, hemen yanında masa tenisi. Sağlık merkezi, sıcak havuz, masa ve cilt bakımı (güzelleşme yani) imkanları süper. Üst katta bilardo, okey masaları, alt katta bowling, Türk kahvesi ve nargile salonu... Kış tatili için yapacak çok şey var.
Bir de yaz olsa... Kumsal bir harika, dış havuz kocaman, iki de tenis kortu var. Dilek Holding masraftan kaçmamış, elinden geleni yapmış. Böyle resort otelleri görünce bazı otellerin yıldızları deniz yıldızı mı diye düşünmeden edemiyorum. Haksız mıyım? Beş yıldız diye girip kalıyorsun, çıkarken birkaç yıldızı yemek geliyor içinden. Bugün de içime şeytan mı girdi ne, aklıma hep kötü şeyler geliyor!
Almanlar arasında bir yılbaşı gecesi
Oteli 'gezelim, görelim' faslı bitince, 'yılbaşı gavur icadı kutlamayın' diye vaaz veren çağdışı şarlatanların inadına, odalara çıkıp yeni yıl karşılama kostümlerimizi giydik. Sinan, Çeşme'ye 'Karpuz güzeli seçmek için' geldiğimizi sanıp, takım elbise getirmeyince karizma haliyle çizildi tabii ki! Sadece onunki değil bizimki de.
Yılbaşı balosuna katılan yüzden fazla Alman'ın ne kadar şık olduğunu görseydiniz sanırım ne demek istediğimi anlardınız. Yaş kategorisi çok ilginçti yalnız. En genci altmışında... Yanılmış bile olabilirim belki yetmiş. Kendimi on altı yaşında süper karizma (16 YSK) hissetmediysem ne olayım. 'Bu mevsimde yaşlı Alman? Ne alaka?' diyorsunuz değil mi? Ne bileyim, birçok nedeni olabilir. Sıcak termal havuzdan, masajdan geri kalmıyorlardı, nedeni 'sağlık turizmi' olabilir.
Bu yıl Akdeniz'de, Ege'de otellerin yılbaşı programlarında marka sanatçılar yoktu. Bunun nedeni sanatçıların astronomik ücretler talep etmesi, otellerin de bu ücretlerle cazip paket programlar hazırlayamamasıymış. Sheraton'da da marka bir sanatçı yoktu. Yerine Aktif diye bir orkestra vardı. Almanlar dahil herkesi oldukça da iyi eğlendirdi. (Grup Aktif'i bu beşinci izleyişim olduğu için beni eğlendirdiğini söyleyemeyeceğim. Solistleri de imaj yenilemiş ama artık Kazaço mazoço'nun yerine yeni espriler bulsalar iyi olacak!) O altmışlık, yetmişlik Almanları gecenin ilerleyen saatlerinde görmeliydiniz. Nasıl hayat dolular, nasıl hayata dört elle sarılmışlar. İmrendim valla. Biz ise insanları 50 yaşında kırpıp kırpıp sabun yapıyoruz. Neymiş efendim, Türkiye genç nüfusa sahipmiş.
Bakın, sinirlendim, ellerim titremeye başladı. Her neyse, gece yarısı oldu. On, dokuz, sekiz, yedi altı ritüeli ile yeni yıla girdik. Sarılmalar, öpüşmeler. Bu arada önüme gelen birkaç Almanla da 2004 kankardeşi olduk, kabahat bende değil önce sarılan onlardı.
Yılbaşı mönüsü tartışmalı
Yılbaşı mönüsü konusunda rivayetler muhtelif. Ben beğenmedim. Biraz ucuza kaçılmış gibi geldi. Meze tabağı yavandı. Et ağzıma layık değildi. Yemek arası zeytin-peynir Almanlara kıyaktı galiba, biraz abuk kaçtı da. Bardaktaki meyveli dondurma kılıklı tatlıyla, kestaneli parfeyiyse sevdim. Tatil grubundaki bazı arkadaşlar ise mönüye bayıldılar. Sorun bende galiba.
Yılbaşı gecesi balosunda servis mükemmeldi. Gece boyunca garson arkadaşlar kimsenin bir dediğini iki etmediler. Genel olarak Sheraton'da servis çok iyiydi zaten. Çalışanlar biraz daha güleryüzlü olsalar her şey mükemmel olacak. Tek sorun yemeklerde içilen beleş sudaki klor miktarı. Eğer suyun bu kadar klorlu ise küçük suya iki milyon lira fiyat koyulmaz. Spor merkezine de bir tane su pınarı alınır. Haksız mıyım?
İşkembeci krizi
Yılbaşı gecesi bitti. Türk'ün canı böyle bir gece sonrasında ne ister? Bildiniz, işkembe çorbası ister. Otele sorduk çorba yokmuş. Grubun işkembe severleri toplanıp kendimizi bu zevkten mahrum etmeme kararı aldık. Hemen otelin taksilerinden birini çağırdık, 'Çek bakalım en yakın işkembeciye' dedik. Taksici iki adım öteye çekti ama Kırçiçeği isimli işkembeci kapalı. Yılbaşı gecesi saat iki gibi işkembe salonu kapalı! Olacak şey değil. 'Başkasına çek' dedik. Bu kez taksici Elit isimli lokantaya çekti. O da kapalı.
Hafiften sinirlenmeye başladık. İşkembemiz gelmiş ve işkembeciler kapalı. Taksiciye 'Yok mu burada başka işkembeci. Dalyan'a götür, Çeşme'ye götür' yaptık. Taksici yanında oturan (Sinan'la ben üst üste çıkınca bile boyuna yetişemediğimiz) arkadaşımızın ısrarlı soruları karşısında bildiklerini de unuttu, otele döndük. Yeniden bir taksici çağırdık. Yine taksiye doluştuk. Taksici bize bakıyor, biz taksiciye bakıyoruz. Bir süre böyle bakıştık. Ömer dayanamadı ve yine taksiciye 'Açık işkembeci biliyor musun?' diye sordu. Taksici heybetli soru karşısında küçüldü, küçüldü ve ağzından 'Emin değilim, garanti veremem' gibi ufak ufak sözcükler döküldü.
Biz taksiciyi küçülmüş halde bırakıp aramızda 'Sheraton gibi bir otelin taksisi yılbaşı gecesi açık lokantaları bilmek zorunda mı?' tartışmasına giriştik. Bir sonuç çıkmadı. Sonra taksiden inip kös kös odaların yolunu tuttuk. Gözümüzün önünden tuzlama, damardan, şirden tanecikleri geçerek, sarmısak ve sirke kokuları içinde uyuduk. Yapılır mı bu Türklere Sheraton? Üstelik sonraki sabah (daha doğrusu öğleye doğru uyandık), brunch katına indiğimizde ne görelim. Tam önümüzde iki çorba kazanı duruyor. Biri işkembe.
Sheraton'un kahvaltılarına ve sonraki yemeklerine diyecek yoktu. Yemek salonunda fırını bile var. Sabah sıcak sıcak boş pide, akşam pizza ve içli pide servisi var. Gerçekten Sheratoncular'ı yemekler için tebrik etmek lazım. Bir de yılbaşı gecesi işkembe olsaydı. Yaktın bizi Sheraton bütün yıl işkembesiz geçecek.
Haftaya: Çeşme'ye gel Balıkçı Hasan'a, Cevat'a, Yusuf'a uğrama olur mu hiç! Alaçatı'da motosiklet terörü, Uşak'ta Kırçiçeği Döner yapılabilir mi?
Cuma LAKIRDISI
Dünyadaki her türlü diyeti denedim. En iyi diyet BBC diyeti. Yani 'Buy Bigger Clothes'! (Türkçesi: Daha Büyük Elbise Al!)
(Gary Owens)
Cuma Takıntısı
Dalyan'daki Balıkçı Hasan, İstanbul'da Bebek'te de yer açmış. Başında da kendi duruyormuş. Gitmedim.
Bu hafta sonu gidebilirim. Size de öneririm. Balıkçı Hasan'ın 'Balık işini bildiğini'