BİR savaşı kazanmak için sadece füzeleri, tankları, uçakları, askerleri iyi yönetmek yetmiyor, ‘‘propagandayı’’ da iyi yönetmek gerekiyor.
Propaganda deyince de hemen akla ister istemez bir ‘‘propaganda dehası’’ bir Nazi, Goebbels geliyor.
Amerikalılar propagandayı bilimsel olarak incelemeye İkinci Dünya Savaşı sırasında Goebbels'in propaganda taktiklerini gördükten sonra başladılar. Daha sonra Goebbels'in taktiklerini sınıflandırdılar, etkilerini araştırdılar, rahmetli Goebbels'in ruhuna rahmet okutacak yeni teknikler geliştirdiler.
Savaş dönemi propagandasında amaç, bir yandan yaptığın eylemleri haklı göstermek, örneğin ‘‘özgürlük savaşçısı’’ olduğunu söylemek, müttefik kazanmak, askerlerin moralini yüksek tutmaktır.
Diğer yandan düşmanı ‘‘öcü’’ gibi göstermek, örneğin onları ‘‘terörist’’ olarak adlandırmak, düşmanın güçsüz olduğu, her geçen gün güçsüzleştiği imajını vermek, düşmanla ittifak arayanların sayısını azaltmak ve kendi askerinin moralini yüksek tutmaktır.
Propaganda deyince ‘‘masum’’ bir iletişimden söz etmediğimizi biliyoruz. Propaganda; ne olursa olsun amaca ulaşabilmek için gerektiğinde gerçek dışı bilgi yaymak, gerçek dışı imaj yaratmak, gerekirse gözünü kırpmadan yalan söylemektir.
Özellikle bir karar vermeden önce, televizyonlardaki savaş görüntülerinin ne zaman çekildiği konusunda emin olun. Bir süre sonra haber ajansları aracılığı ile sizi duygusal açıdan etkilemek için ölü çocuk, kefen, doğa katliamı gibi dramatik görüntüler yayılmaya başlanacaktır, yine bu konuda da soğukkanlılığınızı yitirmeyin.
Birinci Körfez Savaşı'nda, beyninize kazınan birçok görüntünün, propaganda amacıyla özel olarak tasarlandığını yıllar sonra öğrendiğinizde verdiğiniz tepkiyi anımsarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.
Özetlersem, savaş dönemi propagandanın etiği metiği, öz-denetimi möz denetimi yoktur. Bu dönemde duyacağınız, okuyacağınız, izleyeceğiniz her haberin, her görüntünün kaynağı konusunda uyanık olun, gerçekliğinden şüphe duyun.
Askerlik uzmanı değilim, Amerika’nın savaş stratejilerini değerlendiremem. Ama size şunu söyleyeyim, dünyada savaş dönemi propagandasını Amerika'dan daha iyi uygulayan bir ülke tanımam.
Propaganda konusunda Amerika'yı tek geçerim.
AKP'ye hemen iletişim danışmanları lazım
AKP, dolayısıyla hükümet, ne Irak Savaşı öncesinde ne Amerika ile yapılan görüşmeler esnasında, bırakalım dış dünyanın kontrolü daha zor iletişimini, içteki kamuoyuna yönelik iletişimini bile beceremedi.
Kimseyi neyi, niçin yaptığına ikna edemedi. Tek kaynaktan düzenli bilgi aktaramadı. Kafaları karıştırdı, ‘‘toplumsal morali’’ yükseltemedi.
AKP yaşananlardan ders almalı. Kapımızda savaşın yaşandığı bu günlerde hem dış hem iç iletişimin daha iyi yönetilmesi gerektiğini anlamalı. Yaşananlardan sonra değişen koşulları Türkiye lehine çevirebilmek için hem Avrupa Birliği ülkelerinde hem de Amerika'da etkili lobi faaliyetleri kaçınılmaz.
Türkiye'de halk neredeyse saat saat ‘‘şeffaf’’ olarak, neler olup bittiği konusunda bilgilendirilmeli ve toplumsal moralin düşmemesi için sürekli bilgi akışı sağlanmalı. Aksi halde ‘‘yalancı çoban’’ durumuna düşülebilir. Şu anda her zamankinden daha fazla soğukkanlı olmaya ve birliktelik coşkusunu duymaya gereksinimimiz var.. Benden uyarması..
Son dönem hükümetlerinin bir zaafı var. Hükümet sözcüsü bir açıklama yaptı mı, kendilerini kamuoyuna ifade ettiklerini sanıyorlar.
Oysa karşılarında medya çeşitlenmesi nedeniyle, bölümlenmiş, ulaşılması oldukça güç bir kamuoyu olduğunu unutmamalılar.
Nasıl ki bir ürün kendini ifade etmek için medya planlaması yapıyorsa hükümetlerin de kamuoyunu kısa sürede ‘‘aracısız’’ bilgilendirebilmek için medya planlama tekniklerinden yararlanmaları şart.
Halkı bilgilendirme, iletişim araçlarını toplumsal morali yükseltme amacıyla kullanma konusunda da hálá tek geçtiğim bir lider var, o da Özal. Onu da burada rahmetle anmadan geçemeyeceğim.
Halkla ilişkilercilere her yol Paris mi?
GAZETECİ etiği doğru, yanlış sorgulanıyor, reklamcı etiği sorgulanıyor, televizyoncu etiği sorgulanıyor. Bir sorgulanmayan halkla ilişkilerci etiği.
Örneğin, halkla ilişkilercinin yurtdışında Türkiye aleyhine propaganda yapan bir kurumun Türkiye'deki lobi faaliyetlerini üstlenmesi etik mi? Bir halkla ilişkilerci bir kanun kaçağının kişisel halkla ilişkilerini yürütebilir mi? Üçkağıt yaptığına inandıkları bir şirketi medyaya sütten çıkmış ak kaşık gibi sunmaya hakları var mı? Gazetecileri bilinçli olarak yanlış yönlendirmeleri meşru mu? Gazetecilere yönelik yaptıkları yurtdışı gezilerin, onlara verdikleri hediyelerin bir sınırı olmalı mı?
Ya da gazeteci yakınlarını işe alarak, onlar aracılığı ile gazeteciler üzerinde baskı kurmaya hakları var mı? Hatta sadece gazeteci yakınlarından oluşan halkla ilişkiler şirketleri moda oldu. Burada bir sorun var mı? Ya da halkla ilişkilercinin önemli işlevlerinden biri medyada haberi yönetmek olmasına rağmen medya ile sıkı fıkı ticari iş ilişkilerine girmelerinde bir sorun var mı? Hatta fiilen gazetecilik yapmaları ve meslektaşları aleyhine haksız rekabet yaratmaları etik mi?
Bu sorular nereden mi aklıma geldi? Halkla İlişkiler Dernekleri önümüzdeki aylarda Ankara'da yeni bir iletişim zirvesi düzenleyeceklermiş, konularına baktım, bir sürü suya sabuna dokunmayan ‘‘Siyasiler, bürokratlar zirve yaparken görsün, biz de onlarla tanışalım, belki iş çıkarırız’’ konusu.
İster istemez ‘‘Türkiye'deki halkla ilişkiler dernekleri ne zaman kağıt üzerinde dernek olmaktan kurtulacaklar?’’ diye düşünmeden edemedim.
IPRA Türkiye, HİD'ler, PRCI? Bir görüşü olan var mı?
Bana hemen ‘‘Efendim, bizim etik ilkelerimiz var’’ yanıtı vermeyin!
Onlar var da siz onları uygulatmak için ne yapıyorsunuz ondan haber verin! Varmış!.. Yalandan kim ölmüş!
Fruko reklamı ‘Baloncuk’ dolu!
14 yıl önce dönemin en çok konuşulan reklamlarından biri 6-7 yaşlarında etine dolgun bir küçük kızımızın oynadığı Fruko reklamı idi. Herkes o dönemde ‘‘10 yüz milyon baloncuk demesine bir bayılmıştı bir bayılmıştı’’ sormayın.
Türkiye'de çocuklar böyle saçmalayınca, kurum kurum kurulan ve bunu bir zeka göstergesi sayan aile sayısının çokluğunu düşününce reklamın niye çok konuşulduğunu sorgulamak bence anlamsız! Gerçekte ben o zaman da Fruko'nun ‘‘10 yüz milyon baloncuk’’ deyip kendini nereye konumlandırdığını anlamamıştım.
Yeni reklamda etine dolgun küçük kızımızın etine dolgun büyümüş halini görüyoruz. Hani millet olarak ‘‘Aaaa nerdee bu kız acaba?’’ diye her gün kendimize soruyorduk ya, Fruko bu millete hizmet yapayım demiş ve bize (baloncuk) kızımızın şimdiki halini göstermiş. Aslında ben reklam başlar başlamaz kızımızın Ömercik gibi ‘‘amca bana bir ‘gazoz' diyebilir misiniz’’ demesini bekledim ama.
Neyse, galiba Fruko’nun bir konum falan istemediği belli. Neyi desteklediği belli olmayan bir fikir bulunmuş, ‘‘tribünlere oynama’’ güdüsüyle de bu fikir uygulanmış.
Verilmek istenen mesajın çok önemsendiğini sanmıyorum ama ‘‘Fruko içer hayat boyu etine dolgun kalırsınız’’ denmek isteniyor galiba. Burada hemen ‘‘Etine dolgunlarla dalga geçiyorsun, onlar insan değil mi? Onların da kalbi var!’’ edebiyatı yapmayın. Burada kendi ‘‘beden’’ tercihlerimizi yazmıyorum. Çevrenize bakın trenleri görün, sonra yargılayın.
Ya da ‘‘Fruko en köklü meşrubat’’ mı denmek isteniyor? Ne denmek istenirse istensin, ya da hiçbir şey denmek istenmesin, Fruko'nun‘‘beğenilme’’ tuzağına düşüp ‘‘tribünlere’’ oynadığı çok açık..
Bir de ortada Aliş'in durumu var tabii. Allah için ayılığından bir şey kaybetmemesi için elden gelen yapılmış.. Sizin içiniz kötü tabii ki oyuncaktan söz ediyorum.. Reklam Ajansı: Alice BBDO Rating: *