Peter Sellers’i izlemek hep benim için keyif olmuştur. Daha doğrusu olmuştu demem daha doğru.Uzun süredir Peter Seller’in filmlerinden birini izlememiştim. Bu nedenle ‘Peter Seller’in Yaşamı ve Ölümü’nü izlemek oldukça keyif verdi. Stephen Hopkins’in gerçeküstü film tekniğiyle 50’lerin, 60’ların, 70’lerin rengini, müziğini daha doğrusu dokusunu birleştirdiği filmini çok beğendim. Hopkins sadece Sellers’ın yaşamını vermekle yetinmemiş, onun fazla zekadan kaynaklanan ‘akıl seviyesi geçişlerini’ çok başarılı bir şekilde yansıtmış.Siz beğenir misiniz? 1980 yılında 54 yaşında kalp krizinden ölen İngiliz komedyen Peter Sellers’in filmlerini, sanatını ne kadar bildiğinize bağlı. Ama bunun yanında bir film yıldızının nasıl yükseldiğini ve nasıl çöktüğünü de görmek istiyorsanız, Peter Seller’ın hayatı bunu için biçilmiş bir kaftan.Filmde Seller’ın hayatı radyo yıldızlığından sinema oyunculuğuna geçişle başlıyor. Daha sonra Sellers’in sinemada çıktığı yolculuğa geçilirken, paralel kurgu ile özel yaşamında çektiği varoluş sıkıntıları mükemmel bir şekilde anlatılıyor. Seller’ın ilk karısı Anne ve çocukları ile olan ilişkileri, daha sonra ikinci karısı Britt Ekland’la olan evliliği, Sophia Loren’le ilişkisi hep sorunluymuş. Seller’in kendi içinde bir yıldız olmak için verdiği mücadele hep evlilik kurumunun değerleri ile çelişmiş. Tabii burada durup Sellers’ın anne ve babasıyla olan ilişkisi nedir bakmak gerekmiş ki, senaristler filme bir de bu boyutu ekleyerek ‘neden’ sorularına yanıt aramaya çalışmış. Hatta bence filmde bir de dördüncü boyut var ki, o da Sellers’ın ünlü sinema adamları Blake Edwards ve Stanley Kubrick ile ilişkileri. Filmde Sellers’ın yarattığı karakterler, örneğin Pembe Panter, birebir gözünüzün önünden geçiyor. Bu sekanslar çok zevkli. Ancak hiçbir karakter Sellers’in içindeki ‘Ben kimim?’ sorununa yanıt olamıyor. Sürekli bir kendini arayış içinde. Kendini bulduğunu sandığı anda bile aslında bulduğu şeyin kendisi olmadığını biliyor. O içindeki ‘çocukla’ mücadeleden bir türlü vazgeçemiyor, ama bu mücadelenin her dışavurumu çevresine büyük acılar verip yalnız kalmasına neden oluyor.Sellers’i oynayan Geoffrey Rush’ı emin olun makyajdan tanıyamadım. Tüm film boyunca makyajı müthiş olmuş, Rush da Sellers’i başarıyla yorumlamış. Sellers sadece bu filmde yansıtıldığı gibi yorumlanabilir mi? Tabii ki değil. Ama bu filmde Sellers’ın özyaşamı ile ilgili sağlam ipuçları olduğu kesin. Gidelim mi? Yukarıda da söyledim, Sellers’ı biliyorsanız kaçırmayın. Aksi durumda filmde Sellers’ın söylediği şu sözlere bakın ve öyle karar verin: Başarı merdivenlerinde zayıflara yer yoktur. Aile yıldız olmayı engeller. Bir yıldızın kendine karşı sorumlulukları vardır. Gerçek yıldızların gözyaşlarına ayıracak zamanları yoktur.Tarihi Beylerbeyi BalıkçısıBabam ve annem en iyi okurlarım. Annemin en büyük şikayeti bazı pazar yazılarımın ona ağır gelmesi, babamın en büyük şikayeti ise cuma günleri yazdığım lokantaların pahalı olması. Hatta bu konuda bazen arkadaşları ona takılıyorlarmış: ‘İsmail Abi, senin oğlanın yazdığı yerlerde yemek yesek, bütün emekli aylığımızı vermemiz gerekir ya.’ Gerçek bu değil ama algı böyleyse biraz üzerinde düşünmekte, hatta uygulamaya geçmekte fayda var. İşte ilk uygulama: Tarihi Beylerbeyi Balıkçısı. Beylerbeyi’nde hemen iskelede. Geçen hafta sonu biraz boğaz manzarası soluyayım derken yolum Tarihi Beylerbeyi Balıkçısı ile kesişti. Müthiş bir boğaz manzarası. Hemen yanında cami olduğu için içki servisi yok. Çok temiz, hızlı servisin olduğu bir mekan. Deniz ürünleri, salatalar da çok lezzetli. Kalamar, midye dolma, salata, patlıcan közleme, midye tava, diyet kola bir kişi yirmi liraya çıkılıyor. ‘Anaaa... hepsini sen mi yedin?’ diye sormayın. Evet ben yedim, ama gördüğünüz gibi balık yiyemedim. Gerçekten, niye böyle olur? Balık lokantasına gideriz, çok açızdır, lezzetli balıklar yemek isteriz. Ama canımız kalamarı, midye tavayı da çeker sonra bol miktarda onlardan yiyip, balık yiyemez hale geliriz. Şu ‘boğaz’ işinde bile niye kısa süreli zevkleri uzun süreli zevklere tercih ederiz? Kabul edelim garip yaratıklarız. Bizi anlamak öyle kolay değil. Bir dahaki sefere söz veriyorum kendimi tutacağım ve sadece balık yiyeceğim. Yapabilir miyim acaba?CUMA İTİRAFIElizaa; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 28; Ülke: YurtdışıBu yaşa geldim ama hálá doğru dürüst bir beraberliğim olmadı. Kendimi zorlamama rağmen sevgilim bazı kriterlere uymuyorsa ilişkiye devam edemiyorum. 1. Esmer, benden uzun ve gözleri güzel olmalı. 2. Yurtdışında yaşaması ama Türkiye’de büyümüş olması gerekiyor. Türkçesi, İngilizcesi, Almancası düzgün olmalı. 3. Üniversite mezunu olması şart. (Üstelik her üniversiteden olmaz!) 4. Dine hiç önem vermemeli. 5. Elektrikli eşyalardan, marangozluktan anlamalı. Hani olur da bir kitaplık alırsam kurabilmeli. 6. Kitap, gazete okumalı, şiir sevmeli, güzel şarkı söyleyebilmeli. 7. Hoşgörülü olmalı. Ancak pasif, ezik karakterli de olmamalı. 8. Çok sosyal olmalı ki, bütün arkadaşlarımla anlaşabilsin. 9. İç çamaşırları temiz olmalı. 10. Ütüsünü kendi yapabilmeli. 11. Bulaşık için istemeden yardım etmeli. 12. Gitar çalmalı. 13. Scampili makarna ve mantı yapabilmeli. 14. Yatakta süper olmalı. Değişik şeylere ilgi duymalı. 15. Haftada en az bir gün spora gitmeli. 16. Tuvaleti kokutmamalı.Yorum: Yukarıdaki itirafa gelen bir yanıt bence durumu çok iyi özetliyor: unlukcy; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 32; il: istanbulElizaa ve onun gibi düşünenler için öğrencilik yıllarımdan kalan güzel bir atasözü var: ‘Beyaz atlı prensini bekleme, seyise razı ol yoksa ata kalırsın.’CUMA LAKIRDISIBaşkalarının bilgisinden yararlanarak bilgi sahibi olabiliriz ama başkalarının aklından yararlanarak akıllı olamayız. (Montaigne)CUMA TAKINTISIArçelik kahve makinesi Telve ile Türk kahvesine taktım. Arçelikçileri gerçekten kutlamak lazım. Çok iyi iş başarmışlar. Köpük bile oluyor. Deneyin, yanılmadığımı göreceksiniz.