Mehmet Ali Erbil'in ona yakın filmini izlemişimdir. Hiçbirinde de tatmin olduğumu anımsamıyorum.
'Ya Erbil'in tek tip oyunculuğu var, başka türlü oynayamıyor, ya da senaryolar çok kötü oyunculuğunu ortaya çıkaramıyor' diye defalarca düşündüğümü anımsıyorum. ömerçip'i izleyince haklı olduğum ortaya çıktı.
60'lı, 70'li yıllarda çekilen 'eski Türk filmleri' ile dalgasını geçen ömerçip'te Mehmet Ali Erbil harikalar yaratıyor. Diğer oyuncuları da ezip geçiyor. Galiba Ömerçip'in de ciddi bir üyesi olduğu ZAZ türü, Erbil'in oyunculuk stiline 'cuk' oturan bir tür. Üstüne yapışan 'showman' kimliğinin de bu 'cuklukta' payı var galiba.
Ömerçip'in senaryosunu yazan Kemal Kenan Ergen iyi iş çıkarmış, kalemine sağlık. Bazı sahnelere katıla katıla gülmemek elde değil. Bu tür filmlerden de başka bir şey beklememek lazım. Gideceksin, saçma ama zeka dolu esprilere güleceksin. Bu türü seviyorsanız mutlaka gidin. Ancak Ergen, 'eski Türk filmleri'nin dokusuna uygun olarak, daha az argo ve daha az 'belden aşağı' espriyle güldürebilseydi daha başka bir yerlerine de sağlık diyebilirdim!
Zeki Alasya yönetmen olarak doğru seçim olmamış. Senaryoya bir katkısını göremedim. Hatta filmin bazı sahneleri hálá 'eski Türk filmi' diye alay edilecek cinsten. Alasya'nın en son çektiği Rus Gelin de ortada işte. İyi bir senaryo yazarı Rus Gelin'den en az üç tane ÖmerÇip türü 'RusAşatan' çıkarır.
'Aşk Hırsızı Önder' rolünde Bekir Aksoy ve 'Fofenkçi Kahya' rolünde Cengiz Küçükayvaz devleşmişler. Sanırım bu iki yetenekli oyuncuyu gelecekte beyaz perdede daha sık göreceğiz.
Ömerçip rolündeki Onur Selimbeyoğlu'nun başarısında dublajını yapan Oya Küçümen'in payı büyük. Aynı Aşkın Nur Yengi'nin başarısında dublajını yapan Jeyan Mahfi Ayral'ın payının büyük olması gibi. Ayral'ın sesi Yengi'yi sanki iyi oynuyormuş gibi gösteriyor ama dublajı unutursanız Yengi'nin bu rolün altında kaldığı çok açık.
Ömerçip aslında çok iyi de bir çocuk filmi. Ben himinilerle gittim müthiş güldüler, zevklendiler. Ancak argodan ve göstere göstere 'boyuna ip geçirme ve kendini asma' sahnesinden rahatsız oldum. Filme çocukların gideceği çok açık. Niye bu kadar düşüncesizlik yapılmış ki! Önerim 13 yaşından küçük çocuğu olanların, çocuklarının 'yatkınlık' seviyesini düşünüp ona göre seçim yapmaları. Söyleyeyim, bizimkiler önemsemedi. Çok da eğlendiler.
Cem Özer de filozof oldu, sonra ne oldu?
Mehmet Ali Erbil bir filmde oynayınca vücuduyla o filmin tanıtım işine de giriyor. Ömerçip de de öyle oldu, filmi duyurmak için yer almadığı bir hava durumu kaldı.
Bu durumu onaylamadığımı sanmayın. Oynadığı filmlere böyle destekler vermezse ayıp. Ancak bu destekleri verirken bir de söyleyecekleri konusunda bir hazırlığı olmalı insanın değil mi?
Örneğin Seda Sayan'ın programında söyledikleri karşısında yıkılmama az kaldı: 'Amerikan filmlerine gitmeyin. Amerikalılar sizden kazandıkları paralarla silah alıyor, Türk filmlerine gidin'. Neyse ki, Erbil bu tür 'filozoflukları' fazlaca yapmıyor, yoksa sonu Cem Özer'den beter olur, onu seven bizler bile onu kurtaramayız haberiniz olsun...
Yerelleştikçe çuvallıyoruz
Yerelleşmek biz Türklerin doğasına aykırı. Nerede yerelleşirsek, orada çuvallıyoruz.
Yerelleştikçe daha fazla köydaşlık ya da kentdaşlık, kimi zaman yoldaşlık, kimi zaman da dindaşlık devreye giriyor ve 'torpil kurumu', sistemin altını sessiz ve derinden oyuyor.
Diyeceksiniz ki, 'torpil' merkezi idarede olmuyor mu? Doğru sistemi kurarsanız olmuyor.
İşte ÖSYM. Torpil var mı? Yok. Niye ÖSYM sınavını merkezileştirdik anımsayan var mı? Ya da daha önce merkezden yapılmayan Tıpta Uzmanlık Sınavı'nı, üniversite asistanlık sınavını, kamu personeli sınavını niye merkezi hale getirdik? Söyleyeyim, 'adam kayırmacılık ve sahtecilik' ihtimalleri yüzünden.
Normalde her üniversitenin en iyi öğrenciyi kapmak için mücadele etmesi gerekir değil mi? Türkiye'de iş yerelleşince öyle olmuyor işte. Hatır-gönül kültürü her türlü aklın önüne geçip, sistemi yiyip bitiriyor.
Üniversite öğrenci seçme sınavlarının merkezi sistemle yapılmasına diyeceğim yok. Ancak 'yerleştirme'nin merkezden yapılmasının yarattığı sorunlar ortada... Ve 21'inci yüzyılda 1,5 milyon lise mezununu 'merkez'den bir yerlere tıkıştırmaya çalışmak ve insanları istemedikleri mesleklere yönlendirmek doğru değil. Ama yapacak bir şey de yok. Çünkü yerelleştikçe, ciddi çuvallıyoruz.
AKP yerelleşince yozlaşmayacağımızı kanıtlamak istiyorsa, önce şu üniversitelere öğrenci yerleştirme işininin yerel olarak çözülebileceğini kanıtlasın.
Bunu becerebilirlerse yerel yönetimleri küçük küçük 'Müslüman Demokrat Cumhuriyetler' haline getirmeyeceklerine ikna olabilirim. Ondan sonra da isterlerse her eyalete şerif atasınlar, karışan ne olsun!
Ceyda Erem çook duygulandırdı çook!
1-7 Mayıs tarihli Haftalık dergisinde daha önce adını hiç duymadığım '100 milyon dolarlık bir patronla' söyleşi yapılmış. Patronun adı Ceyda Erem. Ceyda Hanım CNR'ın sahibi imiş. CNR Türkiye'nin en büyük fuar mekanının işletmecisi, aynı zamanda aynı mekan 60'a yakın ulusal ve uluslararası fuar düzenliyor.
Her nedense Erem’in söyledikleri ve onu tanımlayan sözcükler çok garip, ilginç hatta bazen çok itici geldi bana. Örneğin servetinin miktarını bilemeyen Ceyda Erem için para kazanmak basit bir işmiş ve sadece hobi imiş. Üstelik hálá sosyalistmiş, hálá da işçinin emekçinin yanındaymış.
Erem 'Metro'yu CNR'dan geçirten kadın' diye tanımlanırmış. Erem bu konuda 'Evet Tayyip Bey'e gidip durumu ilettik, anlayış gösterdi, Tayyip Bey gerçekten de geniş fikirli birisi' diyor.
Söyleşinin başka bir yerinde ise Türkiye'nin imajına katkısını şöyle ifade ediyor Erem: 'Türk işkadını imajıyla önemli ölçüde tanıtım işini görüyorum. Hálá bana yurtdışında 'A niye başörtüsü takmıyorsunuz?' diye soruyorlar. Ekonomik açıdan da büyük girdiye neden oluyoruz.'
Söyleşiyi yapan Devrim Sevimay 'Kamuda 30 milyar maaş verilmesi çok tartışıldı' deyince Erem 'Hahayt.. O da bir şey mi, biz bu rakamı şirketimizde veriyoruz' demeye getiriyor.
Erem yüksek sosyeteye sıcak bakmadığını şöyle ifade ediyor: 'Hiçbir zaman sosyetik bir insan olmadım. Davetlere katılacak vaktim yok ki.'
Ceyda Erem bir de beyin sarsıntısı geçirmiş. O sıradaki incelemelerde ortaya çıkmış ki beyninin sol tarafındaki kıvrımlar fazla. O nedenle elinde olmadan nomal zekalı insanlara göre zekası daha fazla gelişmişmiş.
Sevimay, Ceyda Erem'e güzel, zengin, akıllı olduğu için kadınların hışmına uğrayıp uğramadığını da sormayı ihmal etmemiş. Yanıt ise büyük bir tebessümle ve tam bir işkadını ayarında gelmiş: 'Beni daha çok erkekler kıskanır. Ben kadın dostuyumdur.'
Bilmiyorum siz de benimle aynı duyguları paylaştınız mı? Ben söyleşiden öyle duygulandım ki, şu CNR işini biraz araştırayım dedim.
Sektörde kadın erkek fark etmeksizin diyorlar ki, 'CNR 60'tan fazla yerli ve yabancı fuar düzenliyor, bu yanlış! Sektör fuarları uzmanlık işidir, bir şirket 500 kişi bile çalıştırsa üç sektörden fazlasında doğru dürüst uzmanlaşamaz'.
Ayrıca diyorlar ki, 'CNR 500 çalışanıyla sürümden kazanır hale geldiği için her fuarın alternatifini yaratıyor, hakim durumunu kötüye kullanıp ucuza yer pazarlıyor, fiyat rekabetine girdiği için de fuarlarını yurt dışında hakkıyla tanıtacak parayı toplayamıyor'.
Diyorlar ki, 'Fuar düzenleme izin belgelerini veren Sanayi ve Ticaret Bakanlığı. Adam kayırmamalı, ikili ilişkilerle iş yürütmemeli, tekelleşme yerine serbest rekabet ortamı yaratmalı.'
Bilmiyorum, güzel, zengin ve sol beynindeki kıvrımların çokluğu nedeniyle biz dünyalılardan daha akıllı olan Ceyda Erem söylenenlere ne diyor? Para kazanmak hobisi olduğu için söylenenlerle ilgilenmez mi acaba?
Cuma Alıntısı
Diğer bir şehre, ülkeye ya da kıtaya taşınmak şartlarınızı değiştirebilir ama sizi değiştirmez
(Glen McQuirk)
Cuma Takıntısı
Fazla değil 3 CD'ye taktım bu hafta..
Elton John'un 'Sorry Seem To Be The Hardest Word' ile elverdiği Blue One Love.
Goran Bregoviç'ten In The Death Car'la, Edith Piaf'ın L'accordeoniste'sinin aynı CD'de buluştuğu Taxim/Beyoğlu.
Ve Radio Mydonose'in çıkardığı Love. İki CD'de son dönemin en güzel 34 aşk şarkısı toplanmış.