Oscar ödülleri 5 Mart’ta dağıtılacak. Aday filmleri ve oyuncuları değerlendirme çalışmalarım hızla devam ediyor.
Bugün biraz Sınırları Aşmak’tan (Walk The Line) söz edeceğim. Sınırları Aşmak hangi konuda sınırları aşıyor derseniz söyleyeyim: AŞK!
Sınırları Aşmak filminin konusunu okuyup, "Amerikalı ünlü rock şarkıcısı Johnny Cash’in hayatı işte, sıkıcıdır" diye düşünüp gitmezseniz kaçırdığınız balık büyük olur.
Yönetmen James Mangold, Johnny Cash’in hayat öyküsünü biraz klişe de olsa çok akıcı bir şekilde anlatmış. Ama filmi seyredilir kılan, ünlü rock şarkcısı değil, içindeki kocaman aşk! Yine bir rock şarkıcısı olan June Carter’la Johnny Cash’in ikili deliliği.
Carter’la Johnny’nin yaşadığı, aynı Sezen Aksu’nun söylediği şarkının sözlerindeki gibi bir ikili delilik. Film boyunca June Johnny’e "Artık hayatımdan çıksan diyorum, bu ikili delilik sona erse" diyor. Ama Johnny ısrarcı, çıkmıyor. Israrla direniyor.
Filmin ilk dakikaları biraz anlamsız. Mangold bu noktalarda çok iyi kurgu yapamamış. Bir yanda Almanya, bir yanda askerlik, diğer yanda hapishane... Ciddi karışıklık var. Ama beş on dakika içinde film rayına giriyor, Cash’in öyküsü gelişiyor, turneler başlıyor, güzel şarkıları dinliyoruz, eğlenceli dakikalar geçiriyouz..
Ve Johnny Cash’i oynayan Joaquin Phoenix’in ve June Carter’ı oynayan Reese Witherspoon’un muhteşem oyunculuklarını izliyoruz. İkisi de Oscar adayı. Phoenix’i şu anda bilemem, çünkü henüz Brokeback Dağı’nda Heath Ledger’i, Capote’de Philip S. Hoffman’ı izlemedim. Ama Witherspoon’un Oscar’ı alması gerektiğini söyleyebilirim.
Gidelim mi? Hálá durduğunuz hata. Filmdeki aşkı bir anlığına hissetmek için değer. Sınırlarınızı aşın ve mutlaka izleyin. Hele de ikili bir delilik yaşıyorsanız.
Türkiye’de kadın olmak
Saat 22.00 sularında Cine’5’te programdan çıktım. Çisil, sınıf arkadaşı Umay’la "kız kıza" akşam yemeği yiyecekti. Onu aradım, "Kuruçeşme Balık"tayız, dedi. Yarım saat içinde onların yanındaydım. Kuruçeşme Balık sahil kenarında, nezih bir yer. Yeni açılmış.
İçeri girdiğimde Çisil’le Umay, sağ taraftaki masalardan birinde oturmuş sohbet ediyor, yemeklerini yiyorlardı. Tam arkalarındaki masada koyu bir erkek sohbeti vardı. Koyu sohbetçiler içeri girdiğimde biraz irkildiler, sonra dönüp sohbetlerine devam ettiler.
Çisil’le Umay’ın yanına iliştim. Onbeş dakika sonra ikisi birlikte "Offf gittiler, stres olduk ya" dediler.
"Ne oldu?" dedim. Başladılar anlatmaya:
Arkadaki sohbetçilerden biri, ben gelmeden yarım saat önce masalarına gelip oturmuş, "Kadehimi size kaldırıyorum hanımlar" demiş, bir de kulaklarına eğilip "çok güzelsiniz" diye sarkmış.
Öyle kalakalmışlar! Biraz da korkmuşlar!
Niye Türkiye’de bu kadar çok maganda var? İki kadın yalnız başına İstanbul’un göbeğinde, belki de en turistik yerlerinden birinde tacize uğramadan yemek yiyemeyecek mi?
Bu kadar mı açız?
Bu kadar mı insanlıktan çıkmışız?
Bu kadar mı hayvanız?
Lokantanın ne suçu var. Bizi insan diye biliyor içeriye alıyor, yemek veriyor. Biz onun misafirine göz göre göre asılıyoruz..
Çisil’le Umay’a "Niye onlar gitmeden söylemediniz?" diye söylendim. (Ne yapacaksam!)
"Ne olacak ki" dediler." Kadının kuyruk salladığından herkesin emin olduğu bir Türkiye’de bize kim inanır? Söyleyip bir de suçlu duruma mı düşelim."
Türkiye’de kadın olmak zor. Gerçekten zor. Bu kadar çok maganda varken.
Tek bildiğiniz haz (mı?)
Farklı bir roman okumak istiyorsanız size Fidan Terzioğlu’nun Hazdan Kaçan Kadınlar’ını öneriyorum. Terzioğlu 1969 doğumlu. Daha önce birkaç kitap daha yazmış ama okumamıştım. Bunun konusu ilgimi çekti. Hazdan nasıl kaçılır? Gülmekten? Eğlenmekten? İştahla yemek yemekten? Hem de tüm bunlar çekici bir şekilde varolmanın dayanılmaz ağırlığı şeklinde sunulurken. Terzioğlu’nun ilginç bir dili var, çok kolay okunan diyaloglar, günlük hayat hazlarını irdeliyor. Kitabın en son sayfasına geldiğinizde şu cümlelerle karşılaşıyorsunuz:
"Rakının hilekar bir içki olmadığını o sofrada öğrendim. Cihan’ın rakıyla beraber şalgam suyu sevdiğini, Şükran’ın rakıyı mutlaka susuz buzsuz içtiğini, Recai’nin rakı kadehlerini elli senedir hususi yaptırdığını da.
Ama bilmediklerim bildiklerimin sonsuz katıydı.
Tek bildiğim vardı çünkü.
Tek bildiğim hazdı. "
Ya başı? Siz de çok "armut piş ağzıma düş"çü oldunuz ya. Alıp kitabı okuyun. Bu kadarlık bir hazzın ne zararı olabilir?
CUMA İTİRAFI
ilkask34; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 33; İl: İstanbul
Karlı bir kış günü, köy yolunda okula giderken ilkokuldaki sınıf arkadaşım, "Seni Seviyorum" dedi diye çocuğun üstüne atlayıp bir güzel pataklamıştım. Sevgili arkadaşım, hayatımda o cümleyi senin kadar içten söyleyen biri daha olmayacağını bilseydim emin ol seni dövmezdim. Özür dilerim.
Yorum: Bu itiraf çok içten geldi. Çok hayata uygun. Birileri bize aşık olur, sever, saf duygularla ifade eder, biz ise onu kendi ligimizde, ölçülerimizde bulmaz püskürtürüz.
Sonra? Sonra hayat boyu gerçekten bizi sevecek birinin peşinde koşar dururuz. Ve bulamayız. Çünkü aşkı ve sevgiyi kafamızda mantıklı ölçülerle sınırlandırmışızdır bir kere. Sınırlardan kurtulduğumuzda da eski defterleri karıştırır, çocukluk, gençlik aşkalarına döner, yaşamadığımız aşkları inatla yaşamaya çalışırız. Ama zorlanırız. Çünkü iş işten geçmiştir. Ne eski aşık eski aşıktır artık, ne de siz eski siz... Tatiller için de gidilecek tek yer kalmıştır, o da ılıcalar. Aşkınız, siz ve şifalı sular... Şerefinize!
CUMA LAKIRDISI
"Bankomatınızı paylaşmaya gönüllü olduğunuzda bilin ki aşıksınızdır." (Elayne Boosler)