Pronto Halkla İlişkiler şirketinin sahibi Gülderen Koşar'dan halkla ilişkiler sektörü ile ilgili bomba gibi bir 'itiraf' mektubu aldım.
Koşar, basın sektörüne yabancı bir isim değil, iş hayatına basın sektöründe başlamış, 12 yıl önce de reklamcılık sektörünün duayeni Eli Acıman'ın 'itmesiyle' halkla ilişkiler sektörüne geçmiş.
Sözün özü Gülderen Koşar, halkla ilişkiler sektörünün ünlülerinden biri. Mektup çok uzun, bu nedenle özüne dokunmadan alıntılar yapıp yayınlıyorum:
'Çanlar halkla ilişkilerciler için çalıyor' başlıklı yazınızı da diğer yazılarınızı okuduğum gibi ilgiyle okudum. 'İlgi' diyorum çünkü; sizin köşenizi, sektörümüz ile ilgili 'örtülü amaçlara' hizmet etmeyen ve herkese eşit mesafede durarak yapılan çalışmaların hedef kitleler üzerinde etkilerine dair görüşleri ya da sektörümüzün 'sektör' olması için ölçekli bilgileri aktaran bir köşe olarak tanıyorum.
Önce tebrikler! Fevkalade doğruyu yazdınız. Evet yazdığınız türden halkla ilişkiler şirketleri var ve müşterileri ile 'fiyatlandırmayı' hatta 'proje başına' ücretlendirilmiş haber pazarlığı ilişkileri ile çalışanlar var. Bunların içinde sizin tabiriniz ile 'ne idüğü belirsizler’in yanısıra 'ne idüğü biraz belirli olanlar' bile var...
...girişimcilikleri aşağılayan ve bunları kendi günlük kazançları ve kaygıları için yok sayan sektörün sizin yazınız üzerine 'haberimiz olsa da beraber hareket etsek' demek yerine, 'pardon; önce şirketlerimize aldığımız gençlere doğru örnek olarak bu durumu düzeltmeye çalışmalıyız ve sizden de bu konuda destek bekliyoruz' demesi daha doğru olurdu.
Sektöre bir de 'dernekçilik' açısından baktığımızda; ne idüğü belirsiz dediğiniz şirketlerin sahibi olan gençler ya da sonradan bu işe heves etmiş kişiler, çok yakın bir geçmişe kadar 'dernek yapılanmaları değil', 'ku klux klan' yapılanmaları izlediler. Yakın geçmişte sektör derneklerine 'dernekçilik' soluğu getirmek isteyen bireylerin önce bu algılamayı silmeleri gerekecek.
Evet Atıf Bey, dediğiniz türden şirketler var. Çünkü ‘diğer şirketlerden ayrılıp yeni iş kuran gençler’ gördüklerini yapıyorlar. 12 yıldır içinde yer aldığım bu sektörde yeni müşteri adaylarının önemli bir bölümünde karşılaştığım ilk soru 'Ne kadar haber çıkartacaksınız?’ oldu. Hatta 'ne gerekirse öderiz' diyenler bile oldu.
Bunlar var çünkü, geçmişte turizm sektöründe bir tesisin tanıtım çalışmaları yapılırken, o tesiste, amaç, hedef, mimari yaklaşım, kıyaslama gibi kavramlara dayalı gerçek bir lansmanı toplu bir basın toplantısı ile yapmak yerine, önce bir dosya gönderip sonra da basın mensuplarına tek tek ve de aileleri ile 'tatil olanağı' sağlayarak imaj çalışması yaptığını sanan şirketler gördüler.
Bunlar var çünkü, hizmet alan bir müşteri için imaj oluşturmak ya da varolanı korumak için strateji, kavram yaratma gibi araçlara başvurmaksızın, sadece basında 'şahane haberler' çıkararak müşterisini memnun eden şirketler gördüler.
Bunlar var çünkü, 'basınca yaratılan müşteri algılaması' yerine halkla ilşkiler (pr) şirketi algılaması araştırması yapıp, bazı konkurlarda 'bakınız, bu araştırmaya göre bizim şirketimiz basın çalışanları tarafından xx sırasında algılanıyor' sözcükleri ile rekabet olanağı yakalamaya çalışan şirketler gördüler.
Altın varaklı basın bülteni öneren var
Bunlar var çünkü, bundan dört yıl önce büyük bir grubun menkul kıymetler şirketinin lansmanı yapılırken bir halkla ilişkiler şirketi tarafından oluşturulmuş bütçe çalışmasında 'altın varak baskılı basın bülteni' önerip, bir de bütçeye 'gazeteciler için X dolar' yazan bir bütçe kalemi gibi konuları konuşan şirketler gördüler (bütçe fotokopisi elimde).
Bunlar var çünkü, bir halkla ilişkiler şirketinden ayrılmış elemanı işe aldığında karşısına alıp geldiği şirkette neler yapıldığını öğrenmeye çalışan ve bir önceki şirketten çaldığı dokümanları 'know how' sanan 'özgün hizmet üretmeyi becerememiş' dolayısıyla işine değil, diğer başka şirketlerin istihbaratına zaman ayıran, buna rağmen de etik çığırtkanlığı yapan şirketler gördüler.
Sizin 'ne idüğü belirsiz' dediğiniz ve benim genç girişimciler olduğunu sandığım kitleyi kendi başına hedef aldığımı düşünmeyin lütfen. Bence bizim mesleğimiz daha yeni sektör olmaya başlıyor. Bir an önce şirketlerimizde çalışan gençlere işimizi yaparken 'teknik açıdan' iyi örnekler olmaya başlasak iyi ederiz...'
Koşar'a yürekten katılıyorum. Halkla ilişkilerciler, 'Biz nasıl sahtekar oluruz, yetişin halkla ilişkiler elden gidiyor' laf kalabalığı yapacaklarına ve uluslararası başkanlıkları müşteri avlamak ve hava atmak için kullanacaklarına, mesleklerine saygınlık kazandıracak doğru dürüst önlemler alsalar iyi olur. Yoksa güdümlü gazete haberleri ile 'kağıt üzerinde kalite' yaratmaktan başka bir şey bildikleri yok mu?
Not: Halkla ilişkilercilerin çok 'zeki' insanlar oldukları varsayılır. Bence de öyleler. Ama niye bazı halkla ilişkilerciler 'tırlatıp' yazılarımı yanlış okumakta ısrar ediyorlar onu anlamıyorum. Ben kimseye 'sahtekarsınız, yalancısınız, ikiyüzlüsünüz' demedim. Böyle bir gönderme bile yapmadım. Önce yazdıklarımı iyi okuyun sonra yanıt verin. Yanlış anlamayın, doğru okuma yapmamanız benim için sorun değil. Müşterileriniz 'zeka katsayınız' konusunda haberdar olacak ona üzülüyorum.
Havaalanında aranmaktan zayıfladık
Kısa bir süre önce yaptığım Denver, San Francisco, Los Angeles, Las Vegas gezisinden küçük küçük notlar düşmeye devam edeceğim izin verirseniz. (İzin vermeseniz de düşeceğim, hemen havaya girip sizden izin alacağımı falan sanmayın. Okursanız okurluğunuzu bilin, susun, oturun, okuyun!)
Anımsarsanız Amerika gezisini kalabalık bir 'Türk Lions' kafilesi ile birlikte gerçekleştirmiştim.
Öncelikle size şunu söyleyeyim on beş günlük bu tur sırasında 'kafile olarak' havaalanlarında aranmaktan resmen zayıfladık. Tam altı kez arandık ve zayıfladık! Amerikalılar 11 Eylül'den sonra resmen kafayı yemişler.
Hani 'şeyime kadar aradılar' derler ya, resmen Amerikalılar adamı şeyine kadar arıyorlar! Özellikle Amerika içi şehirlerarası uçuşlar öncesinde daha fazla arıyorlar.
11 Eylül'den sonra havaalanlarındaki 'güvenlik işi' federal hükümete geçmiş. Tüm personel kamu personeli yapılmış, sayıları da iki binden tam elli sekiz bine çıkarılmış, maaşları da dörde katlanmış! (ABD'nin bütçe açıklarının nedenini şimdi daha iyi anlıyorsunuzdur sanırım).
'Türk vatandaşıyız' diye sadece biz arandık sanmayın. Amerikalı pilotları, seksenlik teyzeleri, üç yaşında çocukları bile arıyor Amerikalılar. Görevliler çok nazik ama. Arama çıkışında 'her şeyinizi ilk günkü gibi' kapıya teslim ediyorlar! Hatta çocukları arayanların bir pedagojik eğitimden geçirilmiş olabileceğini tahmin ediyorum, çocuklara çok ama çok 'itinayla' yaklaşıyorlar.
Kısaca yapılanları özetleyeyim. Önce el bagajlarınız, röntgen cihazından geçiriliyor. Sonra üstünüzde başınızda metal ne varsa ayıklanıyor. Ayakkabılar çıkarılıyor. Bunlar da cihazdan geçiriliyor. Sonra metal dedektörün içinden geçip, kendinizi bir Amerikalı görevlinin kollarında buluyorsunuz.
Görevlimizin görevi size, kısa bir süre '19 Mayıs' hareketleri yaptırmak ve oranızı buranızı dedektörle mıncıklamak! Burada kot pantolon piminize kadar aranıyorsunuz.
Siz böyle arana durun, diğer yandan başka bir görevli eşyalarınızı didik didik ederken diğer bir görevli de bir bezle ayakkabılarınızın içinden aldığı 'örneği' bir cihazda test ediyor.
Siz de şaşkın bakışlar arasında olanı biteni izliyor ve 'Bu Amerikalılar kafayı gerçekten yemiş' diye düşünüyorsunuz. Ne dersiniz kafayı yemişler mi? Yoksa bu kadar titizlenmekte haklılar mı?
Not: Kısa kestim ama merak etmeyin haftaya devam edeceğim. Amerika'dan sonra da öyle bir mavi yolculuk anlatacağım size ki, yemeyip yanında yatacaksınız (ayrıca yiyebilirsiniz de).
Cuma Takıntısı
Zeki Alasya'nın Yeniköy'deki 'Balıklama' isimli lokantasını Eresin Turizm A.Ş satın almış. Yeni bir anlayış ve mönü ile yeniden hizmete açmış. Alasya döneminde gidecektim, gidemedim. Nasip Eresin'e imiş. Terastan boğaz manzarası müthiş. Mezelerini, deniz ürünlerini çok sevdim. Takıntım, levrek dolması oldu. Mutlaka deneyin.
Cuma lakırdısı
Bir kadının kaç yaşında olduğunu öğrenmek istiyorsan görümcesine sor!