Lois Jones’un yazmış olduğu "İngiltere’nin en büyük ’low- cost’ (düşük maliyetli) havayolu EasyJet’in öyküsü"nü okuyorum. Bu bir bakıma EasyJet’i kuran Yunanlı işadamı Stelios Haji-Ioannnou’nun da hayat öyküsü.
Sanmayın ki Stelios fakir bir ailenin çocuğu falan. Armatör babası ona önce gemi işi yapması için milyonlarca dolar vermiş. Daha sonra da başka işte kendini kanıtlaması için 5 milyon pound.
Stelios da Londra’ya gidip "low-cost" havayolu işine girmiş. "Bir kot pantolon fiyatına makul fiyatlı havayolu" sloganıyla işe başlamış. İki ay sonunda bir anket yapmışlar, bakmışlar ki İngiltere’nin sadece yüzde 3’ünün EasyJet’ten haberi var. Çoğu uçuşlar neredeyse sadece kabin görevlileri ve pilotlarla birlikte gerçekleştiriliyor. Stelios, ilk aylardaki başarısızlık karşısında ağlayacak hale gelmiş. Açmış kesenin ağzını ve üç ayda bir milyon dolar reklam kampanyasına harcamış.
Niye bunu yazdım? EasyJet daha Türkiye’ye gelmedi. Medyamız EasyJet’i, sahibini göklere çıkaran, stratejilerini anlatan haberlerden geçilmiyor.
Eğer yerli bir firma havayolu işine girseydi medyamız onu Türkiye’de dişe dokunur bir yere gelmeden ya da reklam kampanyasına başlamadan adam yerine koymazdı. Ama konu yabancı bir marka olunca daha Türkiye’ye gelmeden haberlere boğuluyor. Marka zihinlerdeki yerini alıyor. Sonra da o markanın Türkiye’de reklam meklam yapmasına gerek kalmıyor.
Bu haksızlık... Yerlilere haksızlık, önceden markasına yatırım yapanlara haksızlık. Haber tabii ki kutsal, "Çin seddi" tabii ki önemli, halkla ilişkiler şirketlerinin medyaya yaptığı katkı tartışılmaz. Ama bir haberi yaparken, bir yazıyı yazarken "markalar arası adaleti sağlamak" da en azından ölçütlerden biri olarak ele alınması gerekmez mi?
Mehmet Ağar’a dikkat
Türkiye’de siyasi konjonktür hızlı bir şekilde değişmeye başladı. Başbakan’ın en küçük eleştiriye bile tahammülsüzlüğü, sadece ve sadece "İslamcı davaya gönül vermiş" eşi dostu sağa sola atama inadı, medyayı rakip "liderlerden" biri olarak görüp sürekli laf yetiştirme derdi AKP’yi uçumun kenarına getirmek üzere.
Hatta çok net söylüyorum, gündemdeki son "Türk-Kürt" gerginliği AKP’yi uçurumun kenarına getirdi!
Şimdi ne olacak? Oylar daha çok hangi partiye yönelecek? Sola yönelmesi tarihi olarak mümkün değil. Türkiye’de "sol" kesimin pazar payı sağolsunlar Baykal ve Ecevit sayesinde yüzde 20’lere geriledi.. Yüzde 80’in yüreği sağda.
Sağda kimler var belli... Ağar, Bahçeli, Mumcu. Kim şanslı?
Belki tahminim bazılarını kızdıracak ama bazı doğrular söylenmek zorunda. Zihinleri "Türk-Kürt" ayrımına zorlayan gündemdeki olaylara bakıldığında en güçlü aday Bahçeli gibi görünüyor.
Bahçeli şu ana kadar "provokasyonlar" karşısında ağırbaşlı, doğru politika izliyor. Ancak kamuoyunun sağduyusu "Türk-Kürt" olayında Türkiye’yi "kesin inançlılara" teslim etmez! Sağduyu, sorun Türkler ve Kürtler arasında duygu kayması (*) yaşanmadan çözülsün ister.
Bu nedenle Erdoğan’ın en güçlü alternatifi Mehmet Ağar... "Türk-Kürt sorunu çözse çözse Ağar çözer", " Ağar’ın yaptıkları yapacaklarının garantisidir" diyenlerin sayısı hızla artıyor. Mehmet Ağar da kendini daha fazla görünür hale getirir, alternatif lider özelliklerini güçlendirirse sürprize hazır olun. Henüz bu köşe yanılmadı!
(*) Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Can Dündar’a Türkler ve Kürtler arasında bir duygu kayması yaşanmasından korkuyorum demiş. Lacan’ın dil kuramlarına göre çözümlersek zihinlerde nasıl bölünmeye oynandığı çok açık.
Zoom’a Zoom’a Zoom
Bugün Hürriyet Zoom’un beşinci sayısı çıktı. İlk dört sayıyı biraz önce yeniden inceledim. Çok şaşırtıcı. Çok iyi bir iş. Niye?
Djital teknolojiler, görsel imajları çabuk okuyan, onlara bağımlı bir insan tipine doğru götürüyor bizi. Görsel imajların uygulamalı iletişimdeki önemi artıyor. Zoom bu trendi yakalamış. Bu yüzden çok iyi iş.
Zoom’da bazen bildiğiniz bazen de bilmediğiniz haberlerin neredeyse "sanat" kıvamında sayılacak fotoğraflarlarla süslenmiş öyküleri var.
(Biliyorum yine almadınız, "şimdi de çıkıp alamam" diyorsunuz. Tembellik yapmayın çıkıp bayinizden bir Hürriyet Zoom isteyin, pazar pazar bir Atıf Hoca-okur gerginliği yaşamayalım!)
Zoom’u okumak çok keyifli. Hürriyet niye gazete kategorisinde öncü, marka lideri, pazar lideri, fiyat lideri, her şeyin lideri. Niye Hürriyet’le boy ölçüşmek hayal? Zoom’a kısa bir "zoom" yapın anlarsınız.
İyi ki YÖK var
YÖK’e "çakmak" çok moda. Üniversite eğitiminden anlayan anlamayan YÖK’e çakıyor, bilen bilmeyen öğrenciyi YÖK’e karşı kışkırtıyor. YÖK öğrenciye ne yapıyorsa!
Sizin zamanınızda YÖK yoktu da ne oldu!
Kampüslerde sağcılar-solcular çatıştı. İslamcılar-Ükücüler çatıştı. Aleviler, Sünniler çatıştı. Türkler- Kürtler çatıştı. Kurtarılmış yurtlar, fakülteler, kantinler. Her gün 50 ölü, 150 yaralı. Eğitim yapılamadan diploma verilen okullar. Eli yüreğinde analar babalar.
Şimdi YÖK eleştiriliyor. "Üniversitede ses yok. Bu nasıl üniversite?" deniyor.
Ne istersiniz? Günde 100 ölü?
Sağolun almayalım. Öğrenciler derste! Üniversitede eğitim yapılıyor.
YÖK sistemi sorunsuz değil. Bu sorunlar oturulur, tartışılır çözülür. YÖK’ün yetkileri tartışılır; azaltılır, çoğaltılır.
Bildiğim YÖK’lü üniversite sistemi 1980 öncesine göre çok daha iyi bir üniversite sistemi..
İyi ki YÖK var!
Cafe Crown’un payı yüzde 37’ye ulaştı
Küçük okurlarımdan biri "Cafe Crown reklamındaki abi dişiyle fındık kırıyor ben de kırmak istiyorum, annem izin vermiyor" diye e-posta gönderince Cafe Crown üzerine yazmaya karar verdim.
Cafe Crown bundan 1 yıl kadar önce Şubat 2005’te piyasaya çıktı. Kahve pazarında o dönemde Nescafe, Jacobs gibi yabancı markalar baskındı.
Ülker’in marka yönetme ve dağıtım uzmanlığını Altınkılıçlar’ın (*) kahve uzmanlığı ile birleştirdi. Altınkılıçlar üretimi, Ülker markayı yönetmeye başladı.
Nescafe’nin açtığı yolda 3’ü 1 arada pazar bölümü üzerine gidildi. Ülker, ürünün tasarımında ve iletişimde kahve içmeye başlayan gençleri hedefledi. Reklamda gençleri gösterdi, gençlerle gençlerin dilinde konuştu.
Dikkat ettiyseniz "Cafe Crown arası" kavramını sadece reklam filminde değil ürünün gençlerle buluştuğu her noktada kullandı.
Sokaklarda gezici araçlarla yoğun tattırma promosyonları yapıldı. Üniversite aktiviteleri Cafe Crown’u hedef kitlesinin hayatına daha fazla soktu. Cafe Crown pazara sürekli yeni ürünler sundu, hep gündemde kaldı.(3’ü 1 arada pazar bölümünde ve hatta hazır kahve kategorisinde aromalı kahveler sadece Cafe Crown’da var.)
Eylül 2005’de ürün gamına fındık ve vanilya çeşitlerini ekledi. Ve Cafe Crown’un "bir aradalar" pazar bölümündeki payı yüzde 37’ye ulaştı.
Bir sure önce de karamel ve 2’si 1 arada (kahve ve krema) fındıklı çeşitleri de pazara verildi. Yakında da karamelli kahve yeni reklam kampanyası başlıyormuş.
Sonuç? Murat Ülker ilginç bir pazarlama dehasına, ilginç bir stratejik akla sahip. "Me too" (ben de) stratejisini her kategoride o kadar başarıyla uyguluyor ki, aldığı sonuçlar karşısında "bir gün de sen öncü ol!" diye kızamıyorum.
(*) Cafe Crown’un üreticisi Altınkılıçlar şu anda Türkiye’nin en büyük kahve ve çikolata üreticisi. Giderek yaygınlaşan Kahve Dünyası isimli cafeleri Starbucks’a rakip olmaya aday.
Böyle mi olmalı
Turkcell’de belli ki bir "iç operasyon" yapılıyor. Yapılır, yapılır. Buna kim karışabilir? Ama Turkcell, Türkiye’nin en önemli şirketlerinden, markalarından biri. Turkcell hisseleri yurtdışındaki borsalarda işlem gören, birçok ülkede operasyon gerçekleştiren bir dev.
İç operasyon böylesine "şirket yönetiminde sorun varmış" izlenimi bırakacak, "itibar değerlerine" zarar verme olasılığı yaratacak şekilde mi yapılmalı!
Hele de Turkcell Vodaphone gibi koca bir devle rekabet arifesindeyken! Aman çimenlere dikkat!
Çekirgelik
Herkes bir şey satarak yaşar. Siz ne satıyorsunuz?