Bu hafta hadi yine yaşadınız. Köşede ‘‘iki film birden durumu’’ söz konusu.
İkinci filmimiz bir Levent Kırca filmi: Şeytan Bu İdare Edin Olacak O Kadar... Karıştırdım galiba. Filmin ismi ‘‘Şeytan Bunun Neresinde’’. ‘‘Son’’ filminden sonra ‘‘Bir daha Levent Kırca filmi mi, imkansız’’ demiştim ama yine kendimi tutamadım gittim işte. Korktuğum da başıma geldi. Yine karşıma bir ‘‘Olacak o kadar’’ uyarlaması çıktı. Ama bu uyarlama, bence, ‘‘Son’’dan daha başarılı, bunda da görüntü yönetmeni Cengiz Tacer'in şık görüntülerinin payı büyük. Kırca da bu kez bazı karikatürize planları daha gerçekçi planlar haline getirebilmiş. Ancak Kırca, inatla, televizyon dilinden sinema diline bir türlü tam geçiş yapamıyor. Anlatmak istediğini o kadar ‘‘kalın’’ anlatıyor ki, ‘‘kör gözün parmağına etik dersleri’’ bazen insanın tahammül sınırını aşıyor. Filmde bir tarafta Reşo (Levent Kırca) ve ailesi ile Doğu'nun dramı, insan hayatının beş para etmediği resmedilmeye çalışırken diğer tarafta Gazete Genel Yönetmeni Yusuf'un (Levent Kırca) çevresinde geçen olaylarla medya eleştirisi yapılıyor, Batı'nın kokuşmuşluğu vurgulanmaya çalışılıyor. Özellikle Yusuf'un iktidarsız patronuna ve bir bakana kadın bulduğu sahneler tam ‘‘Olacak O Kadar’’ sahneleri. Hatta 1970'lerin ortalarındaki Türk seks filmlerindeki bazı sahneleri bile anımsatan sahneler var. Kırca televizyonun taşıyamadığı ‘‘skeçleri’’ filmin arasına sıkıştırmış galiba. Kırca'nın filmini komedi olarak yorumlamak yanlış olur. Daha çok kara komedi diyebiliriz. Örneğin Yusuf, bir mankeni iktidarsız patronuyla yatması karşılığında köşe yazarı yapıyor. İster istemez insan bir yandan ‘‘Kırca abartmış’’ diye düşünürken bir yandan da ‘‘Abartacak kadar da var hani’’ diyor. Bazı esprilere çokça gülmedim desem yalan olur. Yusuf'un, doğuda bir köyde jandarma karakolunda nezarette beklerken ‘‘taksi durağı var mı?’’ diye sorması ve jandarmanın da ‘‘Var. Sağa dönünce Mcdonalds'ın yanında’’ diye yanıt vermesi karşısında tam bir kahkaha ‘‘dumuru’’ oldum. Peki bu filme gidelim mi? ‘‘Aman Türk sineması yaşasın, her filme gidin, şu fakire bir sadaka’’ diyenlerden değilim. Kırca'nın filminin sonunda bir ‘‘eksiklik duygusu’’ hissediliyor ama kesinlikle ‘‘Keşke gelmeseydim duygusu’’ hissedilmiyor. Kasmayın, gidin.
CineTempo'yu kaçırmayın...
Tempo her hafta CineTempo adında çok güzel bir sinema ve sanat rehberi eki veriyor. CineTempo'da vizyondaki filmler, tiyatrolar ve diğer sanatsal etkinlikler, görselliği de yeterince ağırlık verilerek çok hoş bir şekilde duyuruluyor. Sadece onaltı sayfa olmasına rağmen Çiğdem Kömürcüoğlu ve arkadaşları her hafta bu ekte harikalar yaratıyorlar. Onları gerçekten kutlarım. Ben bu ekleri biriktiriyorum. Size de tavsiye ederim. Neden biliyor musunuz? Gittiğim filmlerden çok güzel fotoğraflar kullanıyorlar. Gittiğim filmleri bu fotoğraflar aracılığıyla gelecekte yeniden anımsamak çok hoş olur diye düşünüyorum. Böyle de küçük takıntılarım var işte..
Vidocq'a dedektif demek için bin şahit lazım!
Vidocq'un kim olduğunu Vidocq filmi ile ilgili bir bültenden öğrendim. Vidocq'u izlemeden önce dağarcığıma depoladığım bilgiler şunlardı: ‘‘Meğer bu Vidocq Bey 1775-1857 yılları arasında yaşamış ünlü bir dedektifmiş. Çiçeği burnunda bir delikanlı iken 'suçlu sınıfına' giren Vidocq Bey, daha sonra kendini yasal işlere adamış, önce Fransız polis teşkilatını daha sonra da dünyanın ilk dedektiflik bürosunu kurmuş. Balzac'ın, Edgar Allen Poe'nun bile ondan ilham alarak karakter yarattığı söyleniyormuş. Hatta hatta ‘‘Sherlock Holmes’’ karakteri bile ondan ilham alarak yaratılmış olabilirmiş ve de muş’’. Filmi izledim. O dünyaca ünlü dedektiften eser yok! Dağarcığımdakiler olmasa Vidocq'un kim olduğunu bile anlayamazdım. Bu filmdeki Vidocq'a dedektif demek için bin şahit lazım. Galiba yönetmen Pitof, dijital kameranın başdöndürücü çekiciliği karşısında, görsel efektlere dikkat edeyim derken, filmin bir de öyküsünün olabileceğini unutmuş. Filmin ilk beş dakikasında Vidocq (Gerard Depardieu) sizlere ömür! Allahtan Pitof ‘‘Ya benim bir başrol oyumcum vardı ama... Kimdi...Kimdi... Hah Gerard!’’ diye anımsamış da sonradan bir iki kere geri dönüşlerle sahneye çıkan Vidocq'un yüzünü görebiliyoruz. Daha çok, ortalarda, Vidocq'un yaşam öyküsünün peşinde olan ve bir anda ortadan kayboluşunun sırrını çözmeye çalışan genç gazeteci Etienne Boisset dolaşıyor. Boisset seks partileri senin, Anti-aging'in ilk meraklıları olan işadamları benim, iz peşinde koşarken anlıyoruz ki Vidocq, Paris'te işlenen esrarengiz cinayetlerin peşindeymiş. Cinayetleri işleyen de öldürdüğü insanların ruhlarıyla beslenen bir simyacıymış. Filmin sonunda da bir sürpriz var. Öyle kaba saba bir sürpriz ki, yani Türk sinemasında bile böylesi yok. Sanırım Pitof fazla masraf olmasın diye Simaygerin kıyafetini de Peter Jackson'dan ödünç almış. Simyacı aynı yüzüklerin efendisi Sauron. Tabii biraz aynalı Sauron. Vidocq, izleyerek kendimizi iyi hissettiğimiz filmlerden değil. Sezarın hakkını da verelim. Pitof'un bilgisayar aracılığıyla yarattığı 1830 Paris'i mükemmel. Filmin geneli karanlık ve iç karartıcı olsa da, birçok planı al, çerçevelet, duvarına tablo diye as. Sinemada farklı tatlar peşinde koşuyorsanız ilginç bir görsel deneyim yaşayabilirsiniz. Aksi durumda görseniz de olur görmeseniz de..
Ben nereden dava arkadaşınız oluyorum ya...
Cep telefonum yol geçen hanına dönünce geçen ay cep telefonu numaramı değiştirdim. Hay değiştirmez olaydım. O gün bu gündür ciddi bir ANAP mesaj bombardımanı altındayım. Her şey ‘‘Değerli dava arkadaşımız sayın Genel Başkan Vekili Ekrem Pakdemirli bu akşam (31.12.2002) saat 19.30'da TGRT ana haber programında canlı yayındadır. İyi Seneler.’’ mesajıyla başladı. Birden irkildim. ‘‘Dava arkadaşım’’ tanımlaması hoşuma gitmedi de değil. Biri beni ANAP'a sokmuştu da benim haberim olmamış mıydı? Sonra mesajlar patır patır dökülmeye başladı:
‘‘Yeni yılın size ve ailenize sağlık ve mutluluk getirmesi dileklerimle saygılarımı sunarım. Feyzi Başaran. ANAP Genel Başkan Yardımcısı ve Genel Sekreter’’
‘‘2003 yılının mutluluklar getirmesini dilerim. İst. İl Başkanı Ercan Erdem’’
‘‘Değerli dava arkadaşımız bugün saat 16.45'de başkan vekilimiz Ekrem Pakdemirli Star TV'de canlı yayında olacaktır. İyi günler’’
‘‘Lütfen saat 17.00'de Starhaber 24'ü saat 19.00'da Haberturk'ü, saat 20.20'de Kanal 7'yi izleyiniz. Lütfullah Kayalar’’
‘‘Değerli Dava arkadaşımız Salı günü 08.00'de CNN TURK'de, 23.15'de TGRT'de sayın Genel Başkan vekilimiz Ekrem Pakdemirli olacaktır. Saygılarımızla.’’
‘‘Sevgili kardeşim, birazdan (7.1.2003) TGRT ekonomi kulisi programında canlı yayında olacağım. Sevgiler, saygılar Ali Talip Özdemir’’
‘‘İnternet sitemiz açıldı. www.pakdemirli.com. Sayın genel başkan vekilinin kongreye kadar olan programını inceleyebilirsiniz’’
Gelen her mesajda ‘‘Vay be’’ dedim içimden 'Mesut Yılmaz zamanında böyle çalışsalardı, AKP tek başına iktidarı zor görürdü''. En son ‘‘Değerli Dava arkadaşım, 3. Olağan Kongremizin hayırlı olmasını diliyor sizlerin desteğiyle MKYK adayı olmak istiyorum. En derin saygılarımla. Tuncay Karahancı’’ mesajını alınca benim dava arkadaşlığımda bir sorun olduğunu anladım. Birileri beni ya ANAP delegesi sanıyordu ya da bir ANAP'lıyla karıştırılıyordum. Böyle düşünceler içinde dolaşırken telefon çaldı, açtım, karşıdaki ses ‘‘Sayın Bakanım’’ dedi. ‘‘Ne bakanı ya..’’ dedim. ‘‘Mehmet Bey’’ dedi. ‘‘Hangi Mehmet’’ dedim. ‘‘Mehmet Keçeciler’’ demesiyle gerçek dava arkadaşının kim olduğunu anladım. Şimdi buradan Mehmet Keçeciler'e sesleniyorum: ‘‘Sayın Keçeciler, telefon numaralarımızın sadece bir numarası farklı, bu nedenle dava arkadaşlarınız beni sizle karıştırıyor. Lütfen yanlış anlamayın ama ben bu saatten sonra davamdan dönecek değilim. Yukarıdaki mesajlar size gelen mesajlar. Lütfen beni kimse adam yerine koymuyor diye kızmayın ve bu Cumartesi-Pazar gidin, gönül rahatlığı ile istediğiniz genel başkan adayına oy verin. Ben seçimi Lütfullah Kayalar alacak diye duydum ama Ekrem Pakdemirli de fena çalışmıyor hani...