İKİ ay önce İzmir'e gittim. Kaldığım otelin resepsiyonundaki görevliye ‘‘İzmir'in en iyi sineması nerede?’’ diye sordum. Beni ‘‘Konak Pier’’e yönlendirdi.
Konak Meydanı'nda, İzmir'in tam göbeğinde, denizin tam kenarındaki ‘‘Konak Pier’’i gezince o kadar etkilendim ki o anda kaleme kağıda sarılıp içimdeki coşkuyu sizinle paylaşmak istedim. Nasıl coşku duymam, nasıl sevinmem! Birileri çıkıp, köhne bir balık halini almış, sinemalarıyla, kafeleriyle, mağazalarıyla, Remzi Kitabevi ile dünyaya parmak ısırtacak bir alışveriş merkezi yaratmış.
Çok büyük bir yer değil. Amerikalılar'ın ‘‘neighborhood mall’’ yani ‘‘mahalle alışveriş merkezi’’ dedikleri türden.. Ama emin olun Amerika'daki birçok örneğine on basar.. Ben gezdiğimde hizmete yeni girmişti ve çok da kalabalıktı. Remzi Kitabevi'nin kalabalığını da görmeliydiniz. Konak Pier'e hayranlık duymak için Remzi'deki kalabalık yeter.
Niye bunları yazıyorum? Bunları yazıyorum çünkü iki gün önce öğrendim ki ‘‘Konak Pier’’deki mağazalar ruhsatsız oldukları gerekçesiyle belediye tarafından mühürlenmiş. ‘‘Niye?’’ diye soruşturdum. Karşıma tarih öncesi çağdan kalma bir sürü abuk sabuk neden çıktı. Bayındırlık Bakanlığı imar planına aykırıymış da, 1/1000 değil 1/5000 miş de, Kordon Yolu ve viyadüklerinin orda böyle bir yapı olmazmış da, Mimarlar Odası aleyhindeymiş de, Mühendisler Odası sevmezmiş de..
Yalan. Sorun zihniyet sorunu. Bazıları serbest piyasa ekonomisinin, liberalizmin yarattığı her türlü sistemi, ürünü, hizmeti bilinçaltında reddediyor, hatta yıkmaya çalışıyor. Sorun bu. Hastalık bu. Doğru teşhis edelim. Ve Yazık etmeyelim bu ülkeye. Bugün, eskinin komünist ülkelerinde bile, böyle enti püften gerekçelerle ‘‘Konak Pier’’ gibi projelere karşı çıkılmıyor, hatta bu tür projelerin önü açılıyor. Çıkarın kafanızı gömdüğünüz kumdan, dünyaya bir bakın, Türkiye'nin sizin gibilerle vakit kaybedecek vakti yok. Anlayın artık.
Reklamcılar halktan koptu!
‘‘Gazeteleri çekemediler, halktan koptu’’ tartışmasından haberiniz var mı bilmiyorum ama yeni Falım ve yeni Tofita reklamlarını izledikten sonra karar verdim bu reklamcılar kesinlikle halktan koptu! ‘‘Etiler'de Ulus'ta, Bebek'ten, bir elleri yağda bir elleri balda, Türkiye'ye ahkam kesiyorlar! Ne alakası var kardeşim sakızın uzayla muzayla! Ne alakası var şekerin Zaga'la Ayça'yla?’’ dememi bekliyorsunuz değil mi? Demicem işte.. Her iki reklamı da beğendim.
Falım ambalajını değiştirmiş. Drajeleri ufaltmış. Ambalajın üstüne altı tane de fal koymuş. Bunları ‘‘uzaylı ambalaj’’ altında piyasaya sunuyor. Reklamda da ‘‘uzaylı ambalajının’’ çevresinde yapılandırılmış süper ‘‘saçma, salak’’, hafif gerçeküstü (sürrealist) bir öykü var. ‘‘Sizin oralarda aşk var mı aşk’’ diyen bir uzaylı, bir motorsiklet, bir merinos... Böyle ‘‘saçma, salak’’ öyküler Falım'a yabancı değil... Reklamın çekici noktası da burası, söz konusu ‘‘saçma salaklık’’ bilerek yapılıyor ve ne kadar ‘‘saçma salak’’ olunursa o kadar hoşa gidiyor. Hele bir de işin içine Falım'daki gibi mizah katılmış ise ‘‘saçma salaklık’’ tadından yenmiyor. Üstelik reklam literatüründe de bunun yeri var bu tür reklamlara, anlaştığı üzere, ‘‘saçma salak’’ (nonsense) reklamlar deniyor.
(Reklam Ajansı: Y&R Reklamevi
Rating: * * *)
Tofita reklamı da hafif ‘‘saçma salak’’ reklam izleri taşıyor. Ama işin içinde bir yarı- ünlü, bir de yüksek dozda mizah girince bu reklamı daha çok mizahi reklam kategorisinde değerlendirmek gerekiyor. Tofita reklamında Ayça resmen yıkılmış! (Hele o degajesi yok mu o bölüme yıkılan biri varsa o da benim). Reklamı komik ve bir o kadar da beğenilir kılan Ayça'nın abartılı oyunculuğu. Bu oyunculuk içine Tofita'nın çeşitleri başarıyla yedirildiği için mizah ürünü gölgelemiyor hatta ‘‘Böörtlen, çılak, portıkal’’ gibi söyleyişler sokağa inerek ek bir fayda yaratıyor. Yıllar sonra, üşünmedim, bir çılak bir de Böörtlen Tofita aldım. Böörtlen'i almaz olaydım. Ne o öyle ilaç gibi..
(Reklam Ajansı: Güzel
Sanatlar Saatchi& Saatchi,
Rating: * * * *)
Arçelik ve Beko kapıştı
ANIMSARSANIZ Arçelik'in Çelik'e su verdiği reklam kampanyasını yorumlarken ‘‘Nurtopu gibi bir dünya markamız daha mı olacak!’’ diye şöyle bir dokundurmuş ‘‘Eğer böyleyse niye yıllardır Beko'yu ‘dünya markası' diye farklılaştırmaya çalıştınız?’’ demeye getirmiştim. Bu aynı zamanda bir ‘‘Yöneticimiz uyuyor mu?’’ uyarısıydı.
Beko da benim gibi düşünüyor olacak geçen pazar tam sayfa gazete reklamı ile bütün Türkiye’ye şöyle seslendi:
‘‘Türkiye'nin ‘bir' dünya markası var.’’
Buradaki ‘‘Bir’’in benle hiç alakası yok. Buradaki ‘‘Bir’’ ilk bakışta ‘‘Bizim bir dünya markamız var’’ diyo.. Ama gerçekte dediği şu:
‘‘Beko Türkiye'nin bu kategorideki tek dünya markası, Arçelik sen niye kendi kendine gelin güvey oluyorsun?'
Evet, ben de şimdi Koç Dayanıklı Tüketim Grubu'na soruyorum, bu markaların birinin sahibi Mars'tan diğeri Venüs'ten mi?
(Reklam Ajansı: TBWA,
Rating: * * *)
NOT: Reklamda Beko'nun dünya markası olduğuna kanıt olarak ‘‘Dünya üzerinde her üç buçuk saniyede bir Beko markalı bir ürün satılıyor’’ deniyor. İki konuyu merak ediyorum: 1) Bu ülkelere Botswana da dahil mi? 2) Acaba hesap yapılırken bir satış noktasının kaç saat çalıştığı varsayımından hareket edildi?
Balkonları yeni girişi de kolay!
GÖRDÜĞÜNÜZ kadın fotoğrafının dergilerde yayınlanması, geçen hafta, Norveç Pazarlama Konseyi tarafından yasaklandı. Yayınlayana da 30 bin 000 Norveç kronu (yaklaşık 7 milyar TL) ceza verildi. Ne var bu fotoğrafta diyorsunuz değil mi? (Ben de sizin gibi bizim arka sayfa güzeliyle günde iki saat göz mesaisi yapsam böyle düşünürüm) Söyleyeyim: Konsey, bu fotoğrafın kadına saldırdığını ve onu küçük düşürdüğünü düşünüyor. Hemen ‘‘Bir de Norveç'te yani ha.. Ben demiştim zaten bu zındıkların bizden daha tutucu olduğunu.. Sansürcü zihniyete bakar mısınız?’’ diye başlamayın. Bu fotoğraf bir emlakçının, elindeki evlerden birini satmak için verdiği dergi reklamında yer alıyor ve altında da şu ifade yazıyor: ‘‘Yeni balkonları ve kolay girişi ile çok çekici...’’
Hálá zihniyetin sansürcü olduğunu düşünüyor musunuz?
Sarar'ın indirdiği ne?
SARAR'ın ‘‘indirim’’ başlıklı davetiyesi postayla elime ulaştı. Zarfı açar açmaz ‘‘öhüm’’ falan oldum. Sağımı solumu kontrol kolaçan edip malzemeyi (görsel olanı tabi ki) yakından incelemeye koyuldum. Kısa bir süre sonra anladım ki, Sarar hálá, bizim bildiğimiz Sarar. İş alanı falan değişikliği de yok. İndirim o kadar güçlü bir indirim ki, Sarar'ın birbirinden güzel elbiseleri, gömlekleri kapanın elinde kalıyor. Açıkta kalan mankenlerin orasını burasın kapatmak da, herhalde, satış görevlilerine, düşüyor. Zaten başka ne olabilirdi canım. Öyle değil mi?
Çekirgelik
Öfkeliyken konuş, göreceksin, pişman olacağın en güzel konuşmayı yapacaksın.