Pazar günü Los Angeles anılarını yazacağım demiştim. İşte yazıyorum.
Yaşlanıyor muyum neyim ilk defa 'jet lag' oldum, iyi mi? Los Angeles topraklarına ayak bastım, günüm şaştı, gecem şaştı, saatler karıştı, iki gün kendime gelemedim, Hollywood sokaklarında leyla leyla dolaştım.
Demek ki 'jet lag olmam' diye övünmemek lazım. Amerika'da okuduk ya... Yıllarımız geçti ya... Daha önce gittik geldik ya... Boşmuş bunlar. Aynı damardan penisilin gibi. Bir keresinde dokunmadı mı diğerinde dokunmayacak diye birşey yok.
Air France mı? Bir daha tövbe
Jet lag'imin suçlusu biraz da Air France. Çok sinirlendirdiler beni, çok. Aslında Air France'la diğer yolculuklarımdan çok iyi deneyimlerim yoktu ama fiyatın cazibesine kapıldım ne yapayım. Türk Hava Yolları 1100 dolardı, Air France 894 dolar. 206 dolar tasarruf edeyim dedim. Hay demez olaydım.
Önce İstanbul-Paris üç buçuk saat uç. Peşinden haldır haldır diğer perona yetiş, yeni uçağı yakala, sonra bir on bir saat daha uç, ver elini, tabii elini vermeye halin kalmışsa, Los Angeles.
Zaten yolculuk zor, Air France'ın hostesleri ondan da zor. Hepsinde bir karış surat. Nemrutlar bu Fransız hostesleri, nemrut!
Atlantik okyanusunun ortalarındayız, orta tuvaletlerden biri bozulu, hemen kilitlediler. Biraz sonra bayan yolculardan birinin midesi bulandı, diğer tuvaleti de o iptal etti. Air France hostesleri az daha kadıncağızı döveceklerdi. Nasıl olurmuş da pisletirmiş tuvaleti... İkinci tuvaleti de 'sorgusuz sualsiz' kilitlediler. Kaldık mı kuyruk tarafındaki iki tuvalete!
Sayelerinde tuvalet kuyruğuna gire çıka bir sürü arkadaş edindim de canım sıkılmadı.
Bir ara susadım, hosteslerin gazabından korkup, dudaklarımın arasından 'mmmmm' sesi (suyu anımsatmak için) bile çıkaramadım.
Bu sinir harbi içinde Los Angeles havaalanına indim işte. Ben jet lag olmayayım da kim olsun? Dua edin bir yerime inme inmedi.
Bundan sonraki ilk THY ile yolculuğumda (Bu pazar bir toplantı için yine Denver'a uçuyorum), bizim hosteslerden özür dilemeyen ne olsun! Onları 204 dolara sattığım için... Onlarla yolculuk nice fazladan 204 dolarlara değiyor.
Hoşgeldiiiiim Amerika'ya
Air Türbülans'tan indim, doğru 'danışma'ya gittim. Danışmadaki yaşlı pinpon teyzem 'Otobüsü boşver' dedi (Give the bus empty!), 'Taksiye bin 38 dolar yazar'. (Ride taxi, writes 38 dolars!) (İngilizcem nasıl ama?)
Bindim taksiye. Nereye mi gidiyorum? Hollywood'a gidiyorum Hollywood'a... Dünya sinema, eğlence sektörünün merkezine. Amerika’nın ikinci en önemli ihracat merkezine. Ünlülerin oteli Hollywood Renaissanse'a gidiyorum.
Daha doğrusu gidemiyorum. Çünkü yol git git bitmiyor. Sonradan öğrendim ki Los Angeles çok geniş alana yayılmış bir şehir. Sadece şehir merkezinin nüfusu 11,5 milyon. Beş altı alt belediyeden oluşuyor gibi düşünün. Hollywood da bu alt belediyelerden biri.
Yaklaşık 50 dakika sonra otelin bulunduğu Hollywood Bulvarı üzerindeki Kodak Theatre alışveriş merkezine geldik. Hakkikaten de pinpon teyzemin dediği gibi taksi tam 38 dolar tuttu.
Niye yalan söyleyeyim dışardan otel beni çok etkilemedi. Ama içeri girince ferah mekanlardan, modern iç tasarımdan etkilendim. Daha önce Holiday Inn'miş, onaltı ay önce restore edilip Renaissance olmuş.
Odaya çıktım, valizleri bırakan görevliye bahşiş 1 dolar verdim. Yüzünü buruşturdu, bir dolar daha verdim. Odayı anlatıp gitti. Ben de odada küçük bir keşif yaptım.
Buzdolabının üstündeki rafta şekerlemeler, çikolatalar, bir kulanılır-atılır fotoğraf makinesi vardı. Makineyi 'Ne bu?' diye elime almamla dolabın elektronik göstergesi aydınlandı: 'Şu anda yerinden oynattığınız malzeme oda hesabınıza geçmiştir!'.
'Hoşgeldiiiim Amerika'ya' deyip pencereye yöneldim ve orada öylece kalakaldım. Tam karşımdaki tepede o ünlü 'Hollywood tabelası' öylece durup duruyordu. Çok heyecanlandım çooook. Altı gün bu tabelaya bakarak uyandım.
Hollywood'da erken kalkan gala yapıyor
Bulvara indiğim sabah saat sabahın sekizi idi. Ortalık ana baba günü, görevliden geçilmiyor. Trafik araçları, itfaiye kılıklı araçlar falan... 'Ne oluyoruz yine mi abartılı bir yangın öyküsü' derken bir baktım benim yürüdüğüm bölüm araç girişine kapatılmış, yola yere kırmızı halı seriliyor. Çarli'nin Melekleri'nin galası yapılacakmış. Bir sonraki sabah yine o saatlerde bulvarda idim. Yine yol trafiğe kapatılmıştı. Bu kez Hulk filminin galası yapılacakmış.
Erken kalkan Holywood'da 'film galası’ yapıyor gibi geldi bana. Sağında Universal Film Stüdyoları, solunda Paramount Stüdyoları olunca bu sonuç kaçınılmaz galiba.
Hollywood bulvarı gerçekten her türlü ilginçliğe rastlayabileceğiniz acayip bir bulvar. Süperman'e bile rastlayıp iki dolar karşılığı fotoğraf çektirebiliyorsunuz. Sağlı sollu yüzlerce hediyelik eşya mağazası, binbir çeşit yeme mekanı ve sinemalar var.
Çok lüks değiller ama. Hatta eski püskü görünüyorlar. Sinema mekanları hariç ama. En ünlü sinemalar Mann's Chinese Theatre, Egyptian Theatre, El Capitan. Bu sinemaların en yenisi 1926 yılında inşa edilmiş. Daha sonra defalarca restorasyon geçirmişler.
Aylık mağaza kirası 35 bin dolar
Harrison Ford'un LA Homicide filmini The Chinese Theatre'da izledim. Ses düzeni bir harika. Film Türkiye'ye gelsin eleştiririz. Ne bileyim şu sıralar çok fazla film yazma havamda değilim. En son Türkiye'de Japonya'dan bir Ferhat İle Şirin masalı (Dolls) izledim. Onu bile yazmayı beynim reddetti. Eğer hala oynuyorsa Dolls'a gidin ama. Aşkın insanın başına neler getirdiğini şiirsel bir sinema dili ile anlatan sıcacık bir film.
Hollywood havasına dönersek... Meğer Haziran'da Los Angeles'ta güneş yüzünü çok göstermezmiş. Temmuz ayı ziyaret için daha uygunmuş. Gerçekten de serin ve kasvetli bir havada geçti altı gün. Bu havaya rağmen binlerce (çekik gözlüsü bol) turistin Hollywood'un kaldırımlarını fotoğraflamayı ihmal etmediklerini söyleyeyim. Niye mi kaldırımlar? Yıldız isimleri var ya kaldırımlarda hani... Hepiniz biliyorsunuz ya.
Hollywood esnafı bu kalabalıktan memnun. Irak Savaşı ve Sars nedeniyle son altı aydır ciddi kriz içindelermiş. El-Capitan sinemasının yanında hediyelik t-shirt satan esnafla konuştum. Ödediği aylık kira ne kadarmış biliyor musunuz? Tam 35 bin dolar. Karşıdaki dükkan da kardeşininmiş, yine t-shirt satıyor. O da 22 bin dolar ödüyormuş.
Adamcağız ağlamaklı halde 'Son altı aydır, 'kirayı nasıl çıkaracağız' diye düşünmekten gözümüze uyku girmiyordu, son günlerde uyuyabiliyorum' dedi. 'Ben de iki gündür uyuyamıyorum, Jet lag oldum da' dedim. Öyle aptal bir konuşma yaptık işte!
Hamlet Amca Erivan'dan gelmiş
Los Angeles'ta yürüme mesafesi dediğim yerlere ulaşmak için çıktığım hiçbir turdan taksiye binmeden dönemedim. Ayaklarımdaki su toplaması da yanıma kár kaldı! Taksi parası vermekten anam ağladı. İki dolara taksimetre açıyorlar, sonra her mili (1.6 km) 2 dolar.
İşin ilginci de ne biliyor musunuz? Yaklaşık on kez taksiye bindim, şoförlerin hepsi de Ermeni asıllı çıktı. 'Bizdeki fırıncıların, muteahhitlerin Karadenizli olması gibi bir şey bu herhalde' dedim içimden.
En fazla da Hamlet isimli yaşlı şoförle sohbet ettim. 'Şimdi bizim ülkemizde siz yaşıyorsunuz. Sizin doğrularınız geçerli, biz yaşasaydık bizim doğrularımız geçerli olurdu' diye hafiften bir laf soktu. Yaban ellerde bir tatsızlık çıkmasın diye karşılık vermedim.
Hamlet Amca 13 yıl önce Erivan'dan gelmiş ama Amerikanlaşamamış. İki üç kere de kendi deyimiyle 'business' kurmuş ama başaramamış. Ve diğerlerinin nasıl para kazandığına hayret ediyor, bu hayretini de şöyle dile getiriyor: 'Bak şu mağazalara, hiçbiri para kazanmıyor bunların hiçbiri, nasıl geçiniyorlar anlamıyorum, başka işler yapıyorlar galiba.'
Los Angeles anıları da bir günde bitmedi. Gördüğüm müzikali, House of Blues'daki Ottmar Liebert konserini, Santa Monica'yı, Malibu'yu, Cem Uzan'ın okulu University Of Pepperdine'ı size anlatamadım. Haftaya devam edeceğiz.
Jet lag nedir?
Ülkeler arası saat farkları nedeniyle vücudun alıştığı ritmin dışına çıkmasına jet lag deniyor. Uykusuzluk, baş dönmesi, baş ağrısı kısaca şapşallık yapıyor.
Cuma Lakırdısı
İnsanlara en adil şekilde dağıtılan nimet akıldır. Çünkü kimse aklından şikayetçi değildir. (Montaigne)
Cuma Takıntısı
Klasik gitar , kadife gibi bir ses ve Fransızca severler için Carla Bruni'nin 'quelqu'un m'a dit' isimli albümü..Şiddetle tavsiye ediyorum. Sakinleştiriyor insanı. Ve hayatı daha sindire sindire yaşama isteği uyandırıyor.