İpet Altınay'dan PR'cılara: Üç kuruş için olmadık müşterilere katlanmayın

Halkla İlişkilerciler tartışmasına izin verirseniz kaldığımız yerden devam edelim. Gelen e-postalardan halkla ilişkilere uzak okuyucularımın bile ilgisinin çekildiği anlıyorum.

Sıkılanlara biraz daha sabır diliyorum, az kaldı, bugün son, burada bir süre burada ‘‘h’’ ile başlayan cümle kurarsam dişimi kırın.

Bugünkü mektup Plan Halkla İlişkiler Şirketi'nin sahibi İpet Altınay'dan:

‘... yazındaki genç PR'cı adayının ifadeleri beni dehşete düşürdü. Gençlerin 'gazeteciler' hakkında negatif düşünceler beslemelerine külliyen karşıyım... Ben 18 yıllık PR'cı geçmişimde hiçbir gazeteci hakkında böyle yorum yapmadım, yapmam ve yapılmasına da izin vermem. Elbette her sektörün içinde ortalamayı düşüren insanlar vardır, ama hepimizin sorunu konuyu yanlış algılamak ve uygulamak kanımca.

PR ajansının işi, müşterisinden aldığı bilgiyi yoğurarak haber yapmak, habercilere/gazetecilere sunmak ve yayınlanan haberlerin kamuoyuna ulaşmasını sağlamaktır. Bu kadar basittir. Yani konu haber yapmaktır. Eğer değilse müşterini uyarırsın, ısrar ediyorsa onunla çalışmazsın olur biter. Habere karşı her gazeteci ilgilidir. Bu da ikinci gerçek.

Gelelim Arçelik ürününü değiştirmeye çalışan ekonomi muhabirine... Biliyorsun, Arçelik uzun bir süre benim de müşterim oldu. Bir basın mensubu nasıl tehdit eder anlayamadım. Haksız haber yapmakla mı? Buyursun yapsın! PR ajansı niye bunu tehdit olarak algılıyor? Arçelik adına davranmak durumunda kalan PR ajansının tutumundan, Arçelik üst düzey yöneticisinin ya da patronlarının haberi var mı? Onayı var mı? Birkaç amatör ya da kraldan çok kralcı ara yönetici yüzünden Arçelik marka ve kurumunun ismi neden böyle bir yazıda ya da olayda geçer?

Benzer bir olayı anımsıyorum. Nişantaşım Derneği'nin Lunapark gecesini yapıyorduk. Tabii ki pek çok davetli vardı, basın dahil. O dönem ki başkan da Cem Hakko idi. Gecenin ilerleyen saatlerinde kapasitenin dolduğu ve yiyeceklerin tükenmekte olduğu haberini aldık. Ekonomi dergilerinden birinde çalışan bir arkadaş (İnan ismini anımsamıyorum yoksa gizlediğimden değil) ailesiyle ve sanırım konu komşusuyla birlikte epey kalabalık gelmiş, kapıdaki görevli genç davetiyesinin iki kişilik olduğu konusunda uyarmış.

Kıyamet kopmuş tabii ki. Asarım keserim falan. Sanırım yakınlarının yanında gururu kırılmış olmalı. Ben olayı onlar gittikten sonra öğrendim. Ertesi gün de muhabiri aradım. Baktım hálá sinirli, kesin asacak, kesecek! E kendi bilir. Nitekim bir hafta sonraki dergisinde ismimle cismimle ne kadar fena ve fena ötesi bir ajans olduğum, gecenin ne feci olduğuna dair bir haber çıktı. E çıktı, n’apalım! Bu haber ne beni kötü bir ajans yapar, ne de geceyi kötü bir gece.

Halkla ilişkiler sektöründe çalışmak isteyen gençlere 'kimin altına yatacakları' gibi çirkin ve popülist ifadeler yerine haber yapmayı öğretelim. Halkla ilişkiler şirketleri üç kuruş için olmadık müşterilere katlanmasınlar. Adam gibi 3-5 müşteri ile adam gibi işler yapmak yetsin onlara. Fazla hırsa gerek yok. Asıl sorumlu olduğumuz kişiler haberi dolaylı olarak ilettiğimiz kamuoyu bunu unutmayalım.’

Altınay'ın görüşleri de böyle. Altınay, Halkla ilişkiler şirketlerimizi biraz hırslı buluyor ve ‘adam gibi az sayıda müşterilerle çalışsalar kaliteden taviz vermezler’ demeye getiriyor.

Not: Halkla İlişkiler'in İngilizcesi public relations, onun da baş harfleri PR.

NuTeras'ın havasından geçilmiyor

Mars Entertainment Group (MEG) güzel işler yapıyor. Ritz Carlton'un altında çok hoş sinemaları var örneğin. Matrix Reloded'ı orda izlemiştim. Koltuklar salon salomanje, girişteki bölümde yiyecek çeşitliliğine diyecek yok. Sushi yemek bile mümkün. MEG'in tek sineması burası değil. Diğerlerini görmek kısmet olmadı ama onlarda da bir farklılık vardır mutlaka. MEG'in keyifli işler peşinde olduğu kesin. Bir de plaj işletiyorlarmış, Boğaziçi Üniversitesi'nin oralarda... Gidemedik, gideceğiz inşallah.

Bir de dergi çıkarıyor MEG, adı Biz. Dördüncü sayısı çıktı. Az yazı bol fotoğraflarıyla ilginç bir konsept. Ama ne fotoğraflar! Her fotoğraf konuşuyor. Türkiye'de reklamlarıyla içeriğini birbirinden ayıramadığım tek dergi. Eğer çılgın dergiler seviyorsanız mutlaka abone olun telefonları (0212) 281 01 42. Dört sayı çıkıyor. Tamamı elli milyon TL. Değer ama...

Son dönemin en gözde restoran-barlarından NuTeras'ta MEG'e ait. İki hafta üst üste saat beşlerde aradım ‘Yer yok’ diye geri çevrildim. İnat ettim, merak ettim, üçüncü hafta öğlende aradım ve yer buldum. Akşam sekiz sularında gittiğimde terasa çıkıp önce bar kısmına geçtim. Tamam, güneş batarken hava kararırken Haliç'in Eyüp ve Balat tarafına bakan bir manzara var ama öyle de ahım şahım değil. Hava kararınca, evlerin ışıkları bir bir yanınca (birden nedense Erol Evgin'i anımsadım) ortalık daha bir keyifli oluyor ama ışıklarını gördüğün yerlerin balık istifi beton binalar olduğunu düşününce adamın iştahı kaçıyor.

Yemek zamanı geldi bardan restoran kısmına geçtim. Mercury Otel yemek boyunca bütün heybetiyle karşımdaydı. Restoran kısmından NuTeras'ın bir manzara özelliğini görmedim yani. Benim mi beklentim fazlaydı ne? Bir teras işte. Yemekler, hizmet, şarap mönüsü çok iyi. Izgara şişte kalamar, pazı üstü karides (karidesleri bırak pazıya bak), patlıcan ezme üstüne şiş ızgara. Lezzetleri anlatılacak gibi değil. NuTeras öyle ucuz bir yer de değil. İçkisi miçkisi, şusu busu adam başı yine bir 75-80 milyon ödenir gibi geliyor bana. Bütün gece Mercury Oteli görmek için değil ama. Havasına, ününe... Gidilen, gezilen yerleri abartmadan yazmak lazım diye düşünüyorum. Sonra hava parası fazla oluyor biliyor musunuz? (0212-245 60 70.)

Kazılara çekirdek parası

Sonunda Kültür ve Turizm Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Şükrü Demiryürek'ten Türkiye'deki kazılar ve ödeneklerle ilgili bilgi geldi. Demiryürek, gecikmenin Kültür ve Turizm Bakanlıklarının birleşmesinden kaynaklandığını söylüyor. Demiryürek ‘Neden sadece budur. Müşavirlik olarak üzerimizde hiçbir engelleme ve baskı yoktur. Bakanlık olarak açıklanmayacak hiçbir harcama kalemimiz yoktur’ diyor. Uzatmayalım, istediğimiz bilgiler geldi.

Bu bilgilere göre Türkiye'nin kazılmayan yeri yok. Sayılar şöyle: 58'i Türkler, 38'i de yabancılar tarafından yürütülen 96 genel kazı var. Ayrıca 25 baraj kazısı var. 49 müze müdürlükleri başkanlığında yürütülen kazı var. 46 adet de müze kurtarma kazısı var. Bunların bazısı mahalli imkanlarla bazıları sponsorlarla yapılıyor ama bu kadar kazı için 2003 yılında çıkarılan devlet ödeneği 316 milyar 250 milyon TL. Bozdur bozdur harca. Kültür Bakanlığı Döner Sermaye İşletmeleri Merkez Müdürlüğü'nden 56 kazıya (DÖSİM) ödenen para ise 1 trilyon 150 milyar lira. Toplayalım iki ödeneği 1 trilyon 466 milyon 250 milyon lira. Alt tarafı 1 milyon dolar. Önüne gelene tarihiyle kalıntılarıyla övünen, turizm reklamlarında tarihi kalıntılarla böbürlenen koca Türkiye Cumhuriyeti'nin her yıl kazılara ayırabildiği para çekirdek parası. Vah Türkiyem vah! Bu konuda acele sponsorluk yasasının çıkması için başka yazılar da yazacağız.

Cuma Takıntısı

Bu hafta tarih meraklılarına ilginç bir takıntı önereceğim. Kitabın adı 20.Yüzyıl Avrupa Tarihi Nasıl Öğretilmeli. Tarih Vakfı Yayını. Avrupa Konseyi destekli kitabın yazarı Robert Stradling. Kitabı okurken sadece tarih öğrenmenin nasıl'ı üzerinde değil genel olarak öğrenmenin nasıl'ı üzerinde düşünüyorsunuz. Kendi kendine öğrenmek de güzel bir şey.

Cuma Lakırdısı

Az düşünen, çok konuşur (Montesquieu)
Yazarın Tüm Yazıları