ARİA'nın Turkcell ve Telsim'e karşı her cephede verdiği gerilla savaşını hayranlıkla izliyorum. Pazarlama açısından fazla sorun görünmüyor. İletişim açısından ise işler biraz ‘‘Arapsaçı 2003 Modeli’’ne dönmek üzere. Sayelerinde iki üç saatte bir ayağa kalkıp, halk oyunları durumuna geçtiğimiz, ‘‘tey tey’’ diye iki döndüğümüz hip-hopçular bizi Ekstra Kart'a koşullandırmıyor muydu?
‘‘İletişim sanattır’’ konsepti ya da teması da faturalı hatlara? E şimdi ne demeye faturalı hatlara ilişkin bir promosyonda hip-hopçu kardeşlerimiz kullanılıyor. Yöneticimiz uyuyor mu? Yoksa ‘‘gel vatandaş gel ne alırsan 120 bine’’ şeklinde özetleyeceğimiz böyle saldırgan bir promosyon ‘‘iletişim sanattır’’ konseptine kalın mı geldi? Buna katılırım ama konsept dediğin de öyle zırt pırt değişecek bir şey değil ki be birader.
Herşeye rağmen biraz zorlanılsaydı, tonla monla oynanılır, ‘‘iletişim sanattır’’ adı altında da bu promosyonu duyuracak bir uygulama bulunabilirdi. Kabul ediyorum iletişim sanattır ama bilimin söylediğine de kulak vermek lazım. Oku bakim....
O Kent'le bu Kent farklı Kent mi?
KENT, Kinder'den esinlenerek çocuklara yönelik, içinden küçük oyuncaklar çıkan yeni bir ürün çıkardı. Adı Toybox. Bir süredir televizyonda animasyon (çizgi film) tekniğiyle hazırlanmış şarkılı reklamını izliyorsunuzdur. Zekice bir pazarlama atağı. Reklam da görevini yerine getiriyor. Benim derdim Toybox ismiyle. İlk bakışta, rakipleri ile karşılaştırıldığında pozisyon alması bakımından, yabancı isim tercihi doğru görünüyor.
Sakın yanlış anlamayın, ‘‘Hııııı’’ diye parmak sallayıp ‘‘Niye Türkçesini kullanmadınız? Oyuncak Kutusu'nun nesi var? Bitirdiniz laayn Türkiye'yi bitirdiniz’’ edebiyatı yapmak istemiyorum. Türkçe'nin katledilmesi sorunu çok daha büyük ve toplumsal bir sorun ve Kent'i kurban seçip günah keçisi haline getirmenin alemi yok. (Türkçe'nin katli konusunda hangimiz masum ki?)
Benim derdim Kent'in genel duruşu ile ilgili. Kent üç yıldır, bayrama sahip çıkan reklam kampanyaları ile ciddi bir gündem oluşturuyor. Hálá markanın ‘‘yaşlı’’ çağrışımlarının arttırıldığı konusunda çekincelerim devam etse de, bayrama sahip çıkmanın ya da daha genel anlamıyla bu ülkeye ait olan bazı değerleri korumanın, Kent markasının üzerine güzelce yapıştığını söyleyebilirim. Bu her markaya nasip olmayacak önemli bir avantaj. Ama tutarlı olmak lazım. Eğer Kent bu alanda bazı değerlere sahip çıkıyorsa, ürün isimlerinde de İngilizce kullanmamalıydı. Orada bazı değerlere sahip çık, burada Türkçe'yi katlet, olmaz. Yoksa bayramlara sahip çıkan Kent ile Toybox'u çıkaran Kent farklı Kentler mi?
İnsan ‘‘Demek ki sadece satış amaçlı geçici bir ikna oyunuymuş’’ demeden kendini alamıyor. Dikkat etmek lazım. Bilinmek kolay ama marka olmak çok zordur. Konsept olarak ortaya koyduğun değerlere gerçekten inanmak ve her alanda savunmak gerekir. Bilmem anlatabiliyor muyum?
RTÜK uyuma, halka sahip çık!
TELEVİZYONLARDA tam bir reklam çılgınlığı yaşanıyor. Neredeyse televizyon logolarına bile reklam alınacak. İçimiz dışımız reklam oldu. Yasalara göre televizyonların ne kadar süre reklam alabilecekleri belli. Hepsi bu süreleri aşıyorlar. Hadi ‘‘kriz dönemidir, sıkıntı içindeler buna ses çıkarmayalım’’ dedik ama normal reklam kuşakları dışında işin resmen şeyini çıkardılar. Vur dedi mi de bu kadar öldürülmez ki! Ekranın üstünden kafamıza düşen tüpler, su pompaları, damacanalar; sağdan gözümüze giren sabunlar, deterjanlar, ayakkabılar, terlikler; soldan kulağımıza giren otomobiller, traktörler, koltuk takımları; alttan neremize girdiği pek belli olmayan her boy ve ende yazılar da yazılar...
Bunlar da yetmiyormuş gibi dizilerin içine planlı olarak yerleştirilen traş bıçakları, meşrubatlar, sigorta poliçeleri, gözlükler, çerezler, cep telefonları, bilgisayarlar... Yok böyle bir şey! Dünyada halkına bu kadar zulmeden başka bir televizyon sistemi yok. Aslında Türkiye'de de yok. Olmaması lazım. Çünkü bunların hepsi yasa ve yönetmeliklere göre yasak! Allah aşkına saygı gösterin şu halka, Allah aşkına rica ediyorum sizden! Hadi televizyonlar saygısız diyelim. Senin de mi bu halka saygın yok RTÜK? Eğer, bu halkı televizyonların gazabından korumayacaksan varlığının sebebi ne! O zaman çekin gidin, açın Türkiye'nin önünü! Bizde size güvenmeyip, kendi başımızın çaresine bakalım.
Arpaş: Film gibi...
ARPAŞ'ın ilk önce tam sayfa basın reklamını gördüm. Sarışın, hoş bir kız fotoğrafı vardı başlıkta da ‘‘Aşk Değerli Bir Hediyedir’’ yazıyordu. Aferin Arpaş'a iyi iş becermiş dedim. Televizyon reklamını izlediğimde ise bir süre kendime gelemedim. Bir reklam kadınlara güzel birşeyler söyleyeceğim derken onları ancak bu kadar aşağılayabilir. Aşk bu kadar ayağa düşürülebilir. Aynı film gibi.. (Sinan Çetin'in aynı isimli programıyla hiçbir ilgisi yoktur. Karakterler tamamen uydurmadır!)
Ne o ‘‘Şapkasız çıkmam abi’’ gibi, ‘‘Vermeden ben de sana vermem abi’’ durumu. Tek kelime ile iğrenç! Seviyesiz! Reklamda cinselliğin kullanımı ile ‘‘argo’’ kullanımı arasında dünyalar kadar ‘‘fark’’ var. Anlayın şunu artık. Mücevher gibi ‘‘prestij’’ ürün, hangi sınıf hedeflenirse hedeflensin, kaldırır mı bu kadar seviyesizliği. Savunmaya bak: ‘‘İrrite (tahriş, tahrik değil) etmek istedik, üç günde de marka olduk...’’
Reklamdaki saatin yanına bir hamamböceği koysaydınız o zaman. Hem daha fazla tahriş eder hem de bir daha unutulmamak üzere anımsanırdınız. Çağrışımlar beyler çağrışımlar! Markanın ne adına orada olduğu yani. Eğer Arpaş ‘‘alan-veren kadının’’ markası olmak istiyorsa onu bilmem. Haydi öyle kadınlar var diyelim. Kocaları bu saati aldı, onlar da hemen aldı.
Söyler misiniz, toplumda ‘‘Verme muhabbetiyle’’ tartışılan bir saati bir kadın nasıl koluna takar? Hadi taktı diyelim ona biri şöyle dese ne der: ‘‘Verdi ha! Sen de verdin mi? Sonuç?’’ Arpaş iyi işler yapıyor(du). Lütfen hata yapmayın, yaptırmayın. (Reklam Ajansı: CAG Rating: Protesto ediyor yıldız vermiyorum.)
Çekirgelik
Bir ülkenin dini sendelemeye başladığında, her şey sendelemeye başlar.