Hepsi sınıfta kaldı!

BİLİYORUM siyasi yazılardan ciddi şekilde sıkıldınız. Söz, bu son. Ama bu yazıyı yazmam lazım. Yazmasam çatlarım. Çünkü 3 Kasım 2002 seçimlerinde siyasi partilerimizin çoğunluğu iletişimden sınıfta kaldı. Niçin, merak etmiyor musunuz? İşte nedenleri:

AKP: Çok şey söylendi aslında hiçbir şey söylenmedi

AKP
, ‘‘Milli Görüş’’ geleneğinden gelen alışkanlıkla, bol miting ve kapı kapı oy isteme yani yakın dövüş taktiğinden 3 Kasım'da da vazgeçmedi. Hakkındaki hukuki tartışmalar Tayyip Erdoğan'ın ekmeğine yağ sürdü. AKP reklam kampanyasında ilginç bir şekilde basını kullanmadı. AKP, bazı yerlerde ANAP öne çıksa da billboardların neredeyse tek hakimi idi. Erdoğan afişlerde taraftarlarına hep göz kırptı. Çok şey de söylendi ama aslında hiçbirşey söylenmedi. Söylenenler laf kalabalığından öteye gidemedi. Tayyip rüzgarı karşısında aslında bir şeyler söylenmese de olurdu. AKP'yi dostlar alışverişte gördü. Ve aslında AKP'nin söylemedikleri daha önemliydi. Örneğin AKP hiçbir iletişim unsurunda başörtüsünü öne çıkartmadı. (* *)


Ampul ANAP’ın hayatını kararttı!

ANAP
'ta, lidere ‘‘güven’’ sorunu had safhada idi. Bu nedenle lidere duyulan güven sağlanmadan yapılan ‘‘Avrupa Birliği'ne Biz Sokarız’’ konseptli iletişim kampanyası etkili olamadı. Reklamlarda önce, siyah ampul ile AKP'ye saldırıldı, aydınlığın adresi olarak ANAP gösterildi. Ancak bu reklam, her negatif reklam kampanyasında olduğu gibi kısmi bir ‘‘bumerang’’ etkisi yaptı. Daha sonra duygusal motifleri ağır basan, yine Avrupa Birliği hedefini vurgulayan ‘‘Düşün Baba’’ reklamlarına geçildi. Sinan Çetin'in filmi, basın reklamları, billboardlar hep birlikte ortak bir mesaja doğru gidiyorlardı ama sorun lidere duyulan ‘‘güvensizlik’’ olunca, ağzınla kuş tutsan nafile. Avrupa Birliği kozu güven getirmedi, ne güven getirebilirdi onu bilmiyorum. (* *)

Genç Parti yasa ve kural tanımadı

GENÇ
Parti, tam anlamıyla bir lider lansman kampanyası yaptı. ‘‘Cem Uzan'a iktidardan hesap sorma potansiyeli olan lider’’ imajı yaratıldı. Belirlenen dar hedef kitlenin bam teline basan az sayıda anlamlı mesajlar seçilerek, günlerce tekrar tekrar kafalara çakıldı. Bütün seçim yasakları ve etik kurallar ayaklar altına alındı, neredeyse ‘‘Hava durumu’’ programları dahil mümkün olan her ortam propaganda platformu olarak kullanıldı. Aslında bu kampanyanın hakkı üç yıldız. Yasaya aykırı medya kullanımı nedeniyle mesajlarını küçük büyük herkese anlatabilen tek iletişim kampanyası Genç Parti'nin kampanyası idi. Ancak yasalar karşı gelindiği ve etik kurallar çiğnendiği için bir yıldızdan fazla yıldız vermem mümkün görünmüyor. (*)

‘Soft Baykal yaratacağım’ derken

1999
'da Baykal'ı hırçın bulup CHP'ye oy vermeyenler bazıları için bu seçimde de tek engel vardı: Yine Baykal! Aslında ‘‘Baykal'a güvenmiyorum..’’ diye sorgulayanların çoğunluğu sorunun Baykal olmadığını biliyorlardı. CHP'ye oy vermek için ‘‘AKP tehdidi’’nden başka bir neden bulamayanların kendilerine dahi itiraf edemedikleri gerçek şuydu: Yenilik istiyorum, bu CHP'nin neresi yeni! Baykal sendromunu yaşayanlardan AKP tehditini büyük görüp vicdan azabı çekmek istemeyenler, kendilerini ikna ettiler ve CHP'ye oy verdiler. CHP iletişim ve reklam stratejilerinde iki büyük yanlış yaptı. İlk olarak gereksiz yere AKP'yi hedef aldı. Oysa hedef, iktidar partileri olmalı, iktidardan yılmış seçmene ‘‘hesap sorulacak’’ duygusu geçirilmeli idi. İkincisi ‘‘Soft Baykal’’ imajındaki dozun iyi ayarlanamamasıydı. ‘‘Soft Baykal’’ yaratacağım derken, 'Sistemle barışık bir Baykal'' ortaya çıkartıldı. Bu sefer de Baykal hırçınlaşmadığı için CHP istediği oy oranına ulaşamadı! (*)

Emanet oylar bu kez yaktı

MHP
ise lidere değil daha çok partiye duyulan ‘‘güven’’ sorunuyla karşı karşıyaydı. 1999'da sözler verilmiş, emanet oylar alınmış ama emanet oy verenler sözlerin MHP tarafından tutulmadığına inanıyorlardı. MHP'nin sözlerini niye tutmadığını, ya da bazılarını tuttuğunu anlatması gerekiyordu. Ama MHP çok cılız bir iletişim kampanyası yürüttü. (*)


‘İş göremez’ algısı bitirdi

ECEVİT
'in akıl sağlığı yerinde olsa bile onunla ilgili ‘‘iş göremez’’ algısı DSP'nin sonunu hazırladı. ‘‘Dürüst’’ imajı 1999'da Ecevit'i iktidara taşıdı, ‘‘iş göremez’’ imajı ise 2002'de onu iktidardan etti. DSP son on günde bir reklam ajansı seçip teknik açıdan derli toplu ‘‘Hedef Bilgi Toplumu’’ konulu reklamlar yayınladı. 6 ay önce Ecevit yerini Yılmaz Büyükerşen'e bırakmış olsaydı işte o zaman ‘‘Hedef Bilgi Toplumu'nun’’ neyi ifade edeceğini birlikte görürdük. (*)

Başörtüsü de yetmedi

SAADET
Partisi bilinçli bir şekilde reklam kampanyasında başörtüsünü öne çıkaran parti oldu. ‘‘Önce Sen...’’ diyen afişlerde, billboardlarda farklı yaşam biçimlerinden insanlar resmediliyordu. Ancak diğer insanlar figürandı, aslında tek amaç vardı o da başörtüsünü vurgulamak. Böylelikle AKP'den oylarını kaçırmayı düşünüyordu. Ama bazıları yalancı çoban durumuna düştüğünde söylenenler etkili olamadı. (*)

Şahlanamadı Türkiyem!

NİĞDE
ve Aksaray gezilerimde, DYP'nin bu seçimde barajı aşmasının işten bile olmadığını gördüm. Muhalefet partisi idi, ‘‘Ezik Türkiye adına’’ hesap sorma hakkına sahipti, sempatizanları ve 1946 ruhu arasında da profesörlüğü, ekonomi alanındaki uzmanlığı hálá prim yapıyordu. Tansu Çiller'in yapması gereken özellikle kadınlar arasında ‘‘güvenilirliğini’’ yeniden geri alacak bir iletişim planı yapmaktı. Yani Tansu Çiller'i Tansu Çiller yapan özelliklerin tozunun alınması gerekiyordu. Bu yapılacağı yerde iletişimde ‘‘Şahlanacaksın Türkiyem’’, ‘‘Kırat'ın Böğrüne Bas’’ gibi klişeler kullanıldı. Hedefe isabet etmeyen bir sürü karmaşık reklam mesajları ile şahlanamadı gitti Türkiyem! (*)
Yazarın Tüm Yazıları