Haz Türk mutfağını göklere çıkarmış

Londra’da Türk lokantalarını keşfetmeyi kendime iş edindim. Londra’nın ‘The Wall Street’i sayılan ana caddede dolaşırken ‘Buralarda bir Türk lokantası var mı?’ diye sordum. ‘Cutler Street’i bul, orada bir tane var!’ dediler. Çok sevindim.

Beş dakika sonra Haz’ın önündeydim. Saat oniki suları falan. Haz’ın girişi çok etkileyici ama içeri girilecek gibi değil. Çok hoş bir mekan. Geniş, ferah, şık, tertemiz. Ama iğne atsan yere düşmeyecek kadar dolu. Daha kapıdan girerken takım elbiseli bir görevli ilgilendi ve ‘Bir şeyler içmek isterseniz ikram edeyim ama yemek için ancak ikiden sonra uygun oluruz’ dedi.

Dışarı çıkıp sokak kapısındaki tabelayı incelemeye koyuldum: ‘Kişi başı 7.95 pound. İki kap yemek. Çorba, humus, tabule, kısır, karışık sebzeli makarna, kuzu şiş, tavuk şiş, kuzu güveç, köfte. Et yemekleri pilavla servis yapılır. Her bölümden bir kap yemek seçilir.’ Ağzımın suyu şapır şapır akmaya başladı ama yapacak bir şey yok. Gidip yakınlardaki Liverpool Tren İstasyonu’nu gezdim.

İkiye biraz yakın yeniden Haz’a damladım. Hedefe kilitlendim mi beni tutana aşk olsun! Yine aynı görevli karşıladı ve hemen boş masalardan birine oturttu. Öğrendim ki bu güleryüzlü, saygı dolu arkadaşımız Haz’ın sahiplerinden Ahmet Akdoğan’mış. 14 yıl olmuş İngiltere’ye geleli ve Haz’ı açmadan önce Sofra London’da yönetici olarak çalışıyormuş.

Ahmet Akdoğan, Sofra’ların sahibi Hüseyin Özer’in tezgahından yetişmiş anlayacağınız. Mutfakta da Ahmet’in ağabeyi varmış. Bütün mezeleri ağabey Akdoğan kendi elleriyle yapıyormuş. Ne mezeler ama. Humus, imambayıldı, zeytinyağlı dolma, enginar, tabule, cacık, patlıcan ezme, bakla, içli köfte... Bu mezeleri yiyip de Türk mutfağına hayran olmamak mümkün değil. Ahmet Akdoğan da aynı kanıda. Diyor ki: ‘Mutlaka Türk mutfağını tanıtmamız lazım. Diğer ülke mutfaklarının nasıl tanıtıldığını görünce içim cız ediyor. Türkiye’yi tanıtmanın yolu Türk mutfağını tanıtmaktan geçiyor. Mutlaka Turizm Bakanlığı bu konuyla yakından ilgilenmeli. Bizim yemeklerimizi yiyenin Türkiye’ye yönelik algıları değişiyor. Şurada iki gün durun doğruyu söylediğimi kendi gözlerinizle göreceksiniz..’

Ahmet Akdoğan’a yürekten katılıyorum. Türk mutfağı olarak Akdeniz’den, doğudan, batıdan bazı yemekleri ödünç almış olabiliriz ama bu yemekleri pekala Türk mutfağı olarak pazarlayabiliriz. Türk mutfağını baş tacı yapmanın yolu da Avrupa başkentlerinde Haz gibi kaliteli lokantalar açmaktan geçiyor.

Akdoğan’la Londra’da lokanta işletmenin zorluklarını da konuştuk. ‘Bizim işimiz çok daha zor’ dedi ve ekledi: ’İş plazalarının ortasında olunca ister istemez hep aynı insanların mekanı oluyorsunuz. Bu da çok dikkatli davranmanızı gerektiriyor. En ufak hatada kendimizi sinek avlarken bulabiliriz.’

Zeytinyağlılardan sonra ana yemek olarak karışık et tabağı söyledim. Etlerin tadına doyulacak gibi değildi. ‘Bu kadar lezzetli eti nereden buluyorsunuz?’ diye sordum. ‘İskoçya’dan getiriyoruz’ dedi Akdoğan. Zor değilmiş İngiltere’de lokanta lojistiği. İşi bilen için zorluk yokmuş. Aydoğan ve ortaklarının işi gerçekten bildikleri ortada. Umarım Haz’ların sayısını kısa sürede çoğaltır, Türk mutfağının hak ettiği yere gelmesine yardımcı olurlar. Hatta sadece Londra’da değil, Paris’te, Barcelona’da, Roma’da da açarlar birer Haz. Tüm Avrupa’yı Türk yemekleri yeme hazzından mahrum bırakmazlar. Teşekkürler Haz’cılar. Sizin gibi turizm elçilerine çok gereksinimimiz var. Asıl madalyayı Türkiye Cumhuriyeti’nin sizlere takması lazım. Ben taktım, gerisini Türkiye’yi yönetenler düşünsün.

(9 Cutler Street, London, E1 7DJ Tel: 020 7929 7923)

Orhan Dede

Ahmet Akdoğan’la konuşurken birden yanımızda sarışın bir delikanlı belirdi: ‘Hocam nasılsınız?’ dedi. Delikanlıyı bir yerden gözüm ısırdı ama tanıyamadım. Meğer Anadolu İletişim’den öğrencimizmiş. Orhan Dede. Orhan İngiltere’ye Avrupa Birliği alanında yüksek lisans yapmak için gelmiş. Bir ara yolu Haz’la kesişmiş ve Haz’da restoran yöneticisi olarak çalışmaya başlamış. Orhan Dede ‘hocaların gölgesi adına’ çok izzet ikram yaptı, mutlu oldum tabii ki. Orhan’ın yüksek lisansı bitirdikten sonra doktoraya devam etme motivasyonu da ayrı bir mutluluk kaynağı oldu benim için. Orhan’ın heyecanını görünce kendini motive eden insanın engel tanımadığını, taşı sıktı mı gerçekten suyunu çıkardığını düşündüm. Yeter ki bir insan bir şey istesin, ona ulaşmak için de ne gerekiyorsa gözünü kırpmadan yapsın. Başarı mutlaka arkadan geliyor. Orhan başarılı olacak. Yolu açık olsun.

CUMA LAKIRDISI

‘Biliyorsan konuş ders alsınlar, bilmiyorsan sus da adam sansınlar!’

Bir öykü daha...

Geçen hafta yazdığım Ahmet Bakıcı’nın öyküsü oldukça ilgi çekmiş olacak bakın nasıl öyküler gelmeye başladı:

‘Ben Yeliz, Ankara’da bir turizm firmasının yetkilisiyim. Bugünkü yazınızı okudum. İlgimi çekti. Buna benzer bir hikaye de ben anlatmak istiyorum. Umarım ilginizi çeker.

Hikayenin başrol oyuncusu Hüseyin Akgün, 17 sene olmuş Londra’ya gideli, burada TIR şoförlüğü yapıyormuş. Bir gün yine yükle yurtdışına gitmiş ve bir daha dönmemiş. Üstünde çok az bir para varmış ve bir restoranda çalışmaya başlamış. Bulaşık yıkamış, garsonluk yapmış, para biriktirmiş. İngiliz vatandaşlığını alınca, tabii oranın bazı avantajlarını da kullanarak restoran açmış. Bir süre çalıştırdıktan sonra aldığının iki katına satmış. Bu şekilde birçok restoran almış, satmış. Üstelik dekorasyonunu da kendisi yapmış. Çok iyi para kazanmış ve biriktirmiş. O kadar çok çalışmış ki elin memleketinde, annesinin cenazesine bile gelememiş. Tam 12 sene hiç gelmemiş Türkiye’ye. Annesinin ölümünden iki sene sonra gelebilmiş. Birçok yakınını da yanına almış. Restoranın bir tanesini yapıp, iyi çalışır hale getirdikten sonra, erkek kardeşine vermiş. Restoranın adı Brothers Bistro. En son yaptığını da şu an kendisi çalıştırıyor. Onun adı da Brothers Bistro 2. Buranın dekorasyonu biter bitmez Pizza Hut’dan 100 bin pound teklif etmişler. Fakat satmamış. Henüz 8 aylık olmasına rağmen İngilizlerin çok ilgisini çekiyormuş. Buradan birçok dekorasyon malzemesi götürdü. Restoranını güzelleştirmek için. Onu çok takdir ediyorum.

Peki ben kimim? Ben Hüseyin Akgün’le yaklaşık 2 yıl önce tanıştım, Ankara’da açtığı turizm firmasında (Gölge Turizm). Önce otel ve tur bölümünde çalışıyordum. Şimdi yetkilisi oldum bu firmanın. Hüseyin Akgün, İngiltere’de olduğu için ben işletiyorum. Yani kendisi benim patronum olur. Ben tabii kısaca anlattım aklımda kalanları. Londra’da bulunduğunuz zaman umarım restoranı ziyaret eder, daha detaylı hikayeyi kendisinden dinleme fırsatı bulabilirsiniz. Bir yazınızda ondan da bahsederseniz gerçekten çok sevinirim.

İlk defa bir gazeteye yazı yazıyorum. Bilmiyorum neden ama yazıyı okuyunca bunu size yazmak istedim. Hüseyin Akgün’ün haberi bile yok yani. Mutlaka bundan çok daha ilgi çekici hikayeler vardır. Zamanınızı ayırıp yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim. Belki sizi pek ilgilendirmeyecek ama ben yine de restoranın adresini vermek istiyorum. (Brother’s Bistro 2 Cafe & Restaurant 2 Purley Parade, High Street Purley Surrer CR8 2AR London. Tel: 020 8763 0909).’

İngiliz kadınına ek

Geçen hafta İngiliz kadınının ne kadar ‘sıcak kanlı’ olduğundan söz etmiştim. Caroline Onur beni destekleyen bir e-posta göndermiş: ‘İngiliz kadınlarıyla ilgili yazınıza istinaden yazıyorum. Aman onlar kışın da kafayı yemiş vaziyette! Ben ocakta gittim, üstümde boğazlı kazak var, restorandayız donuyorum, bana uzaylı gibi bakıyorlar! Çünkü malum ladyler, ince askılı bluz, çorapsız sandaletlerle oturuyorlardı! Ben mi anormalim diye kendimi sorgulamadıysam ne olayım. Ne dersiniz biz mi anormaliz onlar mı?’.

CUMA TAKINTISI

Bu hafta İstanbul’da Borsa Lokantası’ndaki zeytinyağlılara taktım. Kesinlikle bu hafta sonu Borsa’ya gidip kendinize zeytinyağlı ziyafeti çekmenizi öneriyorum. Ağzım sulanıyor, duramayacağım, ben gidiyorum. Borsa’da görürseniz tanımamazlıktan gelin, tamam mı?

CUMA PARILTISI

Kadın, gece yarısı yanından kaybolan kocasını bulmak için kalkar. Evde yalnızlık içinde, aşağıdan bir ses duyar. Aşağı iner ve tekrar dinlemeye başlar, ama kocasını bulamaz. Biraz daha aramak için aşağı depoya iner, orada kocasını dizleri üstüne çökmüş, duvara dönmüş ağlarken bulur. Ve merakla sorar: ‘Neyin var, ne oldu?’ Kocası: ‘Hatırlıyor musun, baban bizi beraber yakaladığında bana ‘ya evlenirsin ya da 20 yıl hapis çekersin, demişti ya...’ Kadın şaşkın sorar: ‘Eeee ne var bunda?’ Adam ağlamaklı yanıt verir: ‘Bugün, hapisten çıkmış olacaktım.’

CUMA İTİRAFI

malloryrules; Cinsiyet: Kadın;

Yaş: 30; İl: İstanbul

’Nefret ettiğim yengemi aramam gerektiğinde mutlaka işyerinin telefonundan arıyorum. Onun için 5 kuruş dahi harcamamak beni bir nebze olsun rahatlatıyor.’

Not: Türkiye’de bir akrabasıyla küs olmayan neredeyse yok gibidir. Ama nefretin bu kadarı da fazla değil mi?
Yazarın Tüm Yazıları