AMERİKA'nın Wisconsin eyaletinde, Marquette Üniversitesi'nde okurken, aldığım ‘‘ikna’’ dersini unutamam. Her dersin tadı damağımda ayrı kaldı ama, bu dersin tadını unutmam mümkün değil.
Allahım ne güzel dersti o! Şimdi adını anımsamadığım ama oldukça konusuna hakim bir bayan doçentimiz vardı. Çok keyifli dersler işlerdik. Hoca iki aylık bebeğini de derse getirir, o omuzunda uyurken bize ikna konusunda örnek olay çözdürürdü.
Günlerden bir gün bize şöyle bir örnek olay verdi: Tek ama tek yiyecek kaynağı rengeyiği olan ‘‘Geyik Kabilesi’’nin bir üyesi olduğunuzu varsayın. Kabile olarak, rengeyiklerinin yiyecek bulmak için güneye göç ettiği ilkbahardan sonbahara kadar olan dönemde, kabileye yetecek kadar ren geyiği avlıyor, kışın yemek için saklıyorsunuz. Av dönemi bittiğinde fark ettiniz ki, kış daha öncekilere göre çok sert geçecek ve elinizdeki rengeyiği stokunun yetmesi mümkün değil. Yeterli et ve hayvan yağı olmazsa ölüm kesin! Sorunu tartışmak için toplantıya çağrıldınız. Ne yapardınız?
Arkadaşlarla oturup beyin fırtınası yaptık. Sonra bir dizi öneriyi hocaya sunduk. Aşağı yukarı öneriler şöyleydi:
1) Geyiklerin peşinden gidelim. Biraz daha avlayalım.
2) Alternatif bir yiyecek kaynağı arayalım. Meyve, balık, kuş yiyebiliriz.
3) Genç ve sağlıklı bir ekibi yardım getirmesi için gönderelim.
4) Daha idareli kullanmak için yiyeceği şimdiden paylaşalım.
5) Ren geyiğinin sadece etini değil, derisini, boynuzunu da yiyelim.
6) Bazı kabile üyelerini yiyeceğin bol olduğu yerlere gönderelim, talebi azaltalım.
7) Bazılarımızı öldürelim böylece talep azalır.
8) En yaşlılardan başlayarak en işe yaramazları öldürelim.
9) Yamyamlaşalım, öldürdüklerimizi yiyelim.
Gördüğünüz gibi en pratik çözümleri başta sunup, daha sonra sorunu çözmek için işi yamyamlığa kadar vardırdık. Hocamız önerileri alıp şöyle bir sınıfa baktı ve ‘‘Gördünüz mü? Siz Geyik Kabilesi üyesi olamazsınız’’ dedi.
Meğerse ‘‘Geyik Kabilesi’’ gerçekten varmış. Böyle bir durumda hiçbirşey yapmaz, kışı çıkaramayacaklarını bildikleri halde düzenli bir şeklide yemeklerini yemeğe devam ederlermiş. Hatta devletin yardımını bile reddedip ölümü beklerlermiş.
Bize verilmek istenen ders şuydu. ‘‘Geyik Kabilesi’’ batı kültürünün ‘‘sorun çözme’’ çerçevesine girmiyor. ‘‘Geyik Kabilesi’’ durumu kabul ediyor ve bir şey yapmıyor. Batı kültürü sorun çözmeye odaklanmış bir kültür, sorun çözülemez görünse bile, çözmek için uğraş veriliyor. Çünkü batı kültüründe insanlar ‘‘bir şey yapmak’’ için eğitiliyorlar. İkna edecek kişi bir sorun ortaya koyup çözüm önerisi getirince de başarı kazanıyor.
Gelin şimdi bize bakalım. 3 Kasım 2002'de seçime gidiyoruz. Neredeyse 50'ye yakın parti var. Çarşaf gibi bir seçim pusulasıyla sağlıklı bir seçim imkansız. Varolan seçim sistemi ve siyasi partiler kanunu ile de sorunların çözülemeyeceğini, artık kundaktaki bebek bile biliyor. Sorun belli. Ama çözüm önerisi yok.
Getirilen çözüm önerisi, sorunun ta kendisi: Seçim!
Bana, sonucu değiştiremeyeceğimizi bile bile yine aynı seçim sistemi ile aynı kanunlarla seçime gitmenin mantığını anlatır mısınız? Aynı şeyleri aynı şekilde yaparak nasıl bir şeyleri değiştirebiliriz. Ölümü bekliyoruz. Lütfen söyleyin bana biz Geyik Kabilesi miyiz?
Aşk mektuplarımız hálá Türkçe
GEÇEN hafta yazdığım ‘‘DYP Communication Group’’ başlıklı yazıma çok miktarda ‘‘protesto’’ mesajı aldım. Türkçe elden gidiyor, niye eleştirmiyorsun diyorlar. Okurlarım doğru söylüyor. En azından geleneklere bağlı olduğunu söyleyen bir partinin daha dikkatli davranması gerekirdi. Hatta biraz da saman altından eleştirmek için başlığa ‘‘DYP Communication Group’’u çıkardığımı söyleyebilirim.
Ancak ben ‘‘Türkçe'nin elden gittiği’’ konusunda çoğunluk gibi düşünmüyorum. Evde ailemizle, işyerinde, okulda arkadaşlarımızla Türkçe konuştuğumuz, aşk mektuplarında sevgilimizle Türkçe anlaştığımız sürece, Türkçe'ye bir şey olması mümkün değil. Olmayacak da. Eğer sevgi sözcükleri de İngilizceleşirse nasıl tepki göstereceğimi o zaman görürsünüz. Ben daha çok kafayı ‘‘niye biz Türkler İngilizce öğrenme engelliyiz’’ ona takıyorum. İngilizce'yi toptan öğrenmek zorundayız. Eğer dünyayla entegre olmak istiyorsak..
Dünyada bugün 3 bin dil konuşuluyor. Yüz milyonlarca insan bu dillerden sadece onunu konuşuyor ve İngilizce, Çince'den sonra en çok konuşulan ikinci dil. İngilizce'yi ikinci dil olarak bilenlerin sayısı anadili İngilizce olanlardan fazla. 45 ülkede İngilizce ilk konuşulan dil. Dünyada her yedi kişiden biri İngilizce konuşuyor. Bilimsel yayınların 3'te 2'si İngilizce yazılıyor, internetin % 80 içeriği İngilizce. Bugün Japonya semalarında uçan Japon pilotlar bile İngilizce iletişim kurmak zorunda. Ve İngilizce diğer dillerle karşılaştırıldığında öğrenmesi en kolay dil.
Biz Türkler neredeyse yarım asırdır devlet ortaokullarında, liselerinde saatlerce İngilizce dersi verir, paralar dökerek İngilizce öğretmeni yetiştirir ve sonra yine bu öğretmenlere saatlerce ders ücreti öderiz, bunun karşılığında çoğunluk ‘‘My name is Hıdır’’dan öteye gidemez. Ve de hiçbirimiz hiçbir şey yapmayız. Tam Geyik Kabilesi! Hadi diğer eğitimlerin sonucunu gargaraya getiriyoruz diyelim. Bir öğrencinin saatlerce İngilizce aldıktan sonra bir şeyler öğrenip öğrenmediğini test etmek o kadar kolay ki! ‘‘What are you doing?’’ deyin eğer ‘‘Ne diyon gülüm?’’ yanıtı gelirse, Tarzancadan hallice yeni bir Türk vatandaşı kazanıyoruz demektir. Ne olur söyleyin, niye birbirimizi kandırıyoruz?
Bu arada geçen hafta bazı isimlerde hatalar yapmışım. Arter Ajans'ın sahibi Erol Kolçak, iletişim kampanyalarından sorumlu DYP'li Ufuk Söylemez, DYP'nin yaklaşım teklifi istediği ajanslardan biri de Oda Reklam Ajansıymış. Düzeltir, özür dilerim. Oda Reklam Ajansı'nın Başkanı Şahin Tekgündüz DYP flörtünü doğruladı.
Sütaş'tan geğirten çuvallama!
HATIRLARSINIZ iki hafta önce ‘‘Sütaş'tan Geğirtmeyen Ayran’’ diye bir yazı yazıp, soframızın tam ortasına geğiren bu ‘‘tiksinç’’ reklamı yapmanın mantığını sormuştum. ‘‘Bir yıldız’’ı vereceğim ama hani Sütaşçılar benim bilmediğim bir şeyi biliyorlarsa ayıp olur diye önce bir sorayım dedim. Sütaş, Perşembe günü basın toplantısı yapıp ‘‘tam anlamıyla çuvalladığı’’ reklamı düzelttiğini, ‘‘geğirme’’ sesinin yerine ‘‘biiip’’ sesi koyduğunu açıkladı.
Kamuoyuna yapılan açıklamadan anlıyoruz ki, Sütaş çocuklarımızın Cola, Fanta gibi asitli içecekler yerine ayran içmelerini istiyormuş, o yüzden de milletin midesini bulandırma hakkını kendinde görmüş. Nitekim reklam yeniden seslendirilmiş. Geğiren kızımızın içtiği meşrubat olmuş, ayran da sağlıklı içecek. (Ne dava konusu olur ama!)
Bence işin aslı şu; Sütaş'ın sadece yemeklerin yanında içilen bir içecek olarak satabileceği ayran ancak bu kadar. Pazarını genişletmek için ise asitli içecek pazarından pay alması gerekiyor. Yani dört genç sinemaya gidip, dört patlamış mısır, dört ayran isteyecekler. Bunun için de asitli içeceklerin ‘‘geğirttiği’’ söylenilip, ‘‘asidin’’ isminden gelen olumsuzluktan yararlanılmaya çalışılıyor.
Burada bence önce tam bir stratejik çuvallama sonra da tam bir taktik çuvallama söz konusu. Ayranı ancak gençleri anlayarak gençlere içirebilirsiniz. Gençler geğirtiyor diye mesela Coca Cola'dan vazgeçmezler. Gerekirse Tarkan'ı iki geğirtiriz, olur sana geğirme, cinlop gibi bir trend! Taktik açıdan ise reklam yayına çıkmadan önce test edilseydi, iğrençliği ortaya çıkardı. Neyse... Ben Sütaş'ı bir arayış içinde görüyorum. Artık ineklerden kurtulup hayatın içine girmek istiyor. İlk çaba başarısız. Sütaş ikinci çabasını, umarım, diğer vücut hava kabarcıklarımız üzerine temellendirmez. Bir de basın toplantısı yapıp olayı büyütmenin alemi yoktu diye düşünüyorum, reklam değiştirilirdi, olur biterdi.
Cırt Ayşe Teyze geri döndü
‘‘CIRT Ayşe Teyze’’, biraz yaşlanmış da olsa televizyon ekranlarına, yine bir ‘‘Cırtlı’’ reklamla geri döndü. Hem de Süper Ayşe Teyze olarak. Ayşe Teyze'ye, geçkin yaşında internete olan ilgisi nedeniyle ‘‘Süper’’ demiyorum. O yaşta oturup mynet.com da 40+ odasında chat yapacağına, gidip elalemin internetten gelen acil ‘‘Cııırt’’ çağrılarına kulak verdiği için ‘‘Super’’ diyorum. Acil durum ‘‘Cırt’’ çağrısı gelir gelmez Süper Ayşe Teyze dolaptan sıra sıra duran, herbirinin içinde koca bir Ace bulunan ‘‘Acil Durum Çantası’’nı alıyor ve olay yerine ışınlanıyor.
Ayşe Teyze olay yerine geldikten sonra ‘‘Kardeşim, koca dana gibi çocuğu çarşafla sallarsanız olacağı bu! Siz Caaart diye yırtılmadığına, hatta içinizden birinin fıtık olmadığına dua edin’’ diyeceği yerde, sorunlu kadına, diğer çamaşır sularının nasıl testere etkisi yaratırcasına çamaşırları yıprattığını açıklamaya girişiyor. Burada en sevdiğim bölüm, diğer çamaşır sularının çamaşırları nasıl cırtlattığının kanıtı olarak sunulan yuvarlak disk şeklindeki testere görüntüleri. Bu görüntülerin patentleri alınıp, ACE adına tescil edilmemişlerse ben ne olayım.
Teknik olarak bakarsak çalışan Ayşe Teyze karakterini raftan indirip, güne ayak uydurarak yeniden kullanmak iyi fikir. Mesaj etkili bir şekilde hedefe ulaşıyor. ‘‘Acil Durum Çantası’’ esprisiyle yaratılan hafif mizahi tonun, ikna ediciliği azaltıp azaltmadığını merak ediyorum. Gerçi Ayşe Teyze Cırt reklamları hep komikti ama, bu sefer Ace'nin kendi yarattığı reklamla dalga geçiyormuş gibi izlenim bırakması söz konusu. Araştırmak lazım. Net birşey söyleyemiyorum. Ama çok cesaretli bir yaklaşım, kutluyorum. (Reklam Ajansı: Grey/Worldwide Rating: Beş Yıldız)
Kaybolan zaman!
SPİKERLERİN, ‘‘dilini eşşek arısı soksun’’ desem yeri. Futboldaki uzatma dakikalarına ‘‘kaybolan zaman’’ demekte ısrarcılar. Bu zaman nasıl kayboluyor bir anlasam? Yani nereye gidiyor zaman? Bunun İngilizcesi ‘‘additional time’’. Türkçesi de olsa olsa ‘‘ek zaman’’ olur. Peki kim, neresinden uyduruyor bu kaybolan zamanı? Daha önce ‘‘Call’’u, ‘‘Çağrı’’ diye çevirmişti birileri. Herkes birbirine ‘‘Beni ara’’ diyeceğine, ‘‘Bana çağrı yapsana’’ diyordu, neyse ki sonra hatadan dönüldü. Şu ‘‘kaybolan zaman’’ hatasından da kaybolmadan dönelim lütfen.
Çekirgelik
Yerinde sayanlar, yürüyenlerden çok ses çıkarırlar