Türkiye’de bu kadar çok ölümlü trafik kazası yaşanırken Formula 1’e bu kadar çok sahip çıkılmasına biraz içerliyorum.
Bu yüzden de Formula 1’e çok fazla sahip çıkmıyorum. Bazen de kızgınlığımı dışarı vurmadan edemiyorum. Bu dışa vurmalarımdan birini okurlarımdan biri yakalamış. Bakın ne diyor:
Öncelikle sözüne değer verilen bir öğretim üyesi ve sonrasında takip edilen bir gazete yorumcusu olduğunuzu düşünüyorum. ’Geçen hafta şu kadar ölümlü kaza oldu, F1’iniz hayırlı olsun’ çekirgeliğiniz bu fikrimi değiştirmedi ancak üzülmeme sebep oldu. Trafik kazaları ile motorsporları etkinliklerini birbirine karıştırmanın ne kadar basit bir hata olduğunu belirtmek istedim.
Spor aracı olarak yollardaki araçların benzerlerinin kullanılması sebebi ile ’ralli’ sporunu sadece hız ve adrenalin sporu olarak adlandırmak çok yanlış. Ralli ile pek bağlantısı olmasa da Formula 1 yarışlarının da günlük hayatta içinde kaybolduğumuz trafik keşmekeşi ile aynı kefeye konulması da çok yanlış. İnsanların Türkiye’ye Formula 1 geldi, daha hızlı gidelim, bak adamlar nasıl sürat yapıyor mantığı ile yaklaşarak bu sporu eleştirmeye kalkmak ve hatta trafikte yaşanan sorunlar ile bu sporu eleştirmek kimsenin haddi değil bence. Bugüne kadar da trafikte kaybettiğimiz canların haddi hesabı yok, Formula 1’in gelmesi ile bunlar arttı mı acaba, hiç sanmıyorum. Zaten varolan bir sorunu Formula 1 çerçevesinden eleştirmek çok seviyesiz bir yaklaşım. Elmalar ile armutları beraber toplamak olmuyor mu bu yaptığınız.
Ayrıca hem ralli sporunda hem de Formula 1 sporunda bizim içinde olduğumuz trafik kurallarından daha kesin ve keskin kurallar da mevcut. Bir ralli pilotu özel etaplar içinde sporun kurallarına uyarken normal etap olarak belirlenen ve iki özel etap arasında herkesin uyması gereken kurallara uymak zorundadır. Formula 1 ise zaten kendi pistinde organize edildiğinden kuralları da kendine has.
Sizden istediğim bu koşullarda Formula 1 ile trafik sorunlarını eleştirmek yerine ülkemizde Formula 1 ve motorsporları organizasyonlarının ne kadar zor şartlar altında gerçekleştirildiğini görmeniz. Gazete sütunlarına yazdığınız satırların geri dönüşlerini ve insanları nasıl etkilediğini çok iyi bilen bir insansınız ve hatta bazen bu nedenle insanları eleştirdiğiniz de oluyor. Bu nedenle aynı hataya kendinizin de düşmemenizi isterim. (Sait Kuş, Ralli Dergisi)
Yorum: Sevgili Sait öncelikle övgülerine teşekkür ederim. Formula 1’in sıkıntılarını çok ama çok yakından biliyorum. Mehmet Ali Talat’a ödül verilmesiyle patlak veren uluslararası kriz de Formula 1’in Türkiye’de ne kadar kötü yönetildiğinin en güzel kanıtı.
Sanırım bir yanlış anlaşılma var. Aslında asiliğim Formula 1’e değil. Trafik kazaları konusunda parmağını kıpırdatmayan bizlerin Formula 1’i bu kadar sahiplenişine. Uzun süre trafik güvenliği konusunda çalışmış, kaza nedenlerini, bu konuda Türkiye’nin eksikliklerini bilen biri olarak "Ayranımız yok içmeye, tahtırevanla gidiyoruz çim biçmeye" durumuna içerliyorum anlayacağın. Yoksa F1’le ne alıp veremediğim olabilir. F1’in trafik kazalarını artırıp artırmadığını bilmiyoruz. Ancak ekranda sigara içeni gören sigara içiyorsa, hız yapanı gören niye hız yapmasın değil mi? Diyebilirsin ki sigara doğal ortamında içiliyor bunun yarış olduğunu herkes biliyor. Haklısın... Elimizde kanıt yok, ne desek boş. Elimizdeki tek kanıt gün geçtikçe artan ölümlü trafik kazaları ve bu konuya F1’e yoğunlaştığımız kadar yoğunlaşmamız. F1’e para yatırdığımız kadar para yatırmamamız. Bilmem anlatabildim mi?
İsmail’in Yerinde kazaya davetiye
Ankara’dan dönüyoruz, hava kararmak üzere. Bolu yakınlarında yemek molası vereceğiz. Bir arkadaşımı arayıp yer sordum. "Berceste" dedi. "Sabah orada kahvaltı ettik. Hem ben oranın atmosferini abartıldığı kadar iyi bulmuyorum" dedim.
Gerçekten de öyle. Berceste’de sabah kahvaltı etmiştik ve yine biraz tatminsiz ayrılmıştık. Nedenini tam açıklayamıyorum. Bir tatminsizliğim var işte. Çeşit mi, hijyen mi, garsonlar mı, atmosfer mi, gelenler mi, çözemiyorum. Arkadaşım "Berceste" deyince hemen "Başka?" dememin nedeni de bu. Arkadaşım duraklamadan "İsmail’in Yeri" dedi ve tarif verdi.
On dakika içinde İsmail’in Yeri’nin karşısında, yolun karşısındaki otoparkta idik. İsmail’in Yeri Ankara’dan İstanbul’a gelirken sol tarafta kalıyor. Yol çok işlek olduğundan yaya geçişini engellemek için gidiş-geliş yolunu demir bariyerler ikiye ayırmış.
Amaaa... İsmailciler arada küçük bir kapı açıp insanları bir görevli sayesinde karşı yolun kenarındaki lokantalarına geçiriyorlar. Vızır vızır işleyen Ankara-İstanbul yolunda bir adamın görevi insanları sağ salim karşıya geçirmek. Hava daha kararmadığı için o işin vahametini anlayamadım doğrusu.
Karşıya geçtik, merdivenlerden çıktık. İsmail’in Yeri ana baba günüydü. Türbanlı ailelerin sayısının türbansızlardan fazla oluşu hemen gözüme çarptı. Camdaki Fatih Üniversitesi sticker’i lokanta sahibinin tercihlerine ışık tutmakta gecikmedi. Aynı zamanda tuvaletteki yoğun abdest alma mekanları da seçilen hedef kitlenin niteliği hakkında bilgi vermekte...
Servis kısa sürede açıldı, yoğurtla salata hemen masadaki yerini aldı. Etler de çok kısa süre içinde önümüzdeydi. Tattım, özellikle pirzola harikaydı. Uzun süredir böyle güzel pirzola yememiştim. Biftek, şiş idare ederdi. Genel sonuç ise oldukça tatminkar. Gidilebilir ve özellikle pirzola tadılabilir.
Çıktığımızda hava kararmıştı. İstanbul-Ankara yolu vızır vızır işlemeye devam ediyordu. Gecenin karanlığı karşıya geçişi zorlaştırmıştı. Ama hálá görevli yaklaşık bir yirmi kişiyi küçücük aralıktan lokantaya geçirmeye çalışıyordu. İnsan hayatını hiçe sayarak..
Neden? Çünkü insan hayatını hiçe saymanın dini imanı yok. Ortada para varsa inananı da inanmayanı da çok rahatlıkla insan hayatını hiçe sayabiliyor. Vakit geçirmeden bu riskli geçiş durdurulmalı. Yoksa birkaç kişi otobüs ya da kamyon altında kalacak...
Bunun neresi Arsen Lüpen
Arsen Lüpen gençliğimin dizisi idi. Çok severdim. Bu nedenle de Arsen Lüpen filminden beklentim çok büyüktü. Ama ilk yarısını izledim, ikinci yarısına dayanamadım çıktım. Filmde resmedilen karakterin Arsen Lüpen’le alakası yok. O olsa olsa Arsen Lümpen olur. Arsen Lümpen’i görmek isteyenler buyursunlar gitsinler. Arsen Lüpen’ciler için çok daha iyi filmler var. Arsen Lüpen gibi hayalimizde beslediğimiz kahramanları sinemaya taşıyanlara da bir öğüdüm var. Ne olur hayallerimize ihanet etmeyin! Emin olun kötü bir film izlemek adama koymuyor ama yıllarca hayalinizde beslediğiniz bir karakteri rezalet bir şekilde görmek insanı intiharın eşiğine getiriyor.
CUMA ALINTISI
Ben bir idealistim. Nereye gittiğimi bilmiyorum ama kendi yolumda ilerlediğim kesin.
(C. Sandburg)
CUMA TAKINTISI
Beykoz’da Kozz isimli bir restoranı öneriyorum bu hafta. Başka bir İstanbul’u Boğaz’ın tam kıyısından görmek istiyorsanız mutlaka Kozz restoranı görmelisiniz. Mezelere, ara sıcaklara diyecek yok. Karides mücver, bademli ahtapot, çerkez tavuğu damağımda tadı kalanlar. Bir de Boğaz’ın dibini oturduğun yerden görmek ve küçük küçük kefalleri elinle beslemek çok güzel. Müzik yapan DJ’i de kutluyorum. Sayesinde çok keyifli bir yemek yedik...