İstanbul, Ankara, İzmir için beş yıldızlı bir otele sahip olmak sıradan bir olay. Anadolu şehirlerimizin çoğunda ise üç yıldızlı otel bile bulmak oldukça zor.
‘Bir kentte beş yıldızlı otel olsa ne olur olmasa ne olur’ demeyin. Bir kentin sosyal yaşamında beş yıldızlı otellerin payı büyük. Keşke her Anadolu kenti beş yıldızlı bir otele sahip olmanın keyfini yaşasa.
Bugünlerde beş yıldızlı otel keyfini yaşamaya hazırlanan bir Anadolu kentimiz var: Eskişehir. Eskişehir’e bu keyfi yaşatacak olanlar da Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen ve Anemon oteller zincirinin sahibi İsmail Akçura. Yıllardır Büyükerşen’in düşü Eskişehir’e beş yıldızlı bir otel kazandırmaktı, bu düş Anemon otelleri sahibi İsmail Akçura’nın ‘Her Anadolu kentine beş yıldızlı bir Anemon’ düşü ile birleşince ortaya 12 milyon dolara mal olan Eskişehir Anemon çıktı.
Eskişehir Anemon’u İsmail Akçura, oğlu Oğuz Akçura ve Otel Müdürü Uğur Şahbaz’la birlikte gezdim. Gerçekten güzel otel olmuş. Otelde 1 kral dairesi, beş yönetici suiti, 6 aile suiti, 2 bedensel engelliler için oda ve 160 adet de standart oda var. 8 ayrı kongre ve toplantı salonu var. Bu salonlar İstanbul’daki otellere bile parmak ısırtacak nitelikte. Sağlık ve spor merkezi tam teşekküllü. Kapalı yüzme havuzundan Fin hamamına kadar her şey düşünülmüş.
Yiyecek-içecek işi için de üç ayrı yer ayrılmış: Dünya mutfağından yemekler sunan Cetro, Fransız yemekleri sunan Monmarte Fine Dining ve lobi alanındaki Gusto Bar. Teras’ta ise Tulip Bar’dan Eskişehir manzarası izlemek çok şahane.
İsmail Akçura Manisa doğumlu. İTÜ İnşaat Bölümü’nü 4000 kişi içinde 10’uncu olarak kazanmış ve 1965 yılında da İTÜ İnşaat Fakültesi’nden mezun olmuş. 1967’den 1988 yılına kadar Türkiye’nin muhtelif yerlerinde 80’e yakın devlet taahhüdü yapmış ve 1988 yılında tamamen tesadüf otel işine girmiş. Eski İstanbul Valisi Erol Çakır, Marmaris Kaymakamı iken Akçura Kaymakamlık binasının otele çevrilme işini almış ve 2 milyon mark harcayarak binayı otele çevirmiş. Erol Çakır Özel İdare’den parayı Akçura’ya ödeyemeyince oteli ‘yap işlet devret’ sistemiyle satışa çıkarmış, ilanlara kimse başvurmayınca otelin işletimi zorla 12 yıllığına Akçura’ya verilmiş. Mavi Otel 1990 yılında açılmış ve ilk yıl savaş nedeniyle zarar etmiş. İkinci yıl kára geçince de Akçura 1992’de Ege Sağlık Oteli’ni daha sonra da İzmir, Manisa, Galata, Aydın Anemonlarını Türkiye’ye kazandırmış. Askerlik yaptığı yer olan Eskişehir’de Büyükerşen’le tanışınca da Anadolu’ya bir büyük otel daha kazandırmış.
Akçura 1942 doğumlu ve ondaki enerji bitecek gibi değil. İstanbul’dan Antalya’ya geçerken Eskişehir’e bir uğrayıp Anemon’u görmenizi tavsiye ederim. Görün ki insan hayatında düş kurmanın ne kadar önemli bir şey olduğunu anlayın. İyi ki Akçura’lar var. İyi ki birileri bizim için birtakım düşler kurabiliyor. İyi ki. Teşekkürler İsmail Akçura.
İran’da az daha içeri girecektim
İran gezimden bir anı daha... Kafile olarak batı yemeklerinin sunulduğu şık bir lokantaya gittik. Yemekleri ısmarladık. İnternete bağlanmayı beceremediğim için yemekler gelene kadar telefonla yazılarımı gazeteye geçmeye karar verdim. Dizüstü bilgisayarımı açıp yazımı buldum. Cep telefonumdan Türkiye’yi aradım. Olduğum yerden telefon çekmeyince lokantanın dışına çıkıp yere oturdum , bilgisayarı kucağıma koydum, yeniden telefonla arayıp, yazıyı yazdırmaya başladım. On beş dakika geçmişti ki yanımda bir polis otosu belirdi. İçinden üç polis indi ve yanıma geldi. Buz kestim. Korkudan o an ölebilirdim. Polisler bir şeyler söyledi, anlamadım. Ben ‘Türk, Türk’ deyince bana içlerinden birini gösterip ‘Vatandaş, vatandaş’ dediler. Bana gösterdikleri polis Türkçe ‘Ne yapıyorsun burada?’ dedi. Ne yaptığımı anlattım. ‘Şikayet var. Komşular seni bomba emri veriyor sanmışlar’ dedi. Beynimden aşağı bu kez kaynar sular döküldü. O an gözümün önüne İran’da hücreye kapatıldığım ve yıllarca da hücreden çıkamadığım geldi. Polisler pasaport kontrolü yapıp beni bıraktılar. Koşa koşa kafiledeki arkadaşların yanına geldim ama kendime gelmem epey zaman aldı. Ya polislerden biri Türkçe bilmeseydi. Ya şimdi yaban ellerde bir hücrede kaderime terk edilmiş olsaydım. Fazla mı arabesk oldu? Acemesk desek daha iyi olmaz mı? Ne yapayım korktum işte! İran’da sizi bombacı sansınlar bakalım, ne oluyor! Kekeme olmazsanız ben de Atıf Hoca değilim.
CUMA İTİRAFI
foryou_; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 22; İl: Adana
Kan vermek için Bodrum Devlet Hastanesi’ne gittim. Bir form doldurttular. Sorulardan biri, ‘Son 1 yılda eşinizden hariç biriyle seks yaptınız mı?’ idi. Bugüne kadar yap(a)madığım bir şeyden dolayı ayıplanmamak için (kim ayıplayacaksa!) ‘yaptım’ diye işaretledim! Formuma bakan görevli kan veremeyeceğimi söyledi. Beni anlayabilen beri gelsin.
Yorum: Ben anladım! Türkiye’de hiç birşey yapmadığı halde önüne geleni götürüyormuş gibi davranan o kadar çok artist var ki bir ankete ‘yaptım’ diye yazılmasını nasıl anlamam!
Sulandırmanın bu kadarı da fazla
Her gün gazetelere internet ya da kuryeler aracılığıyla yüzlerce basın bülteni gelir. Bu basın bültenlerinin bir kısmı firmaların kendi hakla ilişkiler bölümlerince, bir kısmı da halkla ilişkiler şirketlerince hazırlanır. Basın bülteni yazmak öyle kolay iş değildir. İletişim fakültelerinde çekici ve doğru basın bülteni yazmanın kurallarını öğreten çok sayıda ders vardır. Eğer basın bülteni doğru yazılmazsa ya da editörlerin dikkatini ‘çekici’ özellikler taşımazsa kısa sürede basın bülteni mezarlığına havale edilmesi kaçınılmazdır. ‘Çekici’ olmak demek tabii ki yaratıcılığın sınırlarını zorlayıp haberi sulandırmak demek değildir. İsterseniz gelin, ‘haberi sulandırmaktan’ neyi kastettiğimi anlatmak için şekil 1-A’ya bakalım. Ankara’daki Armada Alışveriş Merkezi’nin Basın Yayın Sorumlusu Vuslat Kundakçı, basın bülteni yazacağım derken nasıl hızını alamayıp ortaya iki gözü iki çeşme bir şiir attırmış onu görelim:
‘İkinci yaş. İki damla yaş süzülüyor bugün gözlerden. Armada sevdalılarının gözlerinden damlıyor bu yaşlar. Sevinç gözyaşları bunlar.
Bunlar, geride bırakılan iki yılın, o iki yıl içine sığdırılan tüm acı, tatlı anların ve anıların birer simgesi. Bu yaşlar, arkadaşlığın, dostluğun temsilcileri.
Bu yaşlar, başarının, gururun ve övüncün timsalleri. Evet yaşlanıyoruz. Ama derin çizgilerle, ağaran saçlarla değil. Gözyaşlarıyla yaş’lanıyoruz bugün. Gelin, bugün, her zaman olduğu gibi elele verip, bir mavi kapta biriktirelim yaşlarımızı.
Biriktirelim ve binlerce damlanın içinde yüzdürelim bugün gemimizi, Armadamızı.
Doğum Günün Kutlu Olsun ARMADA.’
Bu dokunaklı şiir karşısında kendinizi tutamayıp ağlayıp ağlamadığınızı bilemem ama bu şiiri okuyan editörlerin sinir krizi geçirdiklerini tahmin etmem zor değil! Biraz saygı lütfen.