Da Vinci’den sıkıldım

Da Vinci’ye gidin ya da gitmeyin diyecek halimiz yok... Zaten gideceğiniz belli. Kitabı okumuşsanız film nasıl olmuş diye merak edeceksiniz. Okumadıysanız "Hakkında bu kadar yazılan, çizilen, konuşulan bir kitabın filmini izleyeyim bari" diyeceksiniz...

Haberin Devamı

Kitabı okumuş biri olarak filmi izlemekten genel olarak haz aldım. Bu haz duygusunu yaşamak için filmin kötü olduğundan emin olsam bile gider izlerdim, ki kötü...

Da Vinci’nin bazı bölümleri çok tekrar geldi ve sıkıldım. Ortada mükemmel yazılmış bir kitap olmasa sonuçta starı bol bir Hollywood filmiyle karşı karşıyayız. Genel olarak film bitince "vaaaaau ne yapmışlar ama" duygusuna kapılmıyorsunuz. Belki bu, filmin sonunu bilmemden de kaynaklanıyor olabilir. Kitabı okumayanlar filmin sonunda ne hissettiler acaba?

Oyuncular mı? Tom Hanks, Audrey Tautou, Ian McKellen, Jean Reno... Ne diyebiliriz...

Robinson tam bir cennet

19 Mayıs Cuma gününü değerlendirip hafta sonu Robinson Club Select Maris’e kaçtık.

Önce uçakla Dalaman... Oradan bir saat Marmaris... Daha sonra Robinson Maris... Mükemmel bir koyun yamacına kurulmuş, doğayla iç içe bir kartal yuvası...

Özal’ın eseri... Zamanında Özal yöreyi dolaşırken MTA’nın tesislerini görüp "Olur mu burada bu iş, burayı turizme açalım" demiş ve oradan Robinson Marmaris doğmuş.

İyi ki de doğmuş... Böyle bir doğa, böyle bir manzara, böyle bir koyun benzeri dünyada çok az bulunur. Böyle bir koyu yeşili koruyarak turizme açmak dünya insanlarına haksızlık olurmuş...

Robonson Maris’i görünce bir kere daha anladım ki hedef turizm ülkesi olmaksa "doğa katliamı" söyleminin sınırlarını iyi çizmeliyiz. Her ülkede yığınla otel yapılıyor, yığınla ağaç kesiliyor. Ama bir plana bağlı... Yeşil-beton dengesine dikkat ederek... "Bir dal bile kestirmem" diyen zihniyete de "yeşil olmuş olmamış umrunda olmayan" fırsat düşkünlerine de prim vermemek lazım.

Kalkavan Grubu’na bağlı Türkon Holding Robinson Maris’i geçen yıl TMSF’den 24,5 milyon Euro’ya almıştı. Bu yıl 10 milyon dolar harcanan yenileme çalışmalarının ilk ayağı tamamlanmış... Otelin giriş katı, oturma alanları, havuzu, restoranları çok şık olmuş... Asansörle deniz seviyesine indiğinde başka bir cennet ayağının altında. Ağaçların arasında uzanıp, karşıdaki "Tavşan" adasını, kanocuları, yelkencileri izlemek çok keyifli...

(Daha anlatacak çok şey var ama yerim kalmadı. Robinson Maris’e haftaya devam edeceğim. İki kişilik hamam sefası, yabancı damat aşçı Ahim (Joachim), katamaran kursları, üç derste kendini iyi hissetme, çalışan demokrasisi kaçırılacak konular değil. Hepsi ama hepsi haftaya burada.. ’Tam burada’ değil ama... Sayfanın başka yerlerinde de olabilir!)

Sinemaya niye gidilir

Haluk Direskeneli isimli okurum sinemalardaki reklamlardan şikayet eden bir e-posta göndermiş. Önce Direskeneli ne diyor bir bakalım:

"Haftasonu çoluk cocuk "sinemaya gidelim" dedik. Ankara Bilkent Tepe Cinemax’ta (ismi tekrar değişti galiba) "Da Vinci Code" filmini seçtik. Baştaki reklamlar tam 34 dakika sürdü. El insaf! Sonunda herkes ıslıklamaya başladı. İkinci yarı başında da yine bir şeyler gösterdiler.

Bundan sonra filmlere en az 20-25 dakika geç gireceğim. Ben bir film seyretmek için mecbur muyum 34 dakika saçma sapan reklam seyretmeye. TV’de ise kolay. Elinde uzaktan kumanda zaplıyorsun ve gerekli cevabı veriyorsun. Burda ne yapacaksın kaçacak bir yer de yok.

Bu dayatmacı, zorlayıcı saçmalık hayatın her yerinde var. Yavaş yavaş suda kaynatılan kurbağa misali her tarafta haşlama durumundayız. Başta 3-5 reklam zararsız diye kabullendik şimdi 34 dakikaya çıktı. Güzel hoş reklama itirazım yok. Sinema reklamları birkaç yıldır aynı. Aynı biranın reklamı nerdeyse 2-3 yıldır devam ediyor. Artık bıktırıcı oldu. Özellikle o birayı almaz oldum. Siz ne diyorsunuz?"

Yorum: Bildiğiniz üzere "Vur!" dedi mi öldürmek konusunda üzerimize yok... 34 dakika sinema öncesi reklam neredeyse insan haklarına aykırı... Sorun aslında 34 dakika reklam izlemek değil galiba... Sorun eğlendirmeyen, sıkıcı ya da tekrar tekrar izlenince sıkıcı hale gelen reklamlar... Sıkıcı reklamlar konusunda da AHİM’ye başvurmak lazım. Sinemayı mecra olarak kullanan reklamverenlere sesleniyorum... Haluk Bey’in sesini duyun ve sıkıcı reklamlardan vazgeçin... İnsanlar sinemaya eğlenmeye geliyor onu düşünün... Eğlenceyi ıstıraba dönüştürüp insanları markalardan soğutmanın gereği var mı!

CUMA İTİRAFI

BATMAN_; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 28; İl: İstanbul

"Dün Ortaköy civarındaki bir emlakçıda gördüğüm ilanı aynen aktarıyorum: X sokakta "şüdüydo" tipi ev kiralıktır... Hata hangisindeydi acaba? Stüdyo diyemeyen kişide mi yoksa bunu yazamayan emlakçıda mı?"

Yorum: Bence stüdyo terimini yaygınlaştıranda... Biz ona daha önce iki oda bakla sofa derdik!


CUMA TAKINTISI

AKP’nin nereden nereye geldiğini anlamak istiyorsanız Doğan Kitap’tan yeni çıkan Serdar Akinan’ın "Neo- Takiye" isimli kitabını mutlaka okumanız gerekiyor.

İlk önce "Doğan Kitap niye böyle uçar kaçar düşünceler arasında gezen bir kitabı yayınlamış" falan oldum. Washington’daki Türkiye uzmanlarının görüşlerini okumaya başlayınca işin rengi değişti...

Örneğin Neo-Takiye’yi okuduktan sonra İsrail’e "terörist devlet" diyen Tayyip Erdoğan’ın ABD’yi nasıl kaybettiğini, biraz da zor geri alacağını düşünüyorum. Hatta Cumhurbaşkanlığı’nın da hayal olduğunu...

Bu hafta takiye yapmayı bırakın Neo Takiye’ye takın... Bakalım siz neler düşüneceksiniz.

CUMA LAKIRDISI

"Şimdi gel, kötülediğim,

Haberin Devamı

yaşlandığım zaman değil.

Gençliğimde gel, en güzel yerinde yaşamımın.

Dünyayı kucaklarken ellerim

Ve bilmezken nasıl kurtaracağımı

bu mutluluk yükünden yüreğimi.


Şimdi gel, yaşam suyuyla boğulduğum ve yemişleri

Ağır gelen ince bir ağaç gibi eğildiğim sırada.


Çek git sonra. Tek başıma yürümek istiyorum

Yıkımıma giden yolda.

Gereksinmem olmayacak, sahiden ya da numaradan acımana."


(*) Yunanlı Şair Victoria Theodorou’nun UD isimli şiirinden, Yunanlı Dört Ozandan Sevgi Dizeleri (çev. Gürkan Aylan), Artshop, 2006.

Yazarın Tüm Yazıları