Çetin mi, Karataş mı?

EN sonunda Kent'in ‘‘bayrama sahip çıkan’’ filmlerinden birini beğendim. Anımsarsanız, 2000 bayram sezonunda çoğumuzun elde mendil hüngür hüngür ağladığı ilk Kent filmini yerden yere vurmuş, duygu sömürüsünün dozu kaçırıldığı için doğru bulmadığımı belirtmiştim.

2001 yılında ise Kent gençlere bir bayram ziyareti yaptırdı ama bu filmin de duyguları alınmış olduğu için gece geçen gemiye benzedi. Bu sezon vizyona giren filmde ise her şey dozunda. Bir kere oyuncu seçimi mükemmel, mekanlar mükemmel, çok iyi bir oyunculuk var. Filmde bayramı simgeleyen ayrıntılar adeta oya gibi işlenmiş.

Örneğin muz sahnesinde erkek oyuncumuz öyle bir bakıyor ki; bu bakışı al, Türkiye'deki gelir dağılımı rezaleti raporu diye Dünya Bankası'na ver, birçok şeyi rakamlardan daha iyi anlatır. Filmin sonunun bağlandığı nokta da çok zekice. Zaten filmi ‘‘dozunda’’ tutan da biraz bu bakış açısı.

Müziğin gücünü de unutmayalım. Barış Manço'nun ‘‘Kol Düğmeleri’’, filmde anlatılan öyküye çok yakışmış.

Belirteyim, ‘‘Kol düğmeleri’’nin hakları satın alınarak, Ömer Özgür tarafından bu reklam filmi için yeniden düzenlenmiş. Gelelim kritik konuya. Bu filmde yönetmen değişmiş. Daha önceki filmleri Sinan Çetin çekmişti. Bu reklam filminin yönetmeni ise genç yönetmenlerden Bahadır Karataş.

Böyle olunca kafam gerçekten biraz karıştı. Eğer ilk filmi de Bahadır Karataş çekmiş olsaydı, film yine o kadar ‘‘hüngürdeme’’ özelliklerine sahip olur muydu acaba? Yani Sinan Çetin bazı senaryolarda vur deyince öldürüyor mu?

Belki de reklam sektörünün asıl sorgulaması gereken şu: Bir reklam ajansının mutfağından hangi senaryo çıkarsa çıksın aynı reklam yönetmeniyle çalışılması mı doğru, yoksa mutfaktan çıkan işe göre reklam yönetmeni seçmek mi? Bence ikincisi doğru. Senaryonun özelliğine göre yönetmen seçmek. Aynı son Kent filminde kanıtlandığı gibi. (Reklam Ajansı: Güzel Sanatlar Rating: * * * * *)


Ries'ın aklından zoru var

AL Ries
aklı başında bir pazarlama stratejisi uzmanıydı. Daha doğrusu biz onu öyle sanıyorduk. Stratejist Jack Trout'la birlikte 20 yıl önce yazdıkları ‘‘Positioning: The Battle for Your Mind’’ (Konumlandırma: Zihinleri Fethetme Savaşı) kitabı pazarlama ve reklam uygulamacıları arasında çok büyük yankı uyandırmış, özellikle reklam stratejisi alanında düşünce devrimi yaratmıştı.

1990'lı yılların ortalarında Trout ile Ries'ın arasına kara kedi girdi.Trout, Al Ries'a sinirlenip ‘‘New Positioning’’ (Yeni Konumlandırma) kitabını Steve Rivkin ile birlikte yazdı. Al Ries ise devreye kızını sokup Laura Ries ile birlikte ‘‘Marka Yaratmanın 22 Kuralı’’, ‘‘Internette Marka Yaratmanın 22 Kuralı’’ gibi kitaplar yazmaya başladı.

Ve son olarak 2002 yılında yine kızı Laura Ries'la birlikte ‘‘The Fall Of Advertising, The Rise Of PR’’ (Reklamın Düşüşü, Halkla İlişkilerin Doğuşu) isimli kitabı çıkardı. Bu kitabı okurken, nasıl olur da Al Ries'ın bu kadar yanlı, bu kadar gerçeklerle uyuşmayan bir kitap yazabildiğine şaştım. Kitapta Ries kafadarlar ‘‘Reklam Öldü’’ demiyorlar ama ‘‘Reklamın fonksiyonlarının bittiğini, reklamın artık nesnel olarak ölçülemez olduğunu, bu nedenle sadece halkla ilişkilerin marka yaratabildiğini, reklamın ise yaratılan markayı ancak savunabildiğini’’ söylüyorlar.

Yalan, koca bir yalan. Al Ries'ın yıllar önceki kankası Jack Trout BonusAkademi için Türkiye'ye geldi. Levent Erden'in Bilgi Üniversitesi'ndeki ders saatinde de gelip bir konuşma yaptı. Ben de gittim. Oradaki ikili konuşmalarda Trout, ‘‘Al Rise kızını meşhur etmek için her yolu deniyor. Son kitabı da bu çabalardan bir tanesi’’ demeye getirdi. Başka ne olabilir ki!

Bugün benim küçük himini bile (Görkem 9) reklam olmaz ise gazetenin yaşayamayacağını, gazete olmayınca da halkla ilişkilerinden söz edilemeyeceğini en azından tahmin eder. Halkla ilişkilerin önemli fonksiyonlarının olduğu, rolünün değiştiği doğrudur. Ama bu reklamın öldüğü anlamına gelmez. Aksini söyleyen ya kızını meşhur etmek istiyordur ya da aklından zoru vardır!


Mio göle maya çalıyor

MİO
reklamını görmüşsünüzdür. Bir yığın ‘‘ne buldunsa koy’’ görüntü var, görüntüler boyunca da deterjan baloncukları havada uçuşup Türkiye'yi dolaşıyor. Söylenmek isteneni anlamak zor. Galiba ‘‘Herkes Mio kullanır’’ falan denmek isteniyor. ‘‘Bütün Türkiye'yi Mio temizleyecek’’ falan da deniyor olabilir. Emin değilim yazılıp verilmesi lazım. ‘‘Temizliğin gücü’’ sloganı ise Mio'nun güçlü bir deterjan olduğunu söylemeye çalışıyor. Başka? Başka bir şey yok.

Peki, kim niye alsın bu Mio'yu? Niye durup dururken varolan deterjanımızı değiştirelim? Mio'yu farklı kılan ne ki? Kime sesleniyor bu Mio? Aslında herkese sesleniyorum derken, kimseye seslenemiyor. Anlayacağınız Mio göle maya çalıyor. Tutması da Allaha havale edilmiş durumda.

Lütfen biraz pazarlama öğrenelim. Ya da pazarlama bilenleri istihdam edelim, pazarlama bilenlerden hizmet alalım. Türkiye'nin pazarlama öğrenmeden ekonomik krizlerden başını kurtarabilmesi mümkün değil. Hatta ben diyorum ki, ilköğretimdeki zorunlu trafik dersini kaldırıp yerine zorunlu pazarlama dersi koyalım. Nasıl olsa trafik dersleri fasulyeden yapılıyor. Pazarlama öğretmeyi belki daha iyi beceririz.

Örneğin çocuklar bir hafta deterjan ünitesi üzerinde çalışsınlar! Deterjan pazarında pazar bölümlemesinin çıplak gözle bile görülebileceğini öğrensinler, yeni piyasaya giren bir deterjanın özelliklerini pazar bölümlerinden biri ile örtüştürmediğiniz sürece tutunamayacağını öğrensinler, farklılaşamayan bir deterjanın fiyat rekabetine girmekten başka bir çaresinin kalmayacağını, yeterince kár edemediği için de iflas bayrağını çekebileceğini öğrensinler.

Şaka yapmıyorum. Ben artık ancak bu aşamadan başlarsak Mio türü reklamlar yapmamayı öğrenebileceğimizi düşünüyorum. Haklı değil miyim?


Terlikçiler uçmuş haberimiz yok

BİR
süredir marka ligine ara vermiştim. Sonuçlar birikti, gelin terlik markaları ile marka ligine devam edelim. TN Sofres ‘‘Trendpoll’’ araştırmasında bu kez bizim için ilk akla gelen üç terlik markasını sordu. Türkiye temsili 2 bin 32 kişiye uygulanan araştırma sonucunda 1585 kişi yani Türkiye'nin % 78'inin en az bir terlik markası anımsadığı ortaya çıktı. Sonuçların ortaya çıkardığı önemli bir gerçek de reklamın zihinlerimiz üzerinde tartışmasız etkili olduğu. Son dönemde reklam yatırımlarıyla dikkat çeken dört terlik markası marka liginde de ilk dört sırayı alıyor. Bazılarının ismini daha bir yıl önce bir yerlerde görsek mertek sanırdık. Gezer % 66,1 ile birinci, Polaris 53,7 ile ikinci, Muya 51,9 ile üçüncü, Ceyo ise 34,5 ile dördüncü sırada. Terlikçilerin başardığını diğer sektörlerin de başarması dileğiyle...


Çekirgelik


Ancak aptallar suyun derinliğini iki ayağı ile kontrol eder.

(Afrika Atasözü)
Yazarın Tüm Yazıları