CEM Uzan'ın Genç Parti'yi kurduğunu açıkladığı, 18 televizyon kanalından aynı anda yayınlanan konuşmasının % 34 izlenme payına ulaştığı ve 9 milyon kişi tarafından izlendiğine dair iddialar
var. İddialar AGB verilerine dayandırılıyor ama hesaplamalar yanlış yapılmış. Cem Uzan'ın konuşmasının o gün Star'da % 19.9 izlenme payı, % 5.6 izlenme oranı ile en fazla oranda izlenen program olduğu doğrudur. Ancak bu programın izlenme payına, aynı saatte Show TV, Star 2, Flash TV ve Kanal 6'da yayınlanan aynı programın izlenme paylarının eklenmesi ve üstüne de AGB'nin raporlamadığı kanallar için % 2'lik bir pay konması ve % 34 izlenme payına ulaşılması, oradan da 9 milyon kişi Cem Uzan'ı izledi denmesi matematiksel olarak yanlıştır.
Farklı kanallarda aynı anda yayınlanan bir programın, farklı kaç kişi tarafından izlendiğinin bulunabilmesi için özel bir analizin yapılması gerekir. Örneğin Cem Uzan'ın konuşmasını iki dakika Star'da izleyen bir kişi, sonra Show TV'ye, orada da iki dakika kaldıktan sonra da Kanal 6'ya geçebilir. Bu kişiyi her kanalda ayrı kişi olarak saymak bizi 9 milyon kişi gibi yanlış bir hesaba getirir. Oysa ayrıntılı analiz yapıldığında AGB'nin raporladığı kanallar kapsamında Cem Uzan'ın konuşmasının ortalama 4 milyon 470 bin farklı kişiye ulaştığı kolayca görülecektir. AGB'nin raporlamadığı kanallar için ise sadece kabaca bir tahmin yapılabilir ki, bu da alt tarafı atmasyondur, gerçek gibi yorumlanamaz.
Üç hilal - Bir hilal = MHP light
SİZE birkaç reklam kampanyası anımsatmak istiyorum. Ali De Sidero karakterinin kullanıldığı Derby reklamlarını unutmamışsınızdır sanırım. Özellikle, ‘‘Coniye göre değil, sana göre üretildi’’ diyen ‘‘Kara saplı, oynar bıçaklı Derby Samurai’’ reklamlarını nasıl unutursunuz?
Ya Milli Takımı ve çağrışımlarını kullanan Tadelle reklamlarını. Ve en son ‘‘Filli Boya, Milli Boya’’ reklamlarını. Örnekleri çoğaltmak mümkün ama meramımı anlatma açısından bu kadar örnek yeter sanıyorum. Bu reklamların ortak paydası son on yılda adından en çok söz edilen reklamcı Ali Taran.
Ali Taran'ın tarzı bu. Türk'ün ‘‘gönül telini titreten’’ kodları kullanmayı ve ‘‘Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur’’ inancını pekiştirmeyi seviyor.
Şimdi de Ali Taran aynı ‘‘tarz’’ ile Cem Uzan'ı ve Genç Parti'yi siyasi tüketicilere pazarlamaya çalışıyor. İki hilal ve bir yıldızla Genç Parti'nin amblemi buram buram ‘‘milli’’ kokuyor. Genç Parti'nin reklamlarında Cem Uzan imzasının kuyruğu hafif Atatürk'ün imzasını anımsatıyor (Daha önce de bir baraj açılış reklamında da Kemal Uzan'ın imzası Atatürk'ün imzasına benzetilmişti. Bence bunu yapmamak, bazı değerleri sulandırmamak lazım).
Cem Uzan konuşmalarında ‘‘Türkiye'ye yabancılardan dost olmayacağını’’ söylüyor ve AB karşıtı bir söylem geliştiriyor. 11 Temmuz 2002 tarihli The Wall Street Journal'da Huge Pope bile Cem Uzan'ın televizyon konuşmasını şöyle tanımladı: Passionately xenophobic speech, yani ihtiraslı bir şekilde yapılmış yabancı düşmanı bir konuşma.
Bu amblem ve söylemle Ali Taran'ın Genç Parti'yi, siyasi yelpazenin ‘‘MHP Light’’ kanadına pozisyonlandırdığını söylemek yanlış olmaz. Peki Ali Taran'ın ürünlere uyguladığı taktikleri birebir siyasi arenaya uygulamasıCem Uzan'ı ve Genç Parti'yi başarıya ulaştırabilecek mi? Bence zor. Cem Uzan'ın karşılayacağını söyleyeceği beklentileri ‘‘ne adına’’ karşılayacağı konusunda insanları ikna etmesi pek mümkün değil.
Bu teknik olarak ‘‘iletişim kaynağının güvenilirliği’’ denilen sorun. Bu sorunu Cem Boyner de yaşamıştı. ‘‘Sistemden beslenenler sistemi değiştirmez’’ dediğinde herkes ‘‘Tabi ya’’ deyip yüzüne güldü. İçlerinden ise ‘‘Sen nasıl zengin oldun? Sen nereden beslendin?’’ sorusunu sormadan edemedi. Boyner'in söyledikleri doğru olsa bile bulunduğu koordinatlar söylediklerini doğrulamıyordu. Bence Genç Parti olayında da aynı durum söz konusu.
Reklam çocukları geliyor
SİZE‘‘45 yaşın altındakiler niye reklamlara daha fazla ilgi duyuyor?’’ desem ne dersiniz. Bildiniz. Onlar reklam çocukları, onlar televizyon çocukları. TV reklamları başladığında neredeyse onların en yaşlıları 15 yaşındaydı. Onların çoğunluğuna anneleri zorla mama yedirebilmek için reklam izlettirdi. Onlar da reklamlara bakıp, salak salak el çırpıp ağızlarını açtılar, peşisıra gelen kaşık darbeleriyle büyüyüp reklamlara daha hoşgörüyle bakan bir nesil oldular. Onlar reklamları seviyorlar, reklam izlemekten de zevk duyuyorlar. Onlar bir çeşit tarikat üyesi, daha doğrusu reklam tarikatının doğal üyeleri... Fazla abarttığımı düşünüyorsunuz değil mi?
Ama abartmıyorum. 3 Temmuz 2002 günü AGB verilerine göre ATV'de yayınlanan GAG programı tüm kişilerde % 4.5 izlenme oranı ile en çok izlenen 10'uncu, AB dediğimiz üst yaşam standardına sahip bölümde ise % 5.7 izlenme oranı ile birinci oldu. GAG'ı en az izleyenler ise 45 yaş üstündekiler, izleme oranları sadece % 3.9. 45 yaş altındakilerle 45 yaş üstündekiler arasındaki bu önemli izlenme oranı farkı yukarıda ileri sürdüğüm savları kanıtlıyor. 45 yaşın üstündekilerin 45 yaşın altındakiler kadar reklamlarla ilgilenmedikleri kesin. Hatta reklam düşmanlarının çoğunluğunun 45 yaş üstünden çıktığını bile söyleyebiliriz. Neyseki soyları tükeniyor. İlk olarak GAG'cıları başarıları için kutluyorum, ikinci olarak da beni dinleyip eski reklamların suyunu çıkarmayı sürdürmedikleri için...
Fantaaağ... Fantaaağ
FANTA kapsamlı bir pazarlama eylemi ile karşımızda. Bir yandan kapak toplayanı Teoman konserine götürüyor, bir yanda da bu promosyonu Teoman'ın ‘‘aramızda’’ şarkısıyla yer aldığı televizyon reklamıyla duyuruyor. Sanırım Fanta bu etkinlikle ‘‘aramızda’’ sloganına can vermeye çalışıyor. Bence bu konuda da haklı, ‘‘aramızda’’nın böyle bir ‘‘anlam kazandırma’’ harekatına oldukça gereksinim vardı. Reklamda yer alan turuncu izler kafalardaki Fanta renk kodunu pekiştirdiği için, ayrıntı gibi görünen ama reklamın beğenilmesini sağlayan önemli bir unsur. Şarkı akılda kalıcı. Özellikle Teoman hayranlarına hem reklam hem konser ilaç gibi gelir. Eğer benim gibi Teoman'ın sesini duyunca nefes darlığı çekenlerdenseniz ‘‘Fantaaağ.. Fantaaağ’’ diye içinizden tekrar etmeyin. Aynı nefes darlığı etkisini yapıyor, sonra kendine gelmesi epeyce zaman alıyor.
(Reklam Ajansı: Ogilvy/Mather Rating: * * *)
SON iki, üç yıldır üniversiteye yeni gelen öğrencileri yani 1982, 1983, 1984 doğumluları tanımlamakta güçlük çekiyordum. Hiçbir şeyi acele istemeyen, herşeyin sindire sindire yapılmasını isteyen, biraz umursamaz, biraz sallan yuvarlan bir gençlik işte! Nestea'nin billboard kampanyasının sloganını görünce yeni gençliğimizi nasıl tanımlamam gerektiğini şaaak diye buldum: Yavaş Yavaş Acele Et Gençliği! Hemen Nestea'nin reklam ajansını aradım. Bir Uzak Doğu felsefesinden esinlenmişler. Keyifli anların yavaş yavaş yaşanmasını daha doğrusu hayatın yavaş yavaş yaşanmasını, hatta acele edilecekse bile yavaş yavaş acele edilmesini öneren bir felsefe bu. Tam yeni gençliğimizi tanımlıyor. Radyo reklamları da var ve felsefenin özü radyo reklamlarında daha iyi anlaşılıyor. Keşke Nestea reklama daha fazla yatırım yapabilseydi. Fikir iyi ama yeterli reklam yatırımı olmadığı için zihinsel süreçleri yeterince oluşturamıyor. Daha doğrusu fikir yeterince görünemediği için çizgi üstüne çıkmakta güçlük çekiyor.
(Reklam Ajansı: Ultra Rating: * * * *)
ÇAY-KUR'u hemen özelleştirmek lazım. Çok acele. Sanırım Çay-Kur reklamını görmüşsünüzdür. Rezalet. Ne dediği belli olmuyor. Biri çay söylüyor, biri Rize'ye gidiyor, bir diğeri ‘‘Bu toprakların çayı’’ diyor. Neredeyse Türkiye'de herkese çayını içiren Çay-Kur'un yaptığına bak. Reklam demeye bin şahit ister. % 60 pazar payına sahip, daha Türk insanı için Çay-Kur çayının ne anlama geldiğinden haberleri yok. Allahaşkına özelleştirin şunu. Hadi zararından vazgeçtik, bir de reklam yapıp milletin parasını çarçur etmesin.
(Reklam Ajansı: Pay Ajans Rating: *)
Gönül güçlü iktidar ister hastalık bahane!
DÜNYACA ünlü PİAR Taylor Nelson Sofres araştırma şirketi her ay, diğer ülkelerde yaptığı gibi Türkiye'de kurumlara güven araştırması yapıyor. Araştırmada her ay Türkiye temsili, 15 yaş üstü, 2000 kişi ile görüşülüyor. İktidara geldiği Nisan 1999'dan bu yana Bülent Ecevit'in güven performansını merak edip, PİAR TNS'den güven araştırmasının aylara göre sonuçlarını istedim.
Yanına da ölçüt olsun diye Ordu'ya ve Cumhurbaşkanlığı'na duyulan güven oranlarını eklettim. Ortaya yandaki tablo çıktı. Başbakan'a duyulan güven Nisan 1999'da % 47.1 iken Eylül 2001'de % 12.6'ya düşmüş, bir daha da kendine gelememiş. Geçen ay yapılan araştırmada ise Türkler'in sadece % 10.2'si başbakanlarına güven duyduklarını belirtirken aynı oran Ordu için % 81.9, Cumhurbaşkanı için ise % 79.2 olarak gerçekleşmiş.
Benim çıkardığım sonuç şu. Türkler Başbakanları ile helalleşeli çok olmuş da uzatmaları oynuyorlarmış. Anlayacağınız, gönül güçlü iktidar istiyormuş, hastalık da olmuş bahane!