'On Derste Bir Erkeği Kendinden Soğutma Sanatı' filminden söz ediyorum. Filmin adını okuyunca insan bir şey sanıyor değil mi? Evet öyle, ben de bir şey sanmıştım, ama fos çıktı.Bugüne kadar gördüğüm en kötü romantik komedi. Filmin komik tarafları olduğunu inkar edemem. Romantik taraflar ise çok salakça. Hatta filmde romantizm adına ne var pek anlayamadım. Senaryo yerlerde sürünüyor, boşrol oyuncuları Kate Hudson ve Matthew McConaughey 'karaktersizlikten' ölecekler neredeyse. Bir iki yerde iyi diyalog attırıyorlar hepsi bu.Andie (Kate) bir dergide çalışıyor, ideali her genç gazeteci gibi 'siyasi' yazılar yazıp dünyayı kurtarmak. Ancak normal şartlar altında her dergide, her gazetede olduğu gibi bir genel yayın yönetmeni var, onun Andie'den tek istediği de derginin odaklandığı konularda yazılar yazması. Kate'in de aklına gelen en uygun konu '10 Günde Erkek Soğutma Sanatı'. Yazısı için uygun erkek arıyor.Barry (McConaughey) bir reklam ajansında müşteri temsilcisi. Ajans ünlü bir elmas markasını müşteri portföyüne katmak üzere. McConaughey bu müşteriye bakmak istiyor. Patronu da şart koşuyor 'Önce bir kadını kendine 10 günde aşık et, sonra iş senin!'Daha sonraki gelişmeleri tahmin edebilirsiniz. Yönetmenin basında işlerin nasıl döndüğünden biraz haberi var, ama reklam sektörüne ciddi Fransız olduğu ortada. Bu film sayesinde birçok insan iki saat içinde hem romantik komediden hem de reklam sektöründen rahatlıkla soğuyabilir. Kate Hudson'un, gerçek annesi Goldie Hawn'u çağrıştıran tarafları çok. Bir Goldie Hawn olabilmesi içinse çook çalışması gerek çook...Gelelim Türkiye bağlantısına... Bizim kadınların gidip bu filmden 'erkek soğutma sanatını' öğrenmeleri mümkün mü? Mümkün değil. Onlar zaten bu işin kitabını yazmışlar, bu film onlara hafif gelir. Bizim erkeklerin bu filmden 'romantizm' adına bir şeyler öğrenmeleri mümkün mü? Mümkün değil. Türk erkeklerine 'romantizm'i öğretebilmek için iki lisans, bir yüksek lisans, bir doktora eğitimi ver, nafile! Hamurda yok hamurda.Bu Shakespeare 'Komser Şekspir' değil! Yanlış okumadınız Anadolu Üniversitesi Tiyatro Topluluğu 'Tiyatro Anadolu' bu sezon perdelerini Shakespeare'le açtı. Hem de bu Shakespeare 'Komser Şekspir' falan değil, ciddi ciddi Shakespeare, Shakespeare'in Fırtına'sı (The Tempest).Bazı uzmanlara göre, 'Fırtına' Shakespeare'in son oyunu ve oyundaki Prospero karakteri de Shakespeare'in ta kendisi. Ariyel'in başını çektiği sihirli yaratıklar ise aslında Shakespeare'in ilham perileri ve son sahnede onları özgür kılması yazarlığı bıraktığı anlamına geliyor. Nedense ben oyunu böyle okumadım. Bana göre Fırtına'da Shakespeare'in anlatmak istediği tek şey var o da 'iktidarın' kullanılış biçiminin bir tercih olduğu. Ama Shakespeare bu işte. Öyle de okunuyor böyle de. Mükemmelliği de burada.Tiyatro dünyasında, sihirli yaratık Ariyel'i 'erkek' olarak yorumlayanları cinsiyet ayrımcısı olarak tanımlayan bir ekol de var. İlham perisi olsa olsa kadın olur diyorlar. Yönetmen Bülent Acar ise onlarla aynı kanıda değil. Ariyel'i bir erkek oynuyor: Sermet Yeşil.Bülent Acar oyunu çok cesur yönetmiş. Dekor, aksesuvarlar oldukça sade. Ancak Acar'ın oyunu yorumlarken kattığı 'hoşluklar' zaman zaman aklı çeliyor, oyunu anlamayı zorlaştırıyor. Bazen oyun nerede geçiyor, sahnedekiler kim, anlamak için bayağı bir çaba gerekiyor. Prospero'nun çok yönlü, otoriter, asil, kendini beğenmiş, gösterişçi kişiliği çok fazla ortaya çıkarılamamış geldi bana.Oyunun 'Türkçe söyleyeni' Can Yücel. Anlaşılmaz bir sürü Osmanlıca sözcük kulağımı tırmaladı. Bazıları 'Shakespeare'in dili de eski ne var bunda?' diyorlar. Laf! Tiyatro bir iletişim biçimi değil mi? Amaç anlaşılmak değil mi? Tumturaklı ama anlaşılmaz sözcüklerde ısrar edilecekse niye oyunların İngilizce aslına sadık kalmıyoruz? Anlayan daha fazla olmaz mı?Geçen sezon Tiyatro Anadolu'yu on bir bin kişi izlemiş. Tiyatro öldü diyenlerin kemikleri sızlasın. Bu kadar seviyesizlik arasında bozkırda Tiyatro Anadolu'nun yaşamasına olanak sağlayan Rektör Engin Ataç'a da teşekkür etmezsek ayıp olur. Teşekkürler Ataç. (0-222-3350580/1301).Bir tavsiye Bilgi ışık hızıyla bayatlıyor, öğrenilmesi gerekenlerin sayısı ışık hızıyla artıyor.Türkiye, insanlarının 'öğrenme' gereksinimlerini karşılayamıyor. Bunun önündeki en büyük engel de devlet! Kendi yapamıyor, özel sektörün önüne de setler çekiyor. Türkiye 'türban, kapitalist uşağı, dış borç' Bermuda şeytan üçgeninde debelenip duruyor.Krizde, bırakın lise mezunlarını, ismini söyleyince 'vauuuw' (eskiden 'anaaa!...' ya da 'abarey...' denirdi, Batılılaşınca böyle oldu) diye ses çıkaracağınız üniversitelerden mezun olanlar bile işsiz kaldı.Bakın bakalım 'Üniversite mezunlarının işsiz dolaştığı bir ülkede lise mezunu olmak ne işe yarar?' diye sorgulayan var mı?Çok sayıda, her yaşta insan, hem çalışıp hem yüksek lisans yapmak ya da ilgi duyduğu konuda kendini geliştirmek istiyor ama her türlü talebe kulaklar tıkalı. Bir tanıdığım var, elli yaşlarında, psikolojiye merak sarmış, sertifika eğitimi almak istiyor, 'Bir üniversite bitirmişsin, otur oturduğun yerde, hem bir ayağın da çukurda..' tepkileri karşısında çıldırmak üzere.Türkiye'nin 'entelektüel sermaye' potansiyelini bozuk para gibi harcadığı konusunda örnekleri çoğaltabilirim. Ancaak... Durum böyle diye pes etmemek lazım. Eğer öğrenmeyi öğrenirseniz, kimsenin ağzının kokusunu çekmek zorunda kalmaz, içinde bulunduğunuz tatminsizlik durumundan da kurtulursunuz. Size önerim öncelikle kendi kendine öğrenme konusunda yazılmış enfes bir kitap var onu okumanız. Kitabın ismi de bu: 'Kendi Kendine Öğrenmek, Mediacat, 2001'. Bu kitapta James R. Davis ve Adelaide B. Davis, öğrenme becerilerinizi en üst düzeye çıkarmanın en etkili yedi pratik yolunu anlatıyorlar. Bu hafta sonu okuyun, uygulayın. Unutmayın, bu bir roman değil, en sonunda bir 'eğitim' kitabı. İlk on sayfada sıkılıp bırakmayın lütfen. Ve unutmayın öğrenmenin yaşı yoktur, en büyük mutluluk da zekanızın keyfine varmaktır! Nouma yazıma itirazlar ve yanıtlar'En Büyük Beşiktaş' başlıklı yazıma bazı okurlarımdan itirazlar geldi. Gelen itirazlarda üç ortak nokta var. İşte bu itirazlara yanıtlarım: İtiraz 1: Türkiye'de bütün erkekler 'tombala' çekiyor. Ne alakası var bunun ahlaki değerle meğerle.Yanıt: Geçen hafta da söyledim 'tombalacılık' milli erkek hareketlerimizden biri. Nouma İstiklal Caddesi'nde dolaşırken 'tombala' çekseydi, kimsenin bir diyeceği olmazdı. Eğer bu hareket, televizyonda, milyonlarca kişinin önünde hem de on bin kişiye karşı 'Al al...' şeklinde yapılırsa, yapan kişi 'ahlaksız' tanımını hak eder. Nouma profesyonel her futbolcu gibi gol attığında bütün kameraların ona yöneldiğini iyi bilir. Bu nedenle yaptığı hareket bir sporcu için affedilmesi mümkün olmayan bir sorumsuzluk örneği. 'Sorumluluk' da hálá bu toplumun paylaştığı ortak bir değer. Değil mi?İtiraz 2: Hülya Avşar Ricky Martin'in poposunu ellerken iyiydi ama, o zaman niye ses çıkarmadınız?Yanıt: Ne ilgisi var? Nouma'nın yaptığı hareketin kadın versiyonu bir erkeğin poposuna değmesi mi yani? Bu hareket Hülya Avşar Show'un formatı içinde sırıtmıyor üstelik. Eğer Hülya Avşar kazandığı bir tenis müsabakasından sonra, kameraların önünde rakip tribünlere doğru bir eliyle poposuna şaplak indirip diğer yandan 'Al, al' yapsaydı ve biz de ses çıkarmasaydık o zaman söyleyecek sözünüz olurdu. İtiraz 3: Beşiktaş'ı çok şişirmişsiniz. Futbol Federasyonu Nouma'ya çok ağır ceza vereceği için Beşiktaş böyle davrandı, yoksa asla umursamazlardı!Yanıt: Eğer hareket bu kadar ağır, kaba ve çirkin olmasaydı Beşiktaş bu kararı alamazdı. Portföyde o kadar futbolcu dururken, kolay mı futbolcu harcamak. Karar adil olmasa, diğer futbolcularını nasıl güdüleyecek Beşiktaş? Hem Beşiktaş Yönetim Kurulu'nda kimin hangi güdüyle oy kullandığını kim nereden biliyor? Federasyonun verdiği karar Beşiktaş yönetiminin ne kadar doğru bir karar verdiğini gösteriyor. Bunun dışında bir yorum için 'taraftar' olmak gerek. Futbolda 'tombala' hareketi tarihe gömüldü. Türkiye'nin vicdanı da sızlamıyor. Önemli olan bu.Cuma TakıntısıBir kitap: Liderlik ve Güç Kullanımında Machiavelli, Michael A. Ledeen, Literatür, 2003. Machiavelli'i anlamadan iyi bir yönetici olmak zor, hatta lider olmak olanaksız. Cuma AlıntısıBüyük olmak büyük bir şeydir. Fakat insan olmak ondan da büyüktür.(Will Rogers)