Buna (hak)sızlanma derler!

BENİM köşemi tercih edenler bilirler, devletin hangi sektörde olursa olsun batan şirketleri kurtarmasına karşıyımdır. Eğer ekonomi liberalse, kural gayet açıktır: Bırakınız yapsınlar, bırakınız batsınlar!

Neden? Çünkü devlet işini yönetemeyip batıranları kurtarırsa başarısızlığı ödüllendirir, piyasa dengelerini bozar, o sektördeki diğer firmalar aleyhine haksız rekabet yaratır. Bu nedenle Köytür'ün kurtarılmasına da karşıydım. Sabah'ın kurtarılmasına da karşıyım.

Geçen hafta çok merak ettiğim bir konuda TSMF açıklama yaptı. Öğrendim ki Sabah 900 milyon dolarlık borcunu 15 yılda ödeyecekmiş, yani yılda 60 milyon dolar, hem de borca yüzde yarım faiz işletilecekmiş. (Tam ‘‘Ölme eşeğim ölme yonca biter de yersin’’ durumu yani.)

Neden? ‘‘Doğan Grubu tek kalmasın, medya ve reklam sektörüne tek başına hakim olmasın, piyasaları bozmasın’’ diye.

Neden? ‘‘Doğan Grubu medyada başarılı, aman yalnız kalmasın’’ diye.

Düşüncenin ekonomik yönden ucubeliğine bakar mısınız! Sen devlet olarak bir firma batarsa o piyasanın nasıl şekilleneceğini nereden bilebilirsin ki! Eğer tekel piyasası oluşursa rekabet kurumu devreye girer gereğini yapar. Firma kurtarmak o piyasada mücadele eden, yatırım yapan her firmaya yapılmış en büyük haksızlıktır.

Sabah'ın kurtarılması da, rakamlardan anlaşıldığı üzere Cumhuriyet tarihinin en haksız rekabet yaratan kurtarma operasyonudur. Düşünün, siz yaşamak, başarılı olmak için mücadele ederken rakibiniz devlet kesesinden yatırım yapıp rekabetçi avantaj elde ediyor bunu da pazarlama silahı olarak kullanıyor. Ne yaparsınız? Bu durumu ‘‘tekel önlendi’’ diye normal gören kim varsa gitsin biraz ekonomi, pazarlama falan öğrensin. Eğer hálá ‘‘normal’’ görmeye devam eden olursa tek çare klinik müdahale, benden uyarması.

Hükümette oyuncu değişikliği zamanı geldi

SANAYİ Bakanı Ali Coşkun'un ‘‘selülit kremi reklamlarını poşete koyalım’’ şeklindeki çıkışı ne kadar komik kaldı değil mi? İster inanın ister inanmayın gerçekten Türkiye'de bir şeyler değişiyor, bazı taşlar yerinden sökülüyor, bazı taşlar yerine oturuyor. Erbakan Hoca'nın döneminde ‘‘reklamlara poşet önerisi’’ yapıldığını düşünsenize. Sanırım AKP iktidarının farkı burada. AKP'yi merkezde algılıyoruz, ‘‘dinci’’ olarak algılanabilecek olayları da ‘‘merkez’’ algılaması içinde öğütüyor, fazla gözümüzde büyütmüyoruz. Tabii Başbakan Erdoğan'ın ‘‘Ali Coşkun hata yaptı’’ gibi açıklamaları da ‘‘merkez’’ algılamalarımızı pekiştiriyor. Sonuçta Sanayi Bakanı'nın AKP hükümetine iki numara dar geldiğini düşünüyoruz. Sadece bu konuda mı? Hayır. Yeni hazırlanan ‘‘perkandecilik ve büyük mağazalar’’ yasası ile ilgili de...

Şu andaki perakendecilik sistemimizin küçük ve orta ölçekli üreticileri bazı alanlarda mağdur ettiğini kabul ediyorum ama onları koruyacağım derken de tüketiciyi ve yabancı sermayeyi mağdur etmenin bir anlamı yok. Yeni yasa tüketiciyi 400 metrekare altında olan mağazalara mahkum ediyor, 400 metrekare üzerinde olanlara ise ‘‘mümkünse mal satma, alma pılını pırtını topla, kapat yabancıysan Türkiye'den git’’ diyor. 3 bin metrekarenin üzerinde olanlar ise indirim yapmak için bile izin almak zorundalar. (Başka! Ne o Küba'dan sonra ikinci bir komünist devlet mi yaratmaya çalışıyoruz)

Şimdi sıkı durun: 3 bin metrekareden büyük mağaza açmak için Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği'nden izin almak gerekiyor. Kedi-ciğer ilişkisi yani. Anlayacağınız hükümetin Sanayi Bakanlığı'nda oyuncu değişikliği yapması gerektiği çok açık. Sanayi Bakanlığı'na piyasaları tanıyan , liberal ekonominin mantığını bilen, tüketici davranışlarından anlayan biri gelmeli. Yerel seçim başarısı da hazır yolunu yapmışken.
Yazarın Tüm Yazıları