Televizyonda haberleri izliyorum. Ankara’da taksiciler tartışıyor. Öğreniyorum ki, bir taksici bir durağın önünden müşteri alınca tartışma başlamış.
Tesadüf eseri oradan geçen polisler olaya müdahale etmiş, taksicileri ayırmaya çalışıyorlar.
O ne! Taksiciler polislerin gözü önünde diğer taksiciyi linç ediyorlar. Hem de ne linç! Tekme, tokat, yumruk... Taksici yere düşüyor, yine tekme, yine tokat... En az yedi sekiz taksici, yere düşen taksiciye öldüresiye vuruyor.
Manzara korkunç! Polisler hiç ama hiçbir şey yapamıyorlar. Ta ki taksicilerin hıncı biraz geçen kadar.
Haberi izlerken utandım! Polisin acizliğinden utandım. Göz göre göre bir insana meydan dayağı atılmasını engelleyemeyen polislerden utandım. Rezalet, rezalet ki öyle böyle değil.
Bu nasıl iştir sevgili Cerrah? Bu polisler teorik eğitim almıyor mu? Her türlü olaya karşı iş başında eğitimleri verilmiyor mu? Polis görünce insanlar artık risk algılamıyor mu?
Eğer iki polis, beş altı magandanın elinden bir insanı alamayacaksa, o polislerin sıradan vatandaştan farkı ne? Niye onlara polis üniforması giydiriyoruz o zaman?
Bu işin peşini bırakmayacağım. Bu iş, peşi bırakılacak bir iş değil. Zavallı taksiciyi öldüresiye dövenlere ne oldu merak ediyorum. O iki polis hálá ellerini kollarını sallaya sallaya devriye geziyorlar mı, onu da merak ediyorum.
En çok merak ettiğimse, can ve mal güvenliğimizin haberlerde gördüğüm o iki iş bilmez polis gibi polislere kalıp kalmadığı. Kalmamıştır değil mi? İki polise bakıp koca bir teşkilatı karalayamayız değil mi?
Kirli Para belki, Şanslı Slevin mutlaka
Entel dantel sinema eleştirmenlerinin, bazen boş bir film için onca lafı nereden bulduklarını merak ediyorum (Gerçi biliyorum ama haydi bir süre daha bende kalsın!). Alın size Kirli Para... Aşk, iktidar, para hırsı her şey varmış, kumarın insanı ne hale getirdiği ancak bu kadar güzel anlatılırmış falan filan. Yalan, kuyruklu yalan. Amerikan futbolunu, oradaki bahis sistemini bilmeden neyi anlıyorsun da, hangi zevki alıyorsun!
Senaryo, oyunculuk, yönetmenlik konusunda bu kadar sığ bir film ancak bu kadar abartılabilir... Al Pacino hayranları (örneğin ben) için bile kısmen zulüm. Gitmeden önce beklenti seviyenizi sıfırlayın.
Şanslı Slevin ise asla ama asla kaçırılmayacak bir film. Önce Jason Smiloviç’i bu kadar kusursuz bir senaryo yazdığı için (bu kadar mükemmel bir senaryoda az da olsa saçma sapan diyalogların olması da ilginç tabii ki) kutlamak lazım. Sonra da filmin şaşırtıcı sonu hakkında asla ipucu vermeden neredeyse 90 dakikayı çeken ve kurgulayan yönetmen Paul McGuigan’ı.
Uzun süredir her şeyiyle bu kadar "zeki" bir film izlememiştim. Oyunculuklar için bir şey diyemeyeceğim. Bruce Willis, Morgan Freeman dahil, olması gereken klişe oyunlarını sergiliyorlar. Öne çıkan biraz Josh Harnett var, ama o da bir dereceye kadar. Mutlaka ama mutlaka görün Şanslı Slevin’i. Şaşırmaya hazır olun.
Bandırma’da enginar ve nohutun cazibesi
Geçtiğimiz cumartesi Bandırma’daydım. Her zamanki uğrak yerim İnegöl Et Lokantası’na gitmeyi ihmal etmedim. Bildiğiniz üzere Haluk Saçaklı’nın kontrolünde Sağlıklı Yaşam Programı’ma ısrarla devam ediyorum. Eğer sağ çıkarsam sonuçları birkaç hafta sonra açıklarım. Program gereği biftek ısmarladım, Çisil de aynısından söyledi ama İzmirliliği galip geldi ve enginarın tadına bakmadan edemedi.
Ben de fırsatı değerlendirip günün yemeği arpacık soğanlı nohut söyledim. Nohut geldi, ilk kaşığı aldım. Olmaz böyle şey. Bir nohut ancak bu kadar lezzetli pişebilir. O sırada Çisil ağzında ilk enginar lokması bir zamanların tahrik edici şampuan reklamındaki gibi nirvanaya ulaşmak üzereydi. Dayanamadım bir de çatalımı enginara sapladım.
Dönüş yolunda elimizde iki ayrı kapta dört adet enginar taşıyorduk. Nohutun tadı da damağımızda. Akşam Sağlıklı Yaşam Programı’nı, Sağlıklı Enginarla Yaşamdan Alınan Küçük Hazlar Programı’na dönüştürdük (Affet bizi Haluk Saçaklı hocam). Size bu hafta sonu aynı kürü öneriyorum. Bandırma’ya gidin, bu enfes zeytinyağlı enginarı tadın. Enginar’ın lezzeti (nohuta da hasızlık yapmayalım) iki saat yol katetmeye değer.
Bu arada müjde! İnegöl Et Lokantası, İstanbul’da Mahmutbey’de Bizköfte adıyla bir şube açmış. Aynı yemekler var diyorlar. Henüz gidemedim. Gidince bilgilendiririm.
Olmuş Levent kadınları çözmüşsün
Levent Yüksel, bir not eşliğinde yeni albümünü göndemiş. Notta aynen şöyle yazıyor: "Kadın şarkılarını söyleyerek kadınları bir nebze olsun anlamaya çalıştım. Olmuş mu?"
Yanıt veriyorum: "Defalarca dinledim albümünü. Çok güzel şarkıları seçmişsin. Hem de her şarkıyı oya gibi ince ince işleyerek okumuşsun. Olmuş Levent, kadınları adeta hatmetmişsin!"
En ama en beğendiklerime gelince... Birinci sırada Sertab’dan "Üzgünüm Gidenler İçin", ikinci "Yalnızlık" Zuhal Olcay’dan ve sonra Asya’dan "Yoksun Sen". Hepsinin yeri ayrı ama bu üçünü bir başka söylemiş Levent. Sanki bu şarkılarda kadınları anlamayı da geçmiş, kadınların kitabını yazmış.
Hálá bu albümü edinmeyenler varsa, üzülürüm onlar için. Kendilerini böyle bir albümden mahrum etmek için ne kabahat işlediler ki!
CUMA İTİRAFI
wakkoroma; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 31; İl: İstanbul
Annemle babam son zamanlarda önemsiz konular yüzünden tartışır oldular. Babamla yüz yüze konuştum. Gerçek sebep, annemin menopozdan sonra cinsellikten soğumasıymış. Babam resmen 65 yaşında kadından cilve istiyor. Çok şaşırdım. Anneme ne söyleyeceğim bilmiyorum.
Yorum: Say Yayınları Prof. Erwin J. Haeberle’nin "Cinsel Atlas"ını 21 yıl sonra yeniden başmış. Haeberle, cinsel yaşamın her yönünü, cinselliğin her türünü açıkladığı kitabın 592’nci sayfasında şöyle diyor: "Normal koşullar altında bir kişinin cinsel yaşamı yalnızca ölümle sona erer." Gördüğünüz gibi Haeberle cinsiyet ayrımı yapmıyor. Verdiği hedef de belli: Mezara kadar cinsellik!
Eğer Haeberle’nin bu özlü ve güzel sözünü her yaştan, her cinsten insan çerçeveletip evinin, iş yerinin uygun bir yerine (ne kadar göz önününde olursa sonuçlarına da o kadar katlanmak zorunda kalabilir!) asarsa, cinsellik yüzünden yaptığı tartışmalar da son bulur. İtirafçının annesine de aynı eylemi öneriyoruz. Tabii ki itirafçıya da...
CUMA LAKIRDISI
"Sizi sadece güldüren kişi komedyendir. Hem güldüren hem düşündüren kişi ise mizahçıdır." (G. Burns)
CUMA TAKINTISI
Fenerbahçe-Galatasaray maçını, daha önce kışın gidip yazdığım ve "Cuma takıntısı" ilan ettiğim Çengelköy Villa Bosphorus’ta izledim. Villa Bosphorus, yazın bir başka güzelliklere bürünmüş. Birinci köprünün manzarası, küçücük kumsalıyla büyüleyici bir mekan. Hafta sonu İstanbul keyfi yapmak istiyorsanız, buyrun Villa Bosphorus’a. (4-0 yenilirken yediğin yemekten nasıl keyif aldın diye soruyorsanız, sormayın. Çünkü ikinci golden sonrasını anımsamıyorum!)