BUGÜN size gözlerden kaçan bir ihaleden söz edeceğim. Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu’nun 3 Mayıs’ta internet üzerinden yaptığı ihale çağrısından...
Neyin, ne için yapıldığı belli olmayan ‘karanlık’ bir ihaleden... İhalenin konusu ‘Türkiye’de iletişim stratejileri uygularken Avrupa Komisyonu Delegasyonuna yardımcı olmak’. Halen Delegasyon Türkiye’de bir firmadan iletişim hizmeti alıyor. Sonuçlardan memnun değil ki ihaleye çıkmayı uygun bulmuş..
Yeni ihalenin konusuna dikkat edin! ‘İletişim stratejisi geliştirmek’ değil, ‘Geliştirilen iletişim stratejisini uygulamaya yardımcı olmak’... Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu stratejiyi belli edecek. İletişim uygulama taşeronu da araştırma yapıp, belirlenen stratejiyi internet üzerinden, kurduğu iletişim ofisleri aracılığıyla, bastığı ‘user-friendly’ (kullanımı kolay) broşürlerle, medya ilişkileriyle, çeşitli ‘event’ organizasyonlarıyla yayacak.
Türkiye Delegasyonu 3 Ekim’de başlayacak müzakere süreci öncesinde Türk halkını ‘Avrupa Birliği’ konusunda bilinçlendirmeye çalışacak anlayacağınız. Nasıl bilgilendirmeye çalışacak? O konu biraz karanlık. İhaleye katılan firmalar önlerine ‘strateji’ diye ne konursa onu uygulamak zorundalar. Önlerine ‘Türk halkını özel üyeliğe ikna edin’ diye bir dosya konsa bile ihaleyi kazananlar uygulamak zorunda.
İhaleye katılmak için konsorsiyum kurmak şart. Avrupa’da daha önce böyle bir bilgi kampanyasını örgütlemiş bir ortağa sahip olmak da önemli. Ayrıca son iki yıl içinde yıllık 3 milyon Euro ciro gerekiyor. İhale bütçesi tavanı bir yıl içinde 1.2 milyon Euro..
İhale çağrısında katılımcılardan neler istendiğine dair ayrıntılar eksik mi eksik. Gördüğüm en ‘abuk’ ihale dosyası bile diyebilirim. Yapılacak işlerle ilgili hiçbir ayrıntı yok. Kaç broşür? Kaç gram kağıda? Hangi ölçülerde? Nasıl bir örneklem planı. İstenenler alt alta toplanınca da ihale bütçesi için konan rakam koca Türkiye için çok komik bir rakam olarak duruyor.
Üstelik ihale yöntemi konusunda da Avrupa Birliği’nin genel geçer eğilimlerine uyulmuyor. Normalde bu tür ihalelerde Avrupa Birliği kurumları önce bir ‘niyet mektubu’ ister, bu mektuplara göre firmaları eler, daha sonra son ihale dosyasını ister. Bu ihalede 5 Temmuz’da doğrudan ihale dosyası isteniyor. Neden?
Bir iş var bu ihalede. Bir yanlışlık var. Avrupa Birliği Türkiye’yi ne olarak görüyor acaba? Gerçekten ortaklığa aday bir ülke mi? Yoksa ‘az gelişmiş, doğulu’ sürekli bir şekilde ‘oyalanması’ gereken bir ülke mi? Bu ihale çağrısı bile Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi oyaladığını, samimi olmadığını gösteriyor. Böyle bir Avrupa Birliği’ne Hollanda, Fransa halkı güvenmedi. Biz niye güvenelim?
Kendilerini ne sanıyorlar
GEÇEN pazartesi Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği’nin (IPRA)İstanbul’da yapılan 50’inci kongresindeydim. Avrupa Komisyonu Sözcüsü Beate Gminder ‘Politik Güven: İletişim İmaj Değiştirebilir mi?’ başlıklı oturumda yaptığı konuşmada ‘Hollanda ve Fransa’da uyguladığımız iletişim stratejilerinde hata yaptık.Daha yerel davranmamızın gereği ortaya çıktı.Artık yeni bir iletişim stratejisi uygulayacağız, uzun yıllar alan bir çalışma ile imajımızı düzelteceğiz’ dedi.
Cuma günü ‘yeni açılan iletişim danışmanlığı’ ihalesi ile ilgili bilgi almak üzere Ankara’daki Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu’nu aradım. İhale sorumlusu Selda Paytak’la görüşeceğim. Otomatik Sekreter ‘Türkçe mi İngilizce mi?’ yönlendirmesi yaptı. Türkçe’yi seçtim. Karşıma son derece ‘ukala’ bir operatör çıktı. Kendimi tanıttım. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:
- Selda hanımla görüşmek istiyorum.
- Misyonda görüşemezsiniz.
- Buyur?
- Misyonda, misyonda...
- O an anladım ki, operatör, Selda Paytak’ın göreve gittiğini söylemek istiyor.Yani görevde mi demek istiyorsunuz?
- Evet.
- Bir şekilde ulaşabilir miyim kendisine?
- Ulaşamazsınız kendisine. Biz cep telefonu vermiyoruz.
- Bu Avrupa Birliği standardı mı?
- Evet öyle...
Gördüğünüz gibi operatörün verdiği yanıtlar samimiyetsiz, sorun çözmek istemeyen kendini son derece ‘yukarda’ gören yanıtlar. Avrupa’nın Türkiye karşısındaki ukala tavrı, telefona bakan Türk operatöre bile yansımış durumda... Avrupa Komisyonu, Türk halkını bilinçlendirmek için ihale açacağı yerde önce kendi personelini ‘yaratmak istediği yerel imaj’ konusunda bilinçlendirmek için ihale açsa çok iyi olur.Aksi halde ‘yukardan bakan, hor gören’ bir kafa yapısıyla Türk halkının güveninin sağlamak hayal... Avrupa Komisyonu sözcülerinin söyledikleri ile yapılanlar birbirini tutmuyor...
Hazır giyimin Ülker’i Rodi
MARKA ligimizde bu hafta ‘Spor Hazır Giyim’ markaları var. TNS Piar soruyu aynen böyle sordu: ‘Aklınız gelen üç spor giyim markasını söyler misiniz?’ 18 yaş üstü Türkiye kır kent temsili 2020 kişiden 1507’si en az bir marka anımsayabildi. Yani Türkiye’nin % 25’i hálá spor giyim markası deyince hiçbir marka anımsamıyor. Anımsayanların gözdesi ise % 87 ile Adidas. İkinci sırada ezeli rakibi Nike var (% 54). Daha sonra da sırayı % 32.5 ile Puma alıyor.
Tüm sonuçlar incelendiğinde görülüyor ki Türkiye’de belleklere ‘spor giyim’ uyarısı verildiğinde hemen akla aktif spor markaları geliyor. Dolayısıyla eğer ‘günlük rahat giyim’ sorulmak isteniyorsa mutlaka beyne başka şekilde bir uyarı vermek gerekiyor. Buradan ne sonucu çıkarıyoruz? Bir araştırmada sözcüklerin seçimi çok önemli. Yanlış sözcük beyindeki yanlış disketi çalıştırırsa sonuçlar yanıltıcı olabilir..
Kinetix’i yabancı markalar arasında dördüncü sıraya yerleştiği için kutlamak gerek. Bu arada Rodi’nin % 5.6 ile altıncı sırada en çok anımsanan spor giyim markası olması konusuna dikkatinizi çekmek isterim. Rodi, Anadolu’da inanılmaz yaygın bir dağıtıma sahip. Yaygın dağıtım konusundaki gücünü bilenler ona ‘Hazır giyimin Ülker’i’ diyorlar. Yaygın dağıtım Rodi’yi sıçratmış görünüyor. Ancak daha da başarılı olması için Rodi’nin markasını daha iyi yönetmesi şart. Markasını iyi yönetmek ne demek? Tüketicinin güven duygusunu yönetmek demek. Bunu hiç unutmayalım...
Spor Hazır Giyim Marka Ligi
Marka YÜZDE
1.Adidas 87.1
2.Nike 54.6
3.Puma 32.5
4.Kinetix 20.0
5.Reebok 6.2
6.Rodi 5.6
7.Levis 4.6
8.LCW 3.9
9.Mavi 3.7
10.Lescon 3.6
Kaynak: TNS
Amerikalıların bilmediği
BİR araştırmada doğru sözcükleri seçmek çok önemli. Bu konuda çok sevdiğim bir fıkra var paylaşmadan edemeyeceğim. Dünya çapında bir anket yapılmış. Sadece bir soru sorulmuş: ‘Lütfen dünyanın geri kalan kısmındaki yiyecek eksikliğine bir çözüm ile ilgili kişisel görüşünüzü belirtiniz’.
Sonuç fiyasko olmuş. Çünkü..
Afrika’daki insanlar ‘yiyecek’ sözcüğününün ne anlama geldiğini bilememişler.
Batı Avrupa’dakiler ‘eksiklik’ ne demek anlamamışlar.
Doğu Avrupa’dakiler ‘kişişel görüş’ ne çözememişler.
Ortadoğu’dakiler ‘çözüm’ün ne anlama geldiğini bilememişler.
Güney Amerikalılar ‘lütfen’ sözcüğüne takılıp kalmışlar.
Ve Amerikalılar ‘dünyanın geri kalan kısmı’ ne demek olduğunu bir türlü anlamamışlar.
Mehmet Öz fırtınası
BOĞAZ’da bir tekne turundayız. Açık büfeden yemek alıyoruz. Herkesin ağzında Mehmet Öz reçeteleri. İçimizden biri anlatıyor: ‘Bugün Kapalı çarşıdaydım.Fındık kalmamış.Esnaf da şakın. ‘Abi Mehmet Öz diye biri varmış. Allah razı olsun ondan’ diyorlar.’
Maltepe Üniversitesi’nde İletişim Fakültesi Dekanı Peyami Çelikcan ve NTV’den Mete Çubukçu ile üniversite lokantasında yemekteyiz. Salatalar gelince, ben ‘Zeytinyağı almayayım, diyetteyim’ deyince garson yanıtı yapıştırdı: ‘Ama Mehmet Öz Zeytinyağı yenebilir diyor.’
Aynı akşam bir arkadaşımla sohbet ediyorum. Konu sağlıklı yaşam konularına geliyor. ‘Mehmet Öz’ü okudun mu?’ diye soruyor. ‘Yeni başladım’ diyorum. ‘Nasıl ama verdiği örnek.Vücudu evle karşılaştırıyor. Ağız mutfak, akciğerler pencereler, bağırsaklar kanalizasyon...’
Mehmet Öz kim? Amerika’da kitapları en çok satanlar listesine girmiş bir Türk profesör. Genel cerrah... Türk medyası ‘ABD’deki başarısını onayladı, ona güvendik..’ Şimdi Türkiye’nin her yerinde sağlıklı yaşam konusunda Mehmet Öz fırtınası esiyor. Anımsayın Mavi fırtınasını... Hani Mavi önce ABD’de, Kanada’da onaylanmıştı. Oralara mal satmıştı. Türk medyası da Mavi’nın yurt dışında onaylandığını onaylamıştı. Sonra Mavi fırtınası bir başladı, bitmek bilmedi...
Türkiye’de kısa sürede marka patlaması yapmak isteniyorsa sırrı belli... Genetik kodlarımız hakkında yeterince bilgi verebildim mi? Ülker’ciler de duyuyorlar mı?
Çekirgelik
‘Sana güveniyorum’ demek, ‘Seni seviyorum’ demekten daha büyük bir iltifattır