Bruce Willis ve Matthew Perry’nin başrolünü oynadıkları Katil Komşum Geri Döndü’yü G-mall’da izledim.
G-mall alışkanlık yaptı, neredeyse başka yerde sinema izleyemez hale geldim. G-mall’da film izlemek gerçekten çok keyifli. Sinemaların ortasındaki alanda yer alan Num Num’a bir şey olmuş yalnız. Artık içki servisi yok. Söylenene göre yakında olacakmış. Umarız olur.
Filme gelince... Eğer ilk filme gitmediyseniz asla gitmenize gerek yok. Çünkü ilk filmi görmeyenler için ikinci filmdeki esprilerin hiçbir anlamı yok. İlk filmi görüp kahkahalarla gülenler de bu filmde ‘dumur’ olacaklardır, çünkü öykü çok moronik üstelik hiç ama hiç de komik değil.
İlk filmde Jimmy (Bruce Willis) ve Oz (Matthew Perry) Jimmy’yi öldü gösterip, hayat sigortasından oldukça yüklü para alıyorlardı. Jimmy’nin yerine Janni Gogolak’ın cesedi geçiriliyordu. Jimmy sanılsın diye de Janni’ye Oz tarafından iyi bir diş makyajı yapılıyordu. İkinci film tam buradan başlıyor. Jimmy Mexico’da yaşıyor, Oz’un eski asistanı ile evli. Oz ise Kaliforniya’da yaşıyor. O da Jimmy’nin eski karısıyla evli. İlk filmdeki kurban Janni’nin babası Lazlo hapisten çıkıyor ve Jimmy’ye ulaşmak için Oz’un karısını kaçırıyor. Sonra ne olduğu belli olmayan aptalca olaylar, komik olmayan konuşmalar. Filmde eğlenen birileri varsa onlar da sadece aktörler.
Yönetmen Howard Deutch keşke hiç ikinci filmi çekmeseymiş. Bruce Willis’in de bu filmdeki gibi hallerini hiç sevmiyorum. Nerede ‘Die Hard’lardaki Bruce Willis, nerede bu filmdeki Bruce Willis. Bence Willis bu farkı oyunculuk yeteneğiyle falan yaratmıyor. Resmen çift kişilikli ve bazı filmlerde ‘aklı başında’ ilk kişiliği, bazılarında ise ‘hafif çatlak’ ikinci kişiliği oynuyor. Şaka yapmıyorum, ciddi söylüyorum.
Gidelim mi? Eğer ilk filmi izlediyseniz belki, eğer izlemediyseniz kendinize başka bir film bulun.
Cuma ALINTISI
‘Düşünme’, tüm zenginliklerin, tüm başarıların, tüm kazanımların, tüm büyük keşif ve icatların orijinal kaynağıdır.
(Claude M. Bristol).
Küçük şeyler ve şarap
Geçen hafta internetten bir öykü geldi. Daha önce bildiğim, hatta bir keresinde de sınav sorusu olarak kullandığım bir öykü. Sizlerle de paylaşmak istiyorum çünkü, bu öykü insanın içini ısıtıyor, ne derseniz deyin çok da düşündürtüyor. İşte öykü:
‘Bir felsefe profesörü sınıfta ders yaparken önündeki boş kavanozu küçük taş parçaları ile doldurmaya başladı. Kavanoz ağzına kadar dolunca öğrencilere kavanozun dolu olup olmadığını sordu. Öğrenciler ‘Dolu’ diye yanıt verdiler. Profesör bu kez kavanoza çakıl taşlarını boşaltmaya başladı. Kavanozu salladıkça çakıl taşları büyük taşların arasındaki boşlukları doldurdu. İşi bitince profesör yine öğrencilere kavanozun dolu olup olmadığını sordu. Öğrenciler yine ‘dolu’ dediler. Bu kez profesör kavanozun içine kum boca etmeye başladı. Kum geri kalan boşlukları doldurunca profesör yine aynı soruyu sordu. Hálá ne olduğunu anlayamayan ‘kek’ öğrenciler yine ‘dolu’ yanıtını verdiler. Profesör bu kez masanın altından bir şişe kırmızı şarap çıkarıp, kavanoza boşalttı. Şarap kumu ıslatıp şişirdi ve kavanozda nefes alacak yer kalmadı. Öğrenciler hálá ‘kek’ halinde profesörü izlerken o konuşmaya başladı: ‘Bu kavanoz sizin hayatınızı simgeliyor. Taşlar hayattaki önemli şeyler. Aileniz, sevgiliniz, sağlığınız. Her şeyi kaybetseniz ve elinizde sadece onlar kalsa bile hayatınızın dolu dolu olmasını sağlayacak şeyler bunlar. Çakıl taşları ise işiniz, eviniz, arabanız gibi diğer önemli şeyler. Kum ise arta kalanların hepsi. Daha doğrusu küçük şeyler. Eğer kavanozu kumla doldurursanız çakıl taşlarına ve büyük taşlara yer kalmayacaktır. Bütün zaman ve enerjinizi küçük şeylere harcarsanız hayatınızda sizin için önemli şeylere hiç yer kalmayacaktır. Mutlu olmak için çok önemli olan büyük taşlara dikkat edin. Çocuklarınızla vakit geçirin, doktor kontrollerini aksatmayın, sevgilinizle sinemaya gidin, dansa gidin. İşe girmek, evi temizlemek, tamirat yapmak ve yemek yemek için hep zamanınız olacaktır. Ama onları ‘büyük taşlar’ için yaptığınızı unutmayın. Önce büyük taşlar... Önceliklerinizi belirleyin. Geriye kalanlar sadece kumdur.’
Öğrencilerden biri dayanamayıp elini kaldırdı ve sordu: ‘E, şarap hocam?’. ‘O’ dedi Profesör, ‘O sadece hayatınız ne kadar dolu görünürse görünsün iyi bir şişe şaraba her zaman yer olacağını size göstermek içindi.’
Doğrudur, şaraba her zaman yer olmalı hayatınızda. Örneğin bu haftasonu alın yanınıza sevdiğinizi, sevgilinizi, aşkınızı. Liginize göre en güzel kırmızı şarabı açın , ‘sevginize’ kadeh kaldırın, paylaşmanın erdemini yaşayın.
Cuma TAKINTISI
Bu hafta size önerim Ziya’nın Yeri. Nasıl tanımlayabilirim size Ziya’nın yerini? Nasıl? Nasıl? Hah, buldum. Çok kaliteli bir meyhane. Hatta hafiften Rum meyhanesi bile diyebiliriz. Çok ilginç ve lezzetli mezeler var. Tadı damağınızda kalacak cinsten. Keyifli bir sohbet ortamı. Rezervasyon yaptırsanız iyi olur (0-212- 245 60 70).
Cuma PARILTISI
Bu haftaki parıltımız Aşkın Taneli’den:
80 yaşında bir adam doktora gitmiş. Doktor adamın sağlığını sorduğunda adam ‘Harika. 18 yaşında bir karım var ve hamile’ demiş. Doktor birkaç dakika düşünmüş ve sonra adama dönüp sana bir öykü anlatayım demiş ve başlamış anlatmaya: ‘Avlanmaktan çok hoşlanan bir adam varmış. Her gün tüfeğini alarak ava gidermiş. Fakat bir gün tüfek yerine şemsiyesini almış. Ormanda ağaçların arkasında yürürken karşıda bir geyik görmüş. Hemen şemsiyeyi çıkartmış, nişan almış ve geyik yere yığılmış. Adam şaşırmış ve doktora ‘Olamaz başka biri vurmuş olmalı’ demiş. Doktor da yanıtı yapıştırmış: Kesinlikle!’.