DÜNYA hala ‘ABD’nin Irak’a harekatında sorun nükleer tesisler miydi değil miydi?’ diye tartışıyor. Bu tartışmaya bilgi sağlayacak bir olayı Gerry MCCuster’in Talepsin isimli, dünyadan çeşitli halkla ilişkiler krizlerini anlattığı kitabında okudum.
Yıl 1990. İlk körfez savaşı öncesinde George Bush’un Amerikan kamuoyunu savaşa hazırlama politikası başarısız oluyor. Amerika Amerikan askerlerinin Irak’a saldırması konusunda tam ortadan ikiye bölünüyor.
Bunun üzerine Amerikan kamuoyunu askeri harekat yanlısı hale getirebilmek için ünlü Hill & Knowlton halkla ilişkiler şirketiyle anlaşılıyor. Halkla ilişkiler şirketinin ücretini petrol kuyularını Irak saldırılarından kurtarmak isteyen Kuveyt hükümeti ödüyor. Bilindiği üzere o günlerde Kuveytli şeyhler ABD askerlerinin gelip Kuveyt’in bodyguardlığını yapmasını istiyorlardı..
Hill&Knowlton’um önerisiyle 15 yaşında Kuveytli bir hemşirenin görüntüleri Amerikan televizyonunda yayınlanıyor. Nayirah isimli hemşire röportajda Irak askerlerinin hastanede kuvöz içindeki bebekleri merdivenlere atıp ölüme terk ettiklerinde yaşadığı şoku anlatıyor. Nayirah’ın kimliği asla tam olarak verilmiyor, ailesinin ‘güvenlik’ nedeniyle izin vermediği söyleniyor.
Böylesine duygusal bir röportaj yayınlandıktan kısa bir süre sonra Amerikan kamuoyun da Irak’a saldırı yanlılarının sayısı artıyor. ABD Irak’a karşı askeri harekata başlıyor.
İşin doğrusu ise şu: ‘Nayirah’ Kuveyt’in Amerika Büyükelçisi Saud Nasir Al-Sabah’ın kızı ve Hill&Knowlton’un başkanı Lauri Fitz Pegado tanıklığını en iyi şekilde yapması için ona danışmanlık yapmış. Yani, ‘Nayirah’ın öyküsü tamamıyla masa başında uydurulmuş bir öyküymüş!
Nasir al- Sabah diplomatik ayrıcalığını kullanarak konuyla ilgili hiç kimseye konuşmamış ve ailesini de konuşturmamış..Amerikan halkı da savaşa dalıp ‘Nayirah’ı unutmuş gitmiş...
Ne düşünüyorsunuz? ‘ABD’nin Irak çıkarmasında sorun nükleer tesisler miydi değil miydi?’
(*) Gerry McCusker, Talepsin, Kogan Page, 2005.
Başbakan Akbank’ı örnek almalı
AKBANK kurumsal imaj reklamında Türkiye’deki hayatı maraton koşmaya benzetiyor. Yeni hedeflerden söz ediyor, başarmaktan büyümekten söz ediyor. Aynı zamanda da Akbank’ın bu tempoya ayak uydurduğunu çünkü içinde büyük bir coşkuyu barındırdığını söylüyor. Doğru ve güzel bir kurumsal imaj reklamı. İzleyeni içine alıyor ve bir değer katıyor. Onu da gelişme sürecinin bir parçası yapıyor.
Akbank reklamını her izleyişimde ‘İşte Türkiye’nin Başbakanı’nın İcraatin İçinden programı da aynen böyle olmalı’ diyorum. Aynen böyle. Türk insanını çalışmaya güdüleyen, ona hedefler veren, onu da sürecin parçası yapan, tribünlerden sahaya indiren ve bir ‘amaç’ uğruna ulus olarak çalıştığımızı anımsatan bir program.
Başbakan’ın danışmanları otursunlar Akbank filmini iyice analiz etsinler. Bundan sonraki İcraatın İçinden’e de Akbank filminin yarattığı duygulara göre yön versinler. Bana da lütfen artık bir teşekkür göndersinler. Burada işi gücü bırakıp Başbakan’ın danışmanlarına danışmanlık yapmaktan daral geldi. İyi kötü benim de bir coşku duymaya gereksinimim var. Değil mi ama?
The İmam bayıyor
THE İmam filmi ‘Türk filmi’ sıfatını bile taşıyamayacak kadar çok kötü çekilmiş bir film. Filmden çıktığımda kendime ilk sorduğum soru: ‘Ne anlattı bu film şimdi?’ oldu.
The İmam’ın sorunu bu. The İmam bir şey anlatmıyor. Ortada İmam Hatip mezunu bir kişinin yaşadığı sıkıntılar falan yok, şehirli birinin köy yaşamına uyum sorunları var. Hatta yönetmen anlatacağı şeyi unutup komediye yüklenmiş. Onu da eline yüzüne bulaştırmış. Keşke tüm öykü bir komedi olarak tasarlanıp anlatılsaymış. Belki daha iyi bile olabilirmiş. Köyün delisini her dakika ortaya çıkarıp izleyiciyi bıktırmamak şartıyla tabii ki..
The İmam’da oyuncu seçimi de , oyuncu yönetimi de çok kötü. Senaryonun bazı iyi tarafları var onlar bile kötü oyunculukla ortaya çıkamaz hale gelmiş. Başroldeki İmam, filmin her şeyi, o kadar sıkıcı ve o kadar tek düze oynuyor ki, izlenecek gibi değil. Bir de film boyunca kasksız motosiklet kullanarak gençlere kötü örnek oluyor. İmam kasksız motosiklet kullanırsa cemaat yapar!
Bu arada filmde aralara sıkıştırılmış bir takım yan mesajların ‘Kurtlar Vadisi’nin’ içine sıkıştırılmış sanal reklamlar gibi eğreti durduğunu belirteyim. Eğreti ama çok sinsi. Örneğin bir ara muhtarın kızı Zehra durup dururken ÖSS’yi takmadığını söylüyor. Çünkü kazansa da üniversiteye gidemezmiş..
Birden dikkat ediyoruz ki Zeynep’in başörtüsü var. Filmin o anına kadar dikkatimizi çekmeyen Zeynep’in başörtüsü birden gözümüzde türbanlaştırılıp önümüze sorun olarak getiriliyor..
Ne tesadüf! 1970’lerden bu yana başörtüsü de aynen böyle gözümüze sokulup türbanlaştırılmamış mıydı? Ne yapmak istiyor bu The İmamlar? ’Türban’ sorununu nereye vardırmak istiyorlar?