Bir zamanlar delikli sabun Adora vardı

‘‘SABUN Marka Ligi ne durumda acaba?’’ diye düşünmeye başladığımda aklıma birden Adora sabunları geldi. Bilmem Adora'yı anımsayanınız var mı? Türkiye'nin dizi diye sadece Dallas'a, Bonanza'ya, Küçük Ev'e, Kaçak'a, Petroçelli'ye esir olduğu yıllarda Adora bir reklam kampanyasıyla gümbür gümbür pazara girmişti. Çıkması da yine aynı şekilde gümbür gümbür oldu.

Nedenini anımsamıyorum. Adora'nın anımsadığım tek özelliği ortasının yuvarlak oluşuydu.. Düşünebiliyor musunuz zekayı? Sabun ve ortasında koca bir delik! Niye? Kolay tutulacakmış.. Adora'nın ne tür ‘‘hamamcı’’ esprilerine kurban gittiğini tahmin edersiniz. Batışı bundan mı oldu bilemem ama Türk kadını nasıl bir zamanlar evine Ajda Pekkan çarşaflarını sokmak istemediyse Adora'yı da benzer nedenle sokmak istememiş olabilir.

Beynimdeki sabun dosyasını biraz daha kurcalayınca, bu kez ünlü film yıldızlarının kullanıldığı Lux reklamlarını anımsadım. Örneğin aklımdan çıkmayanı Catherine Deneve'lü olanı. Nasıl unuturum dünyaca ünlü o güzelim sloganı: ‘‘Yıldızların Güzellik Sabunu’’

Konumlandırmadaki güzelliğe bakar mısınız?

Şimdi nerede böyle işler, şimdikilerin çoğu doldur boşalt.

Biraz daha beynimi yoklayınca ‘‘tak, tak, tak’’ diye sabunların tokuşturulduğu Duru reklamlarını, sonra renkli, kokulu, hatta hamamlı Hacı Şakir reklamlarını anımsamakta fazla zorlanmadım. Her nedense aklıma Çarkıfelek, Mehmet Ali Erbil ve bir sepetin içindeki Duru sabunlar geldi.. Bir de karıştırılmakta olan krema görüntüsü ile Dove.. Durun, durun.. Bir de feci bir Fax sabun reklamı anımsıyorum. Belli belirsiz, kapıcı kılıklı bir adam falan vardı.. Hepsi bu. Siz de söyle bir beyninizi bir yoklayın bakalım, hangi sabun markaları ve özellikleri aklınıza geliyor?


Hacı Şakir ve Duru nefes nefese


SİZ
sabun markalarını düşüne durun, TN Sofres/Piar Trendpoll araştırmasında bizim için 18 yaş üstü Türkiye temsili 2002 kişiye ‘‘Anımsadığınız ilk üç sabun markası nedir?’’ diye sordu, ben onun sonuçlarını açıklayayım.

İlk sonuç şu: İnsanların % 97'si en az bir sabun markası anımsadı. Sabun tüketiminde gerideyiz ama en azından bir sabun markasını aklımızda tutabiliyoruz. Bu sevindirici.

İkinci sonuç şu: Reklamın gücüne gerçekten inanmak lazım. Duru, halis muhlis eline yabancı eli değmemiş bir Türk markası. 1980'lerde reklam yatırımına başlıyor, günümüze kadar da sektirmeden reklam yatırımlarına devam ediyor.

22 yılda Duru'nun geldiği nokta ortada. Türkiye'de sabunun atası, yabancı sermaye pistonlu Hacı Şakir (% 74,1) Duru'nun nefesini (% 75,8) ensesinde hissediyor. Daha sonra ise sırayı yine reklama yatırım yapan Dove (% 24,9) ve Lux (% 15,5) markaları alıyor.

Sizce haksız mıyım reklamın gücüne inanmak lazım demekle?

Değilim, değilim. Bence bu sonucun bütün markalara ders olmazı lazım.


Pazar pazar içinizi köpürttüm


PAZAR
pazar içinizi köpürttüm ama bu konu emin olun çok önemli. Konuyu biraz daha anlayabilmek için gelin ‘‘Sabun Marka Ligi’’ tablosu nasıl bir pazar payı görüntüsü ortaya çıkarmış ona bakalım.

2002 yılında Türkiye'de 75 bin tonluk bir katı- sıvı sabun pazarı var, bu pazarın parasal değeri de yaklaşık 155 milyon dolar. Sabun pazarında tonaj ve ciro açısından Hacı Şakir marka lideri, Duru ise ikinci marka. Daha çok anımsanan markalar aynı zamanda çok satan markalar anlayacağınız. Ama ciroya bakınca biraz işler değişiyor.

Lux, Palmolive ve Dove ise düşük pazar paylarına rağmen yüksek ciro payı elde eden markalar. 2002'de Hacı Şakir ve Duru toplam % 49 pazar payına karşı % 43 ciro payı elde etmişler. Lux, Palmolive ve Dove ise toplam % 7 pazar payına karşı % 19 ciro payı elde etmişler.

Lux, Palmolive ve Dove'de ortak bir özellik görüyor musunuz? Bildiniz. Sadece temizlik satmıyor bu markalar. Kadınlara aynı zamanda güzellik, yani bir bakıma umut satıyorlar. Yani kuru kuru temizlik vaadindan ayrılıp, başka bir değer yaratıyor, bu değeri de daha yüksek fiyata pazarlıyorlar. İşte çağdaş pazarlama bu. İşte markanın gücü bu. Daha ne diyeyim?


Anne mi satılık, Selpak Havlu mu?


NE
zamandır Selpak Havlu reklamını yazacağım. Üstelik bu reklamla ilgili ‘‘Çocuklara kötü örnek oluyor’’ diye yığınla mesaj aldım. Hangi reklam mı? Hani şu mutfakta Örümcek Adam gibi düz duvarda yürüyen, Matrix filmindeki gibi havalarda uçuşan kaçışan annenin olduğu reklam.

Ne yapıyor savaşçı annemiz? Elindeki Selpak Havlu sayesinde çocukların batırdığı mutfağı kısa sürede eski haline getiriyor. Size ‘‘abartmışlar’’ gibi gelmiştir ama bizim evde son on yıl içinde bunun gibi kaç olay yaşandı bir bilseniz. Bir keresinde Ecmel havada uçuşan kül tablasını yakalamak için bir zıpladı, sanırım o olayda kendini üçlü salto ile aparmana giren çıkanı selamlarken bulmuştu. Pencere açıktı da..

Bir keresinde de ben televizyon ekranına doğru giden futbol topunun üzerine Mondragon gibi bir atladım. Gözümü açtığımda sağ ayak bileğim alçıdaydı, televizyon da sizlere ömür...

Tahmin ediyorum bu reklamı çok sıradan bulduğum için bir süredir yazmıyorum. Aslında izlemesi hoş reklam ama sonucunda anneyi mi alacağım yoksa Seplak Havlu'yu mu bir karar verebilsem! Tamam yönetmen yabancı, genç annemiz Fransız, izlemesi hoş reklam bütün bunlardan bize ne? Demek Selpak Havlu'nun mutfağın bütün yükünü alacağını söylemek istiyorlar.. Genç anneleri de taçlandırıyorlar ha! Reklamın kötü örnek mötü örnek olduğu da yok yani! Doğru valla. Ana baba da evde bostan korkuluğu değil ya. Sahip çıksınlar çocuklarına!

(Reklam Ajansı: Rpm Radar, Rating: * * *)


Çocuğunuzu düşünün eve hafta arası da gazete alın!


TÜRKİYE
'de gazete okurluğu değişik bir döneme girdi. Bazılarınızın, hali, vakti, eğitimi yerli yerinde olmasına rağmen, yani bazılarınız potansiyel gazete alıcısı olmanıza rağmen, hafta içini es geçip sadece Cumartesi-Pazar gazete almaya başladınız.

Mazeret de hazır: ‘‘Hafta içi işyerinde okuyorum..’’ ya da ‘‘Hafta içinde eve öyle yorgun geliyorum ki yani bırakın gazete okumayı elimi kaldıracak zamanım olmuyor...’’

Hepsi bahane! Bir türlü entelektüel seviyeniz düzenli gazete okuru olmaya elvermedi onu itiraf edemiyorsunuz.

Hemen ‘‘Bu gazetelere mi entelektüel seviyem yetmeyecek!’’ savunmasına geçmeyin. Evet, bu gazetelere entelektüel seviyeniz yetmiyor, çünkü bu gazeteler kadar bile çevrenizdeki olaylara duyarlı değilsiniz. Üstelik çocuklarınızı da okur yazar olmamaya özendiriyorsunuz. Sizin seviyeniz yetmiyor, onların ki hiç yetmeyecek! Bir çocuk okumaya, gazete okumaya nasıl alışır sanıyorsunuz. 14-15 yaşlarında sizi göre göre.. Siz gazete okumayınca o da gazeteye önem vermeyecek.

Hani üzerine titiriyorsunuz ya.. Lütfen çocuklarınız için hafta içi de gazete alın. Ne alırsanız alın, ama mutlaka hafta içi de eve gazete girsin ve çocuklar sizi gazete okurken görsün. Seviyeniz yetmiyorsa da okuyormuş gibi yapın!

Şaka yapıyorum hemen kızmayın. Dost acı söyler. Ama şunu unutmayın. Ana babası gazete okuyan çocuk gazete okuyor, çevre, ülke, dünya sorunlarına da daha duyarlı oluyor.


‘Köy-Tür yine batar’ demiştim!


PİLİÇ
pazarında Köy-Tür yine krizde.. Alacaklılar kapıda.. İki yıl önce batma noktasına geldiğinde, ‘‘Yapmayın, kurtarmayın, iyi yönetilmiyor, yine batar’’ diye yazı yazmıştım. Hálá inatla kalkınmayı köyden başlatacağını ifade eden Bülent Ecevit dinlemedi, Köy-Tür'e Ziraat Bankası'ndan 10 milyon dolar destek çıkması için bastırdı. Ben haklı çıktım. Yine para verin Köy-Tür'e, iki yıl sonra yine topu dikmesin ben de o gün Irak'a, bilemediniz en yakın savaşa gönüllü canlı kalkan yazılayım. Nereden mi biliyorum Köy-Tür'ün bir daha batacağını?

Eğer bir markete yolunuz düşer ve hálá rafta Köy-Tür ürünü bulabilirseniz, lütfen poşetli ve tabaklı ürünlerinin üstüne bir bakın bakalım, 800'lü tüketici hattı numarası ya da bir adres bulabilecek misiniz? Konumuzla ne mi alakası var? Siz isterseniz beni okumaya biraz ara verin. Alzeimer başlangıcı olabilir. Biraz bir tedavi olun bakalım, sonra derslere yeniden başlarız.


Çekirgelik


Yaşam sen başka şeyler planlarken olan şeydir.

(John Lennon)
Yazarın Tüm Yazıları