Arşive baktım, Çılgın Türkler’le ilgili ilk yazıyı 1 Temmuz 2005 tarihinde yazmışım. O tarihte demişim ki:
"Özakman, belgelere dayanarak bize bir kere daha gösteriyor ki Atatürk, Kurtuluş Savaşı boyunca sadece dış düşmanlasavaşmamış... İç düşman da büyük sorun olmuş. Türk gücünü kırmaya çalışan, ordu içinde din öğesini kullanarak ikilik yaratmaya çalışan iç düşman... Özakman’ın ellerine sağlık... Çılgın Türkler’i bu yaz mutlaka okuyun... Okutun... Hatta ’Çılgın Türkler’ kursları açıp gençlere Kurtuluş Savaşı’nı öğretin... Mutlaka..."
Daha sonra Ağustos 2005’te Çılgın Türkler’le ilgili üç yazı daha yazmışım. Hatta bir de "Çılgın Türkler’i okuma ve okutma kampanyası başlatmışım. Anımsayın, nikah şekeri yerine Çılgın Türkler’i önerenler olmuştu. O günlerde Çılgın Türkler 30’uncu baskısını ya yapmış ya yapmamıştı.
Kısa bir süre sonra, kitle iletişiminin tetiklemesi, "kulaktan kulağa iletişimin" yardımcı gücüyle Çılgın Türkler satışları patladı. Pazar günü Çılgın Türkler’in baskı sayısının 700 bine çıktığını ve Bilgi Yayınevi’nin sahibi sevgili Ahmet Küflü’nün de Ankara vergi rekortmeni olduğunu öğrenince çok mutlu oldum. Türkiye, unuttuğumuz Kurtuluş Savaşı’nı, unuttuğumuz Atatürk’ü Turgut Özakman sayesinde yeniden öğreniyor. Ne mutlu bize!
Yeri gelmişken, Bilgi Yayınevi’nin sahibi Ahmet Küflü’yü1988 yılında Ankara’da, "yetişmemde" çok büyük payı olan hocam Prof.Dr. Şan Özalp sayesinde tanıdığımı belirteyim. İlk tanışmada kişiliğinden çok etkilenmiştim.
Küflü henüz "reklamın da eğitimi mi olur?" denen günlerde, çiçeği burnunda bir asistan olan bana güvenmiş, "Reklamın Gücü" isimli kitabımı gözünü kırpmadan 3000 adet basmıştı. O günlerde "çok serin duruşu var ama kesinlikle bu adam çılgın olmalı" diye düşünmediysem ne olayım! Sadece "kitap" işine odaklanan, bazen sevdiği bir kitabı, bazen sevdiği bir yazarı basma adına risk alan yapısını öğrenince de kararımı pekiştirdim: Ahmet Küflü kesinlikle çılgın bir Türk’tü!
Daha sonra Küflü ile birkaç kez daha görüştük, yazıştık. O hep çılgın bir Türk olarak kaldı! Çizgisinden, duruşundan en ufak bir taviz vermedi. Çılgın Türkler yazılarımdan sonra çok güzel bir teşekkür mektubu gönderdi. İlgisinden de ayrıca memnun oldum.
200’üncü baskıya kadar Çılgın Türkler kitabının arka kapağında benim yazılarımdan alınmış bir cümle kitabın "önemini" anlatmak için kullanılıyordu. Çılgın Türkler kitabının "sembolik" anlamını önemsediğim için bu alıntıyı da çok önemsiyordum. Ancak ne olduysa oldu, 200’üncü baskıdan sonra arka kapağa, şu sıralar Ortadoğu gazetesinde yazan Altemur Kılıç’ın bir sözü girdi. Mutsuz oldum... Ne kadar önemsemişim Çılgın Türkler’i... Haksız değilim ama mutsuzum işte!
Şiddetin nedeni din eğitimi azlığı!
Liselerdeki şiddet iki-üç haftadır gazetelerde masaya yatırılıyor. Çeşitli nedenler sıralanıyor. Okullardaki değişen sistemi suçlu bulanlar var, aileleleri suçlayanlar var, televizyonu suçlu bulanlar var. Ama bir neden var ki beni oturduğum sandalyeden yere düşürdü. Zaman Gazetesi kapaktan vermiş:
"Manevi boşluk ve moral değerlerden uzaklaşılması öğrenciyi kötü alışkanlıklara itiyor. Din eğitimi göstermelik oldu. Ahlaki gelişime bakılmıyor."
Ne demek bu? Devletin liseleri çöktü, Fetullah Hoca’nın liselerine el verin! İnsaf, pes! Daha ne diyeyim... Her şeyin çözümü din eğitiminde, cemaatleşmekte! Bıraksanız, bütün liseleri imam hatip lisesi yapacaklar... Dini eğitimini damardan verdik mi de her şey düzelecek. Ahlak, namus, ekonomi, çevre ve hava kirliliği...
Madem öyle niye İran’da her Allah’ın günü bir kadın taşlanıp, bir-iki kafa koparılıyor? İran’da din eğitimi yetersiz mi? ABD bizden daha dindar bir toplum, niye en fazla seri katil ABD’den çıkıyor?