Cennet Gibi’yi himinilerle birlikte izledim. Küçük himini (erkek olan) ‘aşk filmi ööghh’ diye zorla gelmişti. Çıkarken son derece mutluydu. ‘Sevdim, espriler iyi’ dedi. Büyük himini (kız olan) ‘çok görmek istiyorum’ diye gelmişti. Film bittiğinde boynuma kafasını yaslayıp ‘Ben de böyle bir aşk istiyorum baba!’ dedi.
Cennet Gibi işte böyle duygular bırakan bir film. Hem romantik hem de komedi. İster ‘bu da sinema mı’ deyin, ister ‘ticari sinema işte, ne veriyor ki kardeşim’ diye burun kıvırın, çatlayın patlayın, görüşümü ısrarla söylemeye devam edeceğim: Sinema izlerken geçirdiği zamanı unutturan bir şey olmalı, keyif vermeli. Cennet Gibi böyle bir film. Kusura bakmayın Amerikan ticari sineması diye burun kıvıramayacağım. Ben bu tür Amerikan filmlerini seviyorum. Sıkıysa yapın böyle bir komedi sizi de görelim. Hem duygulandırmak hem de aralarda güldürmek kolay mı? Cennet Gibi bu iki işi de başarıyla yapıyor.
Elizabeth iyi bir doktor. Kaza geçiriyor ve komaya giriyor. David ondan kalan boş daireyi kiralıyor. Ancak Elizabeth’in ruhu binbir yola başvurup onu evinden kaçırmaya çalışıyor. Sonra beklenen oluyor, iki genç arasında ulaşılamaz bir aşk doğuyor. Güzel oyuncular insanın içini açıyor. Yaşanan aşk güzel duygular yaratıyor. Mark Waters filmi romantik yapmak için elinden geleni yapıyor. Senaryonun son kısmında biraz sıçrama var ama o kadar kusuru da hoş görmek lazım. Bu hafta sonu keyifli saatler geçirmek istiyorsanız bu fantastik filmi kaçırmayın.
Yalnıııız... 18 yaşında kızınız varsa ve sizinle bu filmi izlemek istiyorsa iki kere düşünün! Şimdi nereden bulacağım ben ona Cennet Gibi’deki aşkı? Onun mutsuz olmasına dayanamam ki... (Kendi mi bulsun? O kadar büyüdü mü ya... Kızım kızım... Canım kızım. Bulurum ben sana öyle aşkı, sen hiç merak etme. Bekle kızım sabret!)
Eleştirmen sıkıntısı
Televizyonun hayatımızdaki yeri belli. Günde ortalama izlenen televizyon süresine bakıldığında Amerika’dan sonra en fazla televizyon izleyen ülkeyiz. Televizyona değer veriyoruz yani. Bu değerin yansımasını televizyon eleştirmenliği kurumunda görmemiz lazım değil mi? Ama göremiyoruz. Televizyon programı eleştirmek konusunda bir takım kısıtlar olduğunu (iletişim araçları arasındaki organik bağlar gibi) kabul ediyorum. Yine de bu kısıtlamalar altında bile daha çok televizyon eleştirmeni olması gerekmez mi? Bugün itibarıyla sözü edilebilecek üç kişi var...
Cengiz Semercioğlu... Kim ne derse desin bugüne kadar gelmiş en iyi televizyon eleştirmeni. Kalemi çok güçlü, dramatik bağlantıları çok iyi kurabiliyor. ‘İçerden’ çok iyi bilgi alıyor. Ama gelin görün ki Semercioğlu artık çok az televizyon programı eleştiriyor.
Yüksel Altuğ, program eleştirme işini eğlenceli hale getirdi, çeşitlendirdi. Daha da iyi olacağını düşünüyorum.
Sina Koloğlu’nun ise farklı bir tarzı var. Kısa, öz ve damardan yazıyor. Televizyonu izleyen birinin ağzından dökülen doğal sözcüklere maruz kalıyormuşuz gibi bir etki bırakıyor. Hoş yazıyor.
Başka yok... Hepsi bu. Siyasetten fazla televizyonla ilgileniyoruz. Ama elimizdeki eleştirmenler bunlar. Topu topu 2.10 adet (Semercioğlu artık az yazdığı için 0.10’u onun için ekledim). Burada bir gariplik yok mu? Sizce gazeteler bir şeyi kaçırmıyor mu? Demek, ‘yeterince televizyon sayfası var, eleştirmene gerek yok’ diye düşünüyorsunuz. Katılmıyorum. Bir: Çoğu zaman televizyon sayfaları sadece ‘bültenlerden’ besleniyor, ilgi çekiciliği sağlayamıyor. İki: Gazetelerde de çok sayfa var ama niye bu kadar çok köşe yazarı var?
(Not: Burhan Ayeri’yi eleştirmenden saymıyorum onun derdi eleştirmek değil kaşını, gözünü, tipini beğenmediğine nedensiz olarak geçirmek! Eleştirmen her şeye rağmen duygularını kontrol eden, öç duygularıyla hareket etmeyen kişi değil midir?)
Badem’den diyet rock
Badem diye bir albüm aldım. Yeni çıkmış. Mustafa, Barış, Mert, Doğaç, Emre isimli beş genç, Karacaoğlan şiirleriyle bir tarz yapmışlar. Böyle Anadolu rock gibi bir şey olmuş. Karacaoğlan’ın ‘Kara Değil mi’si en iyi parçaları gibi geldi bana. Geçenlerde televizyonda klibini de gördüm, klibi izleyince ‘Kara değil mi’yi daha bir sevdim. Tüm albüm için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Biraz diyet rock gibi geldi bana. Yani light buldum. Rock’ın bu kadar diyeti beni açmıyor. Sizi açar mı bilemem. ‘Kara Değil mi’yi ise seveceğinize eminim...
CUMA İTİRAFI
FrenchVanilla; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 29; İl: Ankara
Annem ablamla bana, ‘Tabağınızda ne kadar kırıntı ve pilav tanesi kalırsa eşinizin yüzünde o kadar sivilce olur’ derdi. Ben de hışımla tabağımı siler süpürürdüm. Ablam hep yarım bırakırdı. Şimdi ablam zayıf ve eşinin cildi pürüzsüz. Bense ablamdan daha kiloluyum ve eşimin cildi pütür pütür!
Yorum: Bu yalanın hiç sivilce versiyonunu duymamıştım. Annem bize çocukken kalan kırıntı kadar çocuğumuzun olacağını söylerdi. Biz de tabağı yalaya yalaya bir hal olurduk! Galiba bazı anneler daha damardan giriyor. Bu zamanın annelerine ise başka bir önerim var. Çocuklarına ‘Eğer tabağında ne kadar kırıntı bırakırsan internette o kadar çok kasedin dolaşır!’ desinler bakın çocuklar tabakları bile yemiyorlar mı!
CUMA TAKINTISI
Cuma takıntım iki üç haftadır Beyaz Show. Bir süredir Beyaz’a takılmıyordum. Bu sezon bir şeyler oldu Beyaz’dan kendimi alamıyorum. Geçen hafta Ali Kırca ve Zara ile olan program gerçekten çok eğlenceli idi. Bu hafta kimler var acaba? Evdeyseniz ve televizyon izleyeceksiniz mutlaka Beyaz’a takın. Pardon Beyaz Show’a.
CUMA Lakırdısı
‘Peşlerinden gidecek cesaretiniz varsa bütün rüyalarınızı gerçekleştirebilirsiniz.’(Walt Disney)