ERTUĞRUL Özkök geçen hafta köşesinde Başbakan Erdoğan’la Strasbourg yolunda uçakta yaptığı söyleşiye yer verdi.
Bu söyleşinin ortalarında Özkök, "Dışarıda şöyle bir yorum var: Avrupa’da Erdoğan’ın arkadaşı olarak tanınan Chirac, Blair, Schröder ve Berlusconi, siyasi alandaki etkilerini kaybettiler. Acaba bu, Türkiye’nin üyelik konusundaki şansını da etkiler mi?" şeklinde bir soru sormuş. Erdoğan’ın yanıtı şöyle:
"Bizim asıl sorunumuz, siyasilerden çok direkt olarak Avrupa’daki halklara ulaşmak. Orada bazı sıkıntılarımız var. Medya kuruluşlarıyla daha iyi ilişkiler kurmalıyız. Bunun için de bir çalışma başlattık."
Başbakan Erdoğan, bu yanıtında resmen Türkiye’nin "uluslararası halkla ilişkiler" eksikliğine yer veriyor.
Diyor ki, "Avrupa Birliği’ne girmek için sadece devlet diplomasisi yetmiyor, halk diplomasisine gereksinim var. Bu konuda çalışmalara başladık."
Erdoğan’ın ne tür çalışmalar başlattığını bilmiyoruz. TÜSİAD’ın dünyanın en ünlü halkla ilişkiler şirketlerinden Hill&Knowlton’la yaptığı "Avrupa’da medya atağı" çalışmasından söz ediyor olabilir. Söz ettiği ne olursa olsun Başbakan’ın, "Avrupa Birliği’ne üye olmamamız için ’Halk Diplomasisi’ gerek" saptaması çok doğru.
"Halkla İlişkiler" terimi 20’nci yüzyılın başlarında şekillenmeye başladı. Halkla ilişkiler en genel anlamıyla, "Bir devletin, bir şirketin, bir kurumun ya da bir kişinin ilgili gruplara görsel ve ikna araçlarını kullanarak kendini dürüstçe, samimi bir şekilde anlatma sanatı ve bilimi."
Uluslararası halkla ilişkiler ise aynı işin yabancı pazarlar ve kurumlarda gerçekleştirilmesi. "Halk Diplomasisi" (public diplomacy) terimi de uluslararası seviyede gerçekleştirilen "halkla ilişkiler" yerine kullanılıyor. "Halk Diplomasi"sinde bir ülke iletişim araçlarında diğer ülke halkıyla planlı iletişimi geçiyor.
Türkiye’nın dış imajına baktığımızda, şekillendiricinin devletler arası diplomasi olmadığı açık. Şiddetle halk diplomasisine gereksinimimiz var.
Neden? Çünkü Avrupa ülkelerindeki geleneksel, pratik tarihi söylemler, haber ve eğlence medyası Türkiye’yi "İslami", Avrupa’nın "ötesinde" ve "insan haklarını çiğneyen baskıcı" bir ulus olarak resmetme eğiliminde.
Geleneksel tarihi söylemlere, haberler ve eğlence medyasındaki Türkiye imajına meydan okumadan da bu imajı değiştirmek imkansız. Bir Midnigt Express’inTürk ve Türkiye imajında yaptığı tahribatı düşünün! Midnigt Express hálá aynı etkiyi yapmaya devam ediyor.
Türkiye’nin ne yapıp yapıp, alternatif bir vizyonu olduğunu ortaya koyması şart. Asla "Türkiye’yi abartalım" demiyorum. Gerçekleri anlatmalıyız.
Başbakan’ın eşi türbanıyla, Türkiye’nin "İslami" imajını pekişmiştirmiş olabilir. Ancak Türkiye, ne Avrupa’daki ülke insanlarının algıladığı kadar "dinci" ne "militarist, baskıcı" ne "doğulu". Gerçekle, algı arasında büyük açık var. Bu açık mutlaka kapanmalı.
Başbakan samimiyse hodri meydan
BAŞBAKAN,Ertuğrul Özkök’e, "Halk Diplomasisi"nden söz etmeden bir hafta önce, İletişim Danışmanları Derneği Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampusü’nde "Türkiye’nin Tanıtımında Bir Eksik Var" isimli bir panel düzenledi.
Paneli ben yönettim. Bersay İletişim Grubu’nun Başkanı Ali Saydam, Amerika’dan pazarlama uzmanı Prof. Dr. Tevfik Dalgıç ve TÜSİAD’ın "Türkiye’nin Tanıtımı" için birlikte çalıştığı Hill&Knowlton şirketinin Brüksel Ofisi Direktörü Abigail Jones panele konuşmacı olarak katıldılar.
Abigail Jones, "Modern Türkiye ile ilgili Avrupa kamuoyunda müthiş eksiklik var. Orada görünen Türkiye, burada sınırlar içindeki Türkiye’den çok farklı. Önünüzdeki yol, kolay bir yol değil. Avrupa’da çıkarlarıyla çatışan taraflar olduğunu düşünen o kadar çok kişi var ki" dedi.
Jones, konuşmasının bir yerinde ise çok ama çok ilginç bir konuya değindi. Türkiye ile ilgili yaptırdıkları anketlerde alınan yanıtların oranı sorulan sorularda seçilen sözcüklere göre değişiyormuş.
Doğrudan, "Türkiye’nin AB’ye üyeliğine karşı mısınız?" diye sorduklarında "evet" diyenlerin oran yüzde 80’lere kadar çıkıyormuş. Soru, "Eğer Türkiye şartları yerine getirirse karşı mısınız?" diye sorulursa evetler yüzde 20’lere kadar iniyormuş. Yani Başbakan, "Halk Diplomasisi" önermekte çok haklı.
Sözünü ettiğim panelin açış konuşmasını Bahçeşehir-Uğur Eğitim Kurumları Başkanı Enver Yücel yaptı. İlginçtir, Yücel konuşmasında Başbakan7la tamamen aynı şeyi vurguladı:
"Önemli olan devletlerin arasındaki ilişkiler değil, halkların birbirini anlaması. Türkiye olarak kendimizi diğer ülke halklarına anlatmalıyız. Gelin, ilgili sivil toplum kuruluşları, devlet kurumları birlikte Bahçeşehir Üniversite’sinde bir Tanıtım Enstitüsü kuralım. Ülke ülke araştırmalar yapılsın, projeler geliştirilsin. Ben taşın altına elimi koyuyorum. Bu Enstitü’nün kurulması ve tanıtılması ile ilgili tüm giderleri de Vakıf olarak karşılayacağim."
Gördüğünüz gibi Enver Yücel’in de söz ettiği "Halk Diplomasisi Enstitüsü". Başbakan "Avrupa halkına Türkiye’yi anlatmamız lazım" saptamasında samimiyse, bu konuda bir şeyler yapılmasına inanıyorsa şunu iyi bilmeli "Halk Diplomasisi" içinde özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler olmadan başarılı olmaz. İşte kalıcı bir fırsat. Başbakan "Halk Diplomasisi Enstitüsü"ne el uzatsın, ne kadar samimi görelim. Hodri meydan!
BİM’cilerden yanıt
"BİM niye sürekli dayak yiyor" başlıklı yazıma, BİM’cilerden yanıt geldi. Konuyu doğru değerlendirdiğimi, "iletişiminizi daha iyi yönetin" önerimi hayata geçireceklerini söylüyorlar.
BİM’cilerin yanıtlarında söz verdiklerini bir an önce yapmalarında fayda var. Gönderdikler yanıttan da çok ciddi "iletişim sorunları" olduğu görülüyor.
Kocaaa BİM’den yanıt geliyor, yanıtın kimden geldiği belli değil. Sadece BİM kaşesi ve üzerine atılmış bir imza var. Kimden geldiğini anlamam için ciddi bir casusluk çalışması yapmam gerekiyor.
BİM, "gizemini" sürdürmeye devam ederse, niye başta medya olmak üzere insanlar söylenenlere inanmasınlar ki?
Özcan Pektaş’ın yanıtları
TÜKETİCİNİN ve Rekabetin Korunması Genel Müdürü ve Reklam Kurulu Başkanı Özcan Pektaş’tan "örtülü reklamla" ilgili sorduğum sorulara yanıt geldi ama hiç tatmin edici değil.
Pektaş "örtülü reklam" tanımı yapmıyor, ağzında geveliyor. "Mutlaka bir reklamveren olması gerekmiyor, biz görünce tanırız, yargı kararları ortada" gibi "gri" kanıtlar ortaya koyuyor.
Pektaş yanıtını "Neyin kurul gündemine alınacağına da, kurul karar verir" diyerek bitiriyor. Bu yanıt üzerine Reklam Kurulu üyelerine sesleniyorum. İçlerinde bir tanesi çıkıp da "Tüm başvurularda Özcan Pektaş ve sekreteryası etkisiz elemandır, uçan kuştan haberimiz olur" derse, bu konuyu sonsuza kadar kapatacağım. Bekliyorum.
Düzeltme
DÜN yazdığım "Yazık Oldu Sponsorlara" başlıklı yazımda, İddaa’nın Biyoner.com’un bahis oynamayı özendiren reklamlarını kastederek "Eğer devletin bile bahis oyunlarına özendirmesinde bir sakınca yoksa, ’kumarhaneleri’ niye açmıyoruz? Niye turizm sektörünü baltalıyoruz?" diye yazmıştım. "Kumarhaneleri" sözcüğü sayfaya çıkmamakta direnmiş, düzeltir, özür dileriz.
Çekirgelik
Düşünceler beyinlerde ve iyi, cesur adamların kollarında gerçeğe dönüşür ya da sadece düş olarak kalır. (Emerson)