Nimet Çubukçu 2005 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanlarından biri. Çubukçu’nun sorumluluk alanları Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü ile Kadının Statüsü ve Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü. Yani bu müdürlükler sayın Bakan’a bağlı..
Aslında Yener Süsoy’a söylediklerinden anladığımıza göre Nimet Hanım bu müdürlüklere kökünden bağlı.. O kadar bağlı ki bu müdürlükleri elindeki insan, araç, para ve yasayı kullanıp yönetmeyi reddediyor!
‘Bugüne kadar 25 ilde 150’ye yakın kuruluşumuza ani baskınlar yaptım. Bunların hiçbirinde yanıma basın mensuplarını almadım, kimsenin haberi olmadı. Gittiğim yerlerde sürekli çocukların vücutlarını kontrol ediyorum, sohbet ediyorum, masal anlatıyorum. Karşılıklı güven oluştuktan sonra kurumla ilgili bilgiler alıyorum onlardan. Ziyaret ettiğim kurumların hepsinde şu anda en az 4’er muhbirim var. Bana mektup yazıyorlar, telefon açıyorlar, bilgi veriyorlar.’
Bravo.. Bravo.. Bravo..
Çağdaş yönetim işte buna denir. Kim demiş ‘çağdaş yönetim insanlara iş yaptırtma sanatıdır’ diye..
Kim demişse halt etmiş! Çağdaş yönetim muhbir yaratma, yaşatma ve baskınlarla yönetme sanatıdır.
Niye Nimet Hanım’ın sistemini diğer bakanlar da uygulamaz ki?
Örneğin Tarım ve Köyişleri Bakanı.. Her kümeste iki tavuk, iki hindi muhbir yarattı mı bak bir daha kuş gribine yakalanan kanatlı hayvan kalıyor mu?
Ya Turizm Bakanı? Otel yataklarının yumuşaklığını saptamak için baskın ziyaretler yapsa fena mı olur.. (Ama her kontrol ettiği yatakta uyuya kalmamak şartıyla!)
Sağlık Bakanı’na ne dersiniz? Hasta kılığına girip ameliyathane ameliyathane dolaşsa.. Böbreklerini, bademciklerini, safra kesesini sırasıyla aldırsa.. (Kaçıncı organda sizlere ömür olur dersiniz?)
Milli Eğitim Bakanı’nı düşünsenize.. Şeriatçı kılığında her gün baskın yapıp fişleme var mı yok mu diye kontrol etse, Van’daki üniversiteye rektör mü dayanır!
Aslında Nimet Hanım’ın yönetim taktiklerini öğrendikten sonra AKP’li diğer bakanlara karşı da bir güvenim arttı, bir güvenim arttı sormayın. Şu Türkiye ayakta duruyorsa kesinlikle onlar sayesinde duruyordur! Altımızdan kaydığını hissettiğim şeyin ise ne olduğunu emin olun bilmiyorum.
AKP’liler Nimet Çubukçu o makamda kaldığı sürece altlarından neyin kaydığının farkındalar mı peki? Fikri olan var mı?
Biletix’te ikinci fiyasko..
Phil Collins’i dinlemek için Abdi İpekçi’de yerimi alayım dedim. 4’üncü Blok’u arıyorum. Bir Allah’ın görevlisi yok.. Yer yarılmış bütün görevliler içine girmiş..
‘Ahh!’ kafayı duvara çarpma sesim.. 22’nci sıra yok.. Kafamı bu kez bilinçli bir şekilde duvarlara vuruyorum. Şaşkınım...
Yeniden görevli birini arıyorum. Yaklaşık yirmi dakika.. Bulamıyorum.
Kapıda bilet kesenler yanlarda birine yönlendiriyorlar. Derdimi anlatıyorum. Elindeki telsizden bir kadınla konuşuyor. Kadın ‘Onlar aslında 16’ncı sıradalar, oraya oturt’ diyor.. Gerisin geri gidip 16’ncı sıraya oturuyorum.
Phil Collins dinleyeceğim derken yaklaşık 45 dakika sinir harbi içinde geçiriyorum.
Anımsarsanız geçenlerde Beşiktaş maçında da biletin üzerinde yazan koltuk numarasını bulamamıştım. Niye hep benim başıma geliyor böyle şeyler. Yoksa başkalarının başına da geliyor mu? Sorun, Biletix’de mi?
Kutlarım..
Geçen hafta eklerden birinde ‘Sezen Aksu Ajda’ya şarkı verdi’ diye bir haber vardı.. Bayat bir haber. Neredeyse iki aydır Sezen Aksu-Ajda Pekkan haberi biliniyor.. Ama gelin görün ki (ismi lazım değil) gazete ekine bu haber sanki yeniymiş gibi kapaktan kocaman puntolarla ve fotoğrafla girmişti..
Hata, hata, hata.. Büyük hata..
İnsanların her şeyin ucuzunu, kalitelisini ve ‘şimdi’sini aradığı bir dünyadayız. İnternet yumurtası kapıda. Her türlü haber anında cep telefonlarına düşüyor.
‘Alt tarafı magazin haberi’ yapıyoruz diye önemsenmediği çok belli sakız bir haber bir ekin ön sayfasını süslüyor.. Okuru eklerden, hatta gazeteden soğutmak için bundan daha iyisi yapılamaz! Kutlarım..
Bindiğiniz dalı kesin ki ortada okur mokur kalmasın..
Garipsiyorum..
Bizim Kelebek’te neredeyse her gün bir ünlünün Nişantaşı’ndan alışveriş manzaraları haberi yer alıyor.
Düşünüyorum, düşünüyorum Nişantaşı’ndan alışveriş yapan bir ünlü haberi ile kim ilgilenir, niye ilgilenir bir türlü bulamıyorum. Ünlü Salı pazarında, ya da Çarşamba pazarında alışveriş yaparken yakalansa hadi anlayayım..
Ya da halden kasa ile portakal alırken yakalansa onu da anlayayım.. Ama Nişantaşı’ndan alışveriş yapan ünlünün kerametini bir türlü anlamıyorum. Garipsiyorum.
Tam baydı..
Hülya Avşar-Gülben Ergen arasında 40 gün 40 gece süren atışmalar bayım bayım bayıyordu. İçin işine bir de Helin Avşar girip ‘Gülben’i ablam yarattı’ deyince olayın seyri değişti ve bu kez imam da şak diye düştü bayıldı..