Dün bir okurumdan oldukça kızgın bir e-posta aldım. Bazı Aliyeseverlerin bu konudaki haberleri nasıl yorumladığını anlamak açısından ilginç.
Zeynep Onat diyor ki:
"Sevgili Ali Atıf Bir, bugün Aliye ve Aliye’nin reytingleri konusunda yazdığınız yazıyı okuyunca artık bir şeyler söylemek için duyduğum isteğin önüne geçemedim. Duyarlı bir vatandaşımızın Pazar Keyfi adlı programa haber vermesi ile başlayan bu macera ile ilgili olarak bir gazetenin köşesinde yazı yazma avantajını kullanarak, sesini milyonlara duyurabilen ve böylece tek taraflı konuşabilmenin avantajını da yakalayabilen tüm yazarlarımız bu konuda fikirlerini okurlarına aktardılar.
Üstelik sonradan özür dilemeye dahi gerek görülmeyen ve yalan olduğu ortaya çıkan haberler ışığında (söz konusu eş hamileymiş gibi)... Bu gelişmeleri kendi adına hayretle izleyen biri olarak bu düşüncemi aktarmak istiyorum.
Sanem Çelik’le ilgili olarak acaba hiç düşünen veya araştırmaya yeltenen oldu mu diye çok merak ediyorum. Bu aylardır süren bir ilişki mi, yoksa o gün ilk miydi? Bir anda gelişen bir hata mıydı? Hangi ortam ve duygularla birbirlerine yaklaştılar, şu an ne kadar üzüntü içindeler. Ama ne gerek var. Nasılsa bizim başımıza gelmedi asalım gitsin.
Aynı durum dizi için de geçerli. TV’de geçmişten bugüne sürekli izleyicisi olduğum 3 diziden biri Aliye. Ayakta alkışlanacak kadar iyi oyun güçleriyle, hepsi birbirinden değerli oyuncuların emekleriyle 2 yıldır başarıyla yürüyen bir diziyi ve bu kişilerin emeklerini Aliye’nin reytingleri yavaş yavaş çakılır sözleriyle silip atmak gerçekten de sizin gibi kariyeri olan kişilere hiç yakışmıyor. Kendi reytingimiz için başkalarının emeklerini harcamak ise insanlığa sığmıyor. Herkes kendi yaptığı hataların cezasını kendi içinde fazlasıyla çekiyor. Bırakalım herkes kendini yargılasın. Birçok üstelik değerli sanatçının emeğini bir kişinin nedenlerini dahi bilmediğimiz hatası yüzünden sonlandırmak için okurlarımızı yönlendirirken biraz da sorumluluk duyalım."
Yanıt: Sevgili Zeynep Hanım, yazımda kimseye "Aliye izlemeyin" demedim. Sadece olma ihtimali olan bir süreçten söz ettim. Siz tabii ki sonuna kadar Aliye izleyebilirsiniz. Ama dikkat edersiniz ki yazının başında "Acaba bir kere mi öpüştüler yoksa çok kere mi" diye siz de merak ediyorsunuz. Demek ki "bir kere mi çok kere mi" olması sizin için de fark ediyor. Bilmem anlatabildim mi?
Aldatma taktikleri hoş değil
Yazılarımda üç konuya çok dikkat ederim: 1) İnternette dolaşan "kamu malı geyiklere" kolay kolay itibar etmem. 2) Diğer köşe yazarlarına da gönderilen genel görüşlere, şikayetlere yer vermem. 3) Bizim gazetede herkese, her köşeye gönderildiğini hissettiğim görüşleri kullanmam.
Şikayet, görüş bana özel yazılsın, benim yazılarımdan tetiklensin isterim. Çünkü "pişti" olmak istemem. Çok sık pişti olan orijinalliğini de kaybeder! Bugün "pişti" olma riskini göze alacağım. Çünkü Ersan Tek’in yazdıkları çok ilginç...
Tek diyor ki:
"Sanem Çelik olayından yola çıkılarak yazılan dehşetengiz yazıya bakar mısınız!
Efendim eşinize -çaktırmadan- nasıl sevgilinizle görüşür müşsünüz... Çok hayati ve her bakımdan önemli tüyolar içeriyor bu haber.
Magazin denen şey, bir eşin kocasını aldattığında nasıl yakalanmayacağını mı konu alır! Aile denilen şey bu kadar değersiz, bu kadar önemsiz, bu kadar anlamsız mıdır? Lütfen düşünün, her aile bu türden şeyleri kaldıramayacak nitelik de elbette ki değildir...
Kaldırması beklenemez!" (Ersan Tek)
Yanıt: Sevgili Ersan, ben de senin gibi bu "aldatma taktikleri" verilmesi konusunda biraz ileri gidildiğini düşünüyorum.Çok sevilen, çok beğenilen bir dizideki ana karakterin "aldatma" öyküsüne karışmasının haber olup olmadığını tartışmak bile gereksiz. "Aldatma taktiklerini" meşru havaya sokmak ilk bakışta hoş durmamış. Ancak sözünü ettiğin yazı eğlendirici bir yazı ve okurun sapla samanı birbirine karıştırmayacağını, bu tür yazılarda hoşgörü seviyelerini biraz daha yukarda tutacaklarını düşünüyorum.
Kutlarım
Bazı okurlarımı kutlarım... Salı günü "Diğer ülkelerde de reklamlardan sonra ’Devam ediyor’, ’Devam edecek’ ifadeleri televizyonlarda var" diye yazmıştım. Hemen beni satılmışlıkla suçladılar. TV8’de ve TRT’de yokmuş da, diğer ülkelerin hepsinde yokmuş da, ben niye televizyonları kayırıyormuşum da...
Televizyonlara nasıl satıldığımı bir anlayabilsem... Duymak istediklerinizi söylemeyince, niye satılmış oluyorum? "Evet arkadaşlar, bu televizyonların hepsi üçkağıtçı" desem, satılmamış mı olacaktım?
Ama böyle davranmak çok kolay. Önemli olan sizden tepki alacağımı bile bile, her şartta doğruları söylemek değil mi? Sadece duymak istediklerinizi mi yazayım... Beni öyle daha mı çok seversiniz?
Peki madem öyle yalan söylüyorum. Diğer ülke televizyonlarında "Devam ediyor, devam edecek, az sonra" yok. Sadece biz de var. Sadece bizim televizyonlar abartıyor. Çünkü reyting ölçümü sadece biz de var. Oldu mu?
Ne olacak Galatasaray’ın hali
Galatasaray’ın hali içler açısı... Galatasaraylıların da... Geçen gün bir karikatür gördüm. Galatasaraylı futbolcular, hakemin yazı-tura attığı paranın üzerine atlıyorlardı. Güldüm, ama içim acıdı. Galatasaray kötü yönetiliyor. Kötü yönetildiği, sonuçları "umut" içermeyen seçimden bile belli...
Galatasaray Liseliler, Galatasaray’ı iyi yönetemediklerini kabul etmeliler. Galatasaray’dan iyi yazar, iyi oyuncu, iyi gazeteci, iyi ses sanatçısı, iyi sporcu, iyi şair, iyi ressam, iyi akademisyen, iyi doktor çıkıyor ama iyi yönetici çıkmıyor demek ki... Çıkıyorsa görelim. Hodri meydan! Hepimiz ortada kaldık. Lider istiyoruz.
Tırtıl
Aşk bir erkek için duygu değil düşüncedir.(MM De Girardin)