Paylaş
Arap Birliği, Sisi’nin Kahire’sinde toplanıp bizi arkadan vurdu.
Irak topraklarında, Başika’da IŞİD’e karşı asker bulundurmamızı Arap ulusal güvenliğine tehdit ilan ettiler ve işi bir muhtıraya dökmekten çekinmediler.
Şimdi İslam İşbirliği Teşkilatı dönem başkanlığı Mısır’dan bize geçiyor. 15 Nisan’daki zirvede devir teslim için Sisi’nin Dışişleri Bakanı İstanbul’a gelecek.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, bu katılımı memnuniyetle karşıladıklarını bildirmişti.
Yine darbenin karşısındayız, yine Rabia’cıyız, yine Mursi ve arkadaşlarına verilen idam cezalarına tepkiliyiz.
Bunlara mani değil, halel de getirmiyor.
Ama Mısır ve Arap dünyasıyla ilişkilerimizi, Sisi’nin elinde rehin kalmaktan kurtarıyoruz.
Evet bu memnuniyet duyulacak bir gelişme.
İsteyince ‘ya sen ya ben’ kavgasına çevirmeden de olabiliyormuş.
İsrail’le ilişkilerimiz hunhar bir saldırıya uğrayan Mavi Marmara gemisinde mahsur kalmıştı.
Şimdi normalleşmenin arifesindeyiz. Bir anlaşmaya yaklaşıldığı söyleniyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu yakınlaşma ortamında Amerika’daki Musevi kuruluşlarının en babalarıyla bir araya geldi.
İsrail lobisinin kafa adamları görüşmeden memnun ayrıldı. Erdoğan’la İsrail Cumhurbaşkanı arasındaki taziye diyaloğunu överken antisemitizmi kötüleyen sözlerini alkışlıyorlar. Terörle mücadelede iki ülkenin eskisi gibi ortaklık yapabileceği umudunun canlanmasından ve yeniden yakınlaşma çabalarından duydukları mutluluğu da ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Gazze’ye sahip çıkmaya, Filistin davasını savunmaya elbette devam edecek Türkiye.
Mavi Marmara şehitlerinin hakkını aramaktan da vazgeçmeyecek.
Fakat İsrail’le ilişkileri topyekûn abluka altında bırakmadan da Gazze ablukasını kaldırtmaya çalışmak mümkünmüş.
İsrail’le ilişkiler Mavi Marmara’da mahsur bırakılmadan da Mavi Marmara şehitlerinin davası güdülebilirmiş.
‘Ya hep ya hiç’ demeden de olabilirmiş.
AB ile ilişkilerimiz, gözümüzün önünde Can Dündar’la Erdem Gül davasına esir düştü.
Diplomatları duruşmayı izledi ve dayanışma görüntüsü verdiler diye topuna birden resti çektik.
Oysa kendi rızamızla uluslararası toplumun ve AB’nin denetimini kabul etmiş bir demokrasiyiz.
Edilgen ve tek taraflı bir müstemleke ilişkisi de değil. Biz de başkalarını denetliyoruz. Denetim süreçlerine ve mekanizmalarına katılıyoruz.
Kompleks yapılacak, milli gururumuza dokunacak bir yanı yok. Adaletin peşindeysek, hukukun üstünlüğüne inanıyorsak, insan haklarını hiçbir ülkenin içişleri ve egemenlik meselesi olarak görmüyorsak, kimseden kaçıracağımız bir şey de yoksa... AB ile ilişkilerimizi Can Dündar’la Erdem Gül davasına esir etmeyebilirmişiz.
Duruşma bugüne ertelenmişti. Nasılsa bırakmasak da izleyecekler.
Ölüm-kalım meselesi yapmayabilirmişiz.
ABD ile ilişkilerimiz PYD ipoteği altına girmişti.
Mevlüt Çavuşoğlu işaretini verdi, PYD ipoteğinden kurtarıyoruz derken..
Brüksel’le ilişkilerimiz PKK çadırına hapsoluyordu.
Karşı çadır açarak o dizginleri de PKK’nın elinden alıyoruz derken...
Bu kez Almanya’yla ikili ilişkilerimiz, bir Alman TV’sinin Erdoğan’la alay eden seviyesiz klibine yakalandı.
Bu provokasyonlar ilişkilerimizi bozmaya ayarlandığına göre her seferinde tam istedikleri tepkiyi vermeyebilirmişiz. Varlık-yokluk mücadelesine çevirmeyebilirmişiz.
Teröre karşı savaşta yalnız bırakılmaktan yakınacağımıza, dünyayı karşımıza değil yanımıza almanın yollarını bulabilirmişiz demek.
Yedi düvelle savaşma galeyanı milli duygularımızı okşuyor ama savaşmadan da olabilirmiş. Yedi düvelin önüne kendimizi atmayabilirmişiz.
Yedi düvelle takışmadan da yerli ve milli olabilirmişiz.
Yedi düvelle kapışmadan da istiklal ve istikbal mücadelemizi verebilirmişiz.
Yedi düvelle dalaşmadan da o kudretli ve azametli Türkiye özlemimizi kovalayabilirmişiz.
Bizim elimizdeymiş.
Yedi düvelle savaşmak tam tersine bizi büyük ve güçlü Türkiye hedeflerimizden alıkoyan en büyük tuzakmış.
PKK’nın Batı’yla ilişkilerimizin önüne kazdığı habis bir hendekmiş.
Dünyayla ilişkilerimizi coşku ve infial uyandıran kışkırtmalara tutsak ettirmeyebilirmişiz.
‘Siz hepiniz ben tek’ diye kendimizi doldurup yedi düvele birden meydan okumaya mecbur değilmişiz.
Sıraya koyabilirmişiz en azından. O çıkıyor şimdi ortaya.
Paylaş