Paylaş
Akif’in Safahat’ında pek de hoş sıfatlarla anılmaz oysa Abdülhamit Han. Hatta çoğu, yenilir yutulur cinsten değildir.
Hele ‘İstibdad’ şiirinde tasvir ettiği sahneler dehşet vericidir.
Abdülhamit’in kardeşi Reşat Efendi’nin kilercisiyle selamlaştı diye bir garibanın yaka paça, tekme tokat yerlerde sürüklenerek götürülüşünü anlatır.
Zalimanedir. Kahredicidir. Utanç vericidir. Nefret uyandırıcıdır.
Ve Akif, bütün bu hislerin okura geçmesini sağlamak için her ne ciğer paralayıcı detay lazımsa büyük bir öfkeyle hikaye etmiştir.
***
Abdülhamit döneminde baskı, zulüm ve jurnalciliğin hangi raddeye vardığını gösteren detaylardan biridir. Veliaht Reşat Efendi’den sadece Efendi diye söz edilmektedir halk arasında.
Akif’in şiirinde de böyle geçer.
Çünkü sultanın korkulu rüyasıdır. Onu Dolmabahçe Sarayı’ndaki veliaht odasında gözetim altında tutmaktadır.
Halkın gönlüne girmesin, aklını çelmesin diye de her türlü teması yasaklanmıştır. Doğrudan sultana bağlı özel hafiye teşkilatı, veliahtın nefes alıp verişini bile izlemektedir.
Durumu acıyla tecrübe eden halk, korkudan Reşat Efendi’nin adını bile ağzına almamakta, icabında kısık sesle sadece ‘Efendi’ lakabını fısıldaşmaktadır.
İşte şairin tanık olduğu trajedideki kurban da uzaktan akrabası bir kilerciyle selamlaşırken muhbire yakalanmıştır.
***
Akif, ‘zulmü sevecek, zalimi alkışlayacak’, ‘adam sen de’ deyip geçecek adam değildir.
Gördüğü baskın sahnesini dehşet içinde canlandırır; kenardan seyretmenin ıstırabıyla ‘Utandım ağlayarak, ağladım utanmayarak’ dizesini de nakşeder zihinlere.
Abdülhamit karşıtıdır artık.
‘Asım’ şiirinde de şiddetli yergiler vardır Sultan ‘Hamid’e.
Zalimdir, Yıldız’daki baykuştur, kadınlar gibi kafesler arkasına saklanandır, cuma selamlığında bile halka karışmaktan korkandır, ödlektir, saraydan dışarı çıkamayandır vesair.
***
Abdülhamit Han’ı ‘cennetmekan ulu hakan’ bilen Akif hayranlarının tek tesellisi şu inançtı:
Değerini sonradan anlamış ve ‘kadrini bilemedik’ mısrasıyla, ‘arar olduk eski semerciyi, rahmetlininki semer değil devletmiş’ göndermeleriyle dövünmüştür...
Feylesof Rıza’nın “Sultan Abdülhamid Han’ın Ruhaniyetinden İstimdat” başlıklı meşhur özürnamesindeki gibi, Akif de satır aralarında nedamet bildirmiştir...
Süleyman Nazif’in “Hasret olduk eski istibdada biz” nakaratlı “Sultan Hamid’e Şarkı”sındaki gibi derin bir pişmanlık yaşamış, Abdülhamit’in ruhaniyetinden af dilemiştir...
Diğer düşmanları gibi, Akif de İttihat ve Terakki’nin bin beter istibdadını gördükten sonra Abdülhamit’e rahmet okumuştur...
Ama içyüzü öyle mi?
***
İkisine de toz kondurmak istemeyenlerin sıkı sıkıya tutunduğu bu teoriyi, bir daha ayağa kalkmamak üzere yıkan bir eser duruyor elimde.
Yakın dostu, mücadele ortağı, kalem arkadaşı ve kabir komşusu Süleyman Nazif’in ‘Mehmed Akif’ adlı kitabını okuyorum.
Akif henüz hayattayken hakkında yazılan bir risale. İlk basımı 1924’te. Yani vardıysa içinde bir Abdülhamit pişmanlığı, onu yansıtacak bir tarihte.
M. Ertuğrul Düzdağ’ın üstüne titreyerek yayına hazırladığı yeni baskısı yapıldı ve 2015’in sonlarında çıktı.
Süleyman Nazif, kimsenin itiraz edemeyeceği bir kesinlikte tartışmayı noktalıyor.
‘İstibdad’ şiirini kritik ederken ‘Abdülhamit dönemini arar oldukları’na dair bir cümlenin altına şu dipnotu düşüyor:
“Bu satırlar Mütareke’nin karanlık günlerinde yazıldı. Düşman askerlerinin çizmesi, tabiatıyla bize Kızıl Sultan’ın tüfekçilerinden daha ağır, daha haysiyet kırıcı gelmişti. Hakikatte bu izmihlali, o istibdat hazırlamış ve doğurmuştu. Fakat biz o sıralar bunu (başa gelenlerde Abdülhamit’in payını) düşünemeyecek kadar perişan ve ümitsiz bir durumdaydık.”
***
Hasılı; o rahmet okumalar, arkasından tezahüratlar filan İttihat ve Terakki nefretindendir, Abdülhamit’e güzellemeden değil.
Fikir değiştirdiklerinden, hakkında yanıldıklarını, çok haksızlık ettiklerini düşündüklerinden hiç değil.
‘Ya şair ya sultan, birisinden birini seçin’ demiyorum size.
Şunu söylüyorum: Dili eski ve ağdalı, biraz emek istiyor ama bu kitabı okuduktan sonra ikisini birden sevmenin zorluğunu anlayacaksınız.
Paylaş