Paylaş
Dün öğle yemeğinde bir grup ekonomistle beraberdim. İçlerinde uluslararası yatırım fonu yöneticisi de, bankacı da, piyasa analisti de vardı.
Mehmet Şimşek kadar rahat görmedim onları. 15 Temmuz’daki travma sonrası stresi henüz üstlerinden atamamışlardı.
İki konuda ayrılıyorlardı Bakan Bey’den.
Birincisi; darbe girişiminin Türkiye’nin demokrasisi gibi ekonomisini de güçlendirdiğinden emin değillerdi.
İkincisi; yabancı medyada Erdoğan karşıtlığı kronikleştiği için, darbeyi savuşturduğu halde Türkiye’nin imajı dışarıda toparlanmıyordu.
Alın size reyting kuruluşlarının vereceği kredi notunu etkileyecek ciddiyette bir sorun.
Erdoğan’ın dış görünümü, ekonominin dış görünümüyle birebir ilgili, tayin edecek ölçüde hem de.
***
Hayranlık ve sempati uyandırması gereken darbeye karşı topyekûn direniş, dünya medyasında hak ettiği yankıyı bulmuyor.
Bu da hasar giderme çalışmalarını zorlaştıran bir faktör.
Konuştuğum ekonomistlerin bakışlarındaki tedirginlik biraz da bundandı.
Mehmet Şimşek’e katılıyorlardı; bugünden yarına Türkiye’nin kredi notunun düşürülmesini beklemiyorlar.
Fakat doğru bir siyaset izlenmezse 3 ay içinde bir düşüş yaşanacağına bahse dahi girmeye hazırdı biri. Ki doğru bir istikamet tutturulacağından da epey şüpheliydi.
En çok siyasetin nasıl gelişeceğini merak ediyorlardı.
Ekonominin nereye evrileceği ona bağlıydı çünkü.
Onlara Beştepe’deki zirveyi, tepedeki yumuşamayı hatırlattım.
Bakın nasıl yorumladılar...
***
Yumuşama olumlu, hatta Türkiye için de ilgili tüm siyasi taraflar için de açmazdan tek çıkış. Diğer yolların hepsi uçurumdan aşağısını gösteriyor.
Ama tehlike geçtikten sonra aktörlerin davranışlarında bir değişiklik olup olmayacağını kim garanti edebilir?
Bugün taş düştükten sonra akılları başlarına gelmiş gibi gayet rasyonel, yapıcı ve uzlaşmacı bir tutum içindeler, doğru.
Yeni anayasayı da birlikte yapalım diyorlar, yargı paketini de uzlaşma ve diyalogla çıkaralım diyorlar.
Maşallah hepsi olabildiğince makul, elden geldiğince ölçülü.
Ya yarın rehavet zamanı ne yapacaklar?
***
Onlara şunu söyledim; bir de şöyle bakın...
Bu boş bir kaygı, doğmamış çocuğa don biçme çabasından farksız.
O günleri görmeden bu soruyu yanıtlamanın imkânı yok ama ihtimali var.
Erdoğan’dan Bahçeli’ye, Kılıçdaroğlu’ndan Demirtaş’a tüm aktörler, tutturdukları yolun sonundaydı, gidebilecekleri daha ileri bir nokta kalmamıştı.
Yaşadıkları ağır tecrübe, onlara yeni bir fırsat penceresi de açtı.
Bu fırsatı geri tepme, ellerinin tersiyle itme şansları olmadığını en iyi onlar biliyor.
Ben işte bu kaya gibi sert gerçeğe güveniyorum. Güvence istiyorsanız bundan daha sağlam bir güvence bulamazsınız.
***
Ayrıca Mehmet Şimşek’in daha o sabah verdiği yapısal reform sözünü de koydum önlerine.
Yüzüne bile bakmadılar, hiç dikkatlerini çekmedi.
Daha kritik bir şeye odaklanmışlardı; çözüm sürecinin akıbetine.
Bahsettiğim fırsat penceresinin Kürt meselesinde de geçerli olup olamayacağını sordular ısrarla.
Çözüm sürecinin canlanıp canlanmayacağı üzerinde duruyorlardı.
‘Şimdi de canlanmazsa bir daha nasıl canlanacak’ dedim.
Terör örgütü ve Öcalan kadar HDP’ye düşen tarihi sorumluluğu da ekleyerek tabii.
Bundan bir ay önce bu noktaya tekrar dönüleceğini söyleseler kim inanırdı?
Bir araya gelmesi neredeyse imkânsız tüm şartlar belki bir daha çakışmayacak şekilde oluşmuşken fırsatı heba ederse onlar ederdi, başkası değil.
***
Beni fazla iyimser buldular.
Ama yersiz bir iyimserlik değil.
Baksanıza, Demirtaş bile hükümetle örgüte ayrı ayrı seslenerek “Türkiye, 15 Temmuz’dan önceki Türkiye değil. Bu yeni durum iyi değerlendirilmeli” diyor.
Farkındalığı bile mevcut demek ki, daha ne!
Paylaş