Paylaş
Planlanan hareket saati buydu. Ama değişti. Ve değişmesi, beklentileri çok değiştirdi.
* * *
Haber, Wiltcher’s Steigenberger otelinde bekleşen biz gazetecilere şöyle ulaştı.
Otelden çıkış için acele etmemize gerek kalmamıştı.
Sabah boşaltmamız söylenen odaları akşama kadar tutabilirdik, bagaj teslimi de akşam sularına çekilmişti.
Çünkü kalkışımız tehir ediliyordu.Bilgi bununla kısıtlıydı.Nasıl yorumlayacaktık şimdi bunu?
* * *
Aldı mı biz gazetecileri bir merak. Her şey haddinden fazla mı yolundaydı, yoksa umulandan kötü mü gidiyordu?
Uzaması, hayra alamet değildir genelde.
Tek ipucumuz, Davutoğlu’nun danışman heyetinde gözlediğimiz havaydı.
Yüzlerde saklanmayan bir rahatlık, keyifler ziyadesiyle yerinde...
Davutoğlu, AB liderleriyle akşam yemeğine kalıyordu.
Wiltcher’s Steigenberger otelinde, 17 Aralık 2004’teki tarihi zirveyi de yaşamıştım.
İpler kopma noktasına gelmiş, Başbakan Erdoğan rest çekip masayı terk etmişti.
Kıbrıs dayatması nedeniyle büyük bir krize girmişti görüşmeler.Uzun ve stresli bir geceydi, sinirler aşırı gerilmişti.
Ancak tam üyelik yönünde katılım müzakerelerinin başlamasıyla sonuçlanmıştı.
Erdoğan, elinde müthiş bir zaferle dönmüştü o zirveden.Benzer bir dönüm noktasında olabilirdik.
Davutoğlu, Brüksel’den yeni bir AB rüzgarı estirebilirdi.
Masada; Türkiye’ye vize muafiyeti, ilk etapta 3 milyar Avro olarak belirlenen maddi katkının arkasının nasıl getirileceği, geri kabul anlaşması ve mülteci geçişlerinin önlenmesine yönelik ortak eylem planı vardı bu kez.
Davutoğlu, katılım müzakerelerindeki blokajın kaldırılarak üyelik sürecimize hız kazandırılmasını da ilaveten masaya sürüyordu.
Bunun için şartları nereye kadar zorlayacaktı peki?
* * *
Anlaşma olursa AB, dış sınırlarının güvenliğini sağlayacaktı.
Türkiye de mülteci yükünü kısmen AB ile paylaşacak ve Schengen sistemine bir biçimde dahil olacaktı.
Fakat sorun, ayrıntılarda yatıyordu.AB tarafı, görüşmelerin kapsamını, mülteci krizini hal yoluna koyacak bir çözümle sınırlamaktan yanaydı.
Türkiye ise geniş anlamda üyelik müzakerelerinin parçası olarak ele alıyordu konuyu.
Paranın meblağına ya da vize muafiyeti karşılığında geri kabul anlaşmasına indirgemiyordu.
Bütüncül bir müzakere yürütülmesini bekliyordu.
Yani dar bir al-ver pazarlığı gibi değerlendirmeye karşıydı.
İşte bu yaklaşım farkı giderilebilecek miydi, giderilemeyecek miydi?
* * *
Anlaşmazlığın aşılamadığına da bağlanabilirdi görüşmelerin sarkması.
Anlaşmayı taçlandıracak bir kutlama yemeği yenmek istemesine de yorulabilirdi.
Başbakanlık ekibi ser verip sır vermiyordu.
Ama işlerin sarpa sardığına dair bir ifade de okunmuyordu yüzlerinden.
Tersine, iyimser ve gidişattan memnun bir renk taşıyordu dışlarına.
İstediklerini alacakmış gibi duruyorlardı.
Ketumlukları da ya ‘ne olur ne olmaz, son anda iş bozulabilir’ ihtiyatından.
Ya da sonucun sürpriz etkisini bozmama gayretinden gibiydi.
Müjdeyi Başbakan’a bırakıyor olmalıydılar.
Günün sonunda, iki tarafı da tatmin eden bir kazan-kazan anlaşmasına, bir mutlu sona varılabildiğini duyuracaktı belki.
* * *
Galiba bu zirveden, başta öngörülenden daha büyük bir şey çıkacak.
Pazar akşamı intikal etmişti Davutoğlu ve heyeti.
İner inmez, askeri havaalanından doğruca AB Daimi Temsilciliğimize gitmişti.
Alman Şansölyesi Merkel ve AB Dönem Başkanı Hollanda Başbakanı Rutte ile üçlü bir ön görüşme için.
O görüşmeden sabaha karşı 2 buçukta otele dönmesi, kritik şeyler döndüğünü gösteriyordu.
Çetin geçiyordu müzakereler, orası anlaşılıyordu.
Fakat somut bir sonuca çok yaklaşıldığı anlamına da gelebilirdi.
Her neydiyse nedeni, uçuş programımız yeniden ayarlandı, gece yarısına doğru havalanacak The Uçak.
Rötarın sırrı ise artık dönüş yolunda Başbakan’la söyleşide çözülecek.
Az daha sabır.
Paylaş