Paylaş
Başkent Bogota’nın harika peynirleri de var; yemyeşil dağları, ormanlık bir şehri, cıvıl cıvıl parkları, dereleri-tepeleri, İngiliz mimarisinde kırmızı tuğladan zarif binaları, 11 bin dolar civarında kişi başına milli geliri ve arabika çalısından harikulade kahve çekirdekleri var...
Erdoğan’ın Latin Amerika seyahati için bir seyrüsefer defteri açmıştım, Bogota’nın tüm bu sürprizlerini anlatacaktım bugün size.
Bizim şehirlerimizin hâlâ oturmuş bir mimari tarzı olmadığı gibi... Binalarımızı fosforlu Cevriye rüküşlüklerinden kurtaracak bir renk kodu da yok diyecektim. Bogota başarmış...
Gelin görün ki bunları konuşmaya sıra gelmeyecek yine.
***
Arkalarında, 220 binden fazla cana mal olan, 5 milyon insanı yerinden yurdundan eden, 50 yıllık bir terörle mücadele mazisi yatıyor...
Acılar, yıkımlar ve husumetler arasında hiyerarşi kurulamaz elbette, büyüğü küçüğü olmaz. Mukayese edecek değilim de, bizden daha az çekmedikleri aşikâr.
Barış masasına oturdular ve bizde nelere takılıyorsa taraflar, Kolombiya örneğinde de tıkanma noktaları aşağı yukarı aynı...
Yine de neden Hakan Fidan gibi bir ‘hızır’ üretmiyor süreçleri? Bogota mucizesinden düşse düşse nasibimize düşecek boyut bu...
Çünkü galiba biz, büyülü gerçekçiliğin anayurdu Kolombiya’dan, onun büyücü evladı Marquez’in sihirli roman dünyasından bile daha büyülü bir gerçeklik algısı içinde yaşıyoruz.
Onların, bizim kadar ‘hızır’lara tutunma ihtiyacı duymaması bundan belki de.
Her duygumuz tavus kuşunun tüyleri gibi tek tek açıp kabarmalı, her adımımız dramatik olmalı, her sözümüz Kafdağı’nın yücelerinde yankılanan bir gök gürlemesine dönmeli bizim.
Öfkemizi de, neşemizi de abartılı yaşamayı, hislerimizi içimizde büyüte büyüte bir sel tufanı halinde dışa taşırmayı seviyoruz. Bağırış çağırışlarımız, bir yakıp yıkma biçimi. Sansasyon insanlarıyız biz, parladı mı patlamış volkan gibi ağzından lavlar saçarak, ateşler püskürerek parlayanlardan...
Alçak frekansları kulaklarımız yakalayamadığından, gürültüsüz patırtısız anlaşmamız da mümkün olmuyor.
***
Havana’da, Küba’nın arabulduğu barış görüşmelerini hükümet adına eski bir komutanla eski bir polis şefi yürütüyor. Sol devrimci FARC’ı da örgütten iki isim temsil ediyor. Doğal seyrinde her şey, doğaüstü güçlerden ve olağanüstülüklerden uzak...
Münakaşaya tutuştukları, gerilip koptukları da oluyor. Ve her seferinde oturup baştan başlıyorlar. Yarım asırlık kan davasını bitirecekler ama yumurtlayan tavuk gıdaklaması kadar bile çıkmıyor tantanaları...
Biz de bir Çözüm Süreci’ndeyiz, fakat heyetlerin İmralı’ya her gidişi bir olay, her gelişi ayrı bir olay. Kosterin arızaya geçtiği günlerin olay katsayısı da, ‘hızır’ın imdada yetiştiği sıkışma anlarının çarpıntıları da ayrı...
Başarılı dokunuşlarından dolayı Hakan Fidan’ı nasıl mükafatlandırdığımızı alın... Gedayı bir gecede ağaya, ağayı bir gecede gedaya çeviren terfi-tenzil çarklarımız... Onu ‘MİT krizi’ denilen bir 7 Şubat’ta yıldızlar katına çıkardı, bir başka 7 Şubat’ta da madalyalarını, nişanlarını bir bir söküp yerin yedi kat dibine göndermek için dönüyor şimdi.
Göreve gelişiyle ayrı çalkalandık, gidişiyle ayrı çalkalanıyoruz.
Kahramanlaştırmaya bu kadar meraklı olup kahramanlarından bu kadar tez soğuyan bir başka topluluk var mıdır şu yeryüzünde?
***
“Tanrı, yıldızlarla oynar. Benim oyuncağımsa kelimeler” der Cemil Meriç.
Yıldızlar da kelimeler de kum tanesi... Yıldızlar adedince çok değillerse de milletçe bizim oyuncağımız da kahramanlar.
Başlıca hasletlerimizdendir, yorgun düşmüş kahramanlarımızla oynamaya bayılırız.
Birini daha atlı karınca sırtında göğe çıkarıp yere indirdik, Bogota’lılara nispetimiz olsun.
Paylaş