Paylaş
Rahmetli Erbakan’ın yasaklı olduğu dönemlerde Milli Görüş partilerinde uygulanan ‘tek adamcı’lığı ve ‘emanetçi’liği çok yanlış bulduğunu da biliyoruz.
Yenilikçiler, bu gerekçeyle yollarını ayırıp AK Parti’yi kurmamışlar mıydı?
Cumhurbaşkanlığına seçilip de genel başkanlığı Ahmet Davutoğlu’na devrederken de aynı fikirdeydi.
Davutoğlu’nun kendisine vekalet edecek bir ‘emanetçi’, AK Parti’nin de bir ‘tek adam partisi’ olmadığını üstüne basa basa ilan eden Erdoğan’ın kendisiydi.
‘Dava kişilerle kaim değil’ anlayışının, ‘ben değil biz’ şuurunun, perde arkasından parti idare etmeyi dürüst ve samimi bulmayışının veda konuşmasında önemli bir payı olduğu muhakkak.
Fakat Erdoğan’ın Özal tecrübesinden çıkardığı derslerin de ‘emanetçi’liğe ve ‘tek adamcı’lığa yüz vermemesinde ciddi bir etkisi olduğunu düşünüyorum.
***
Unutmayın ki rahmetli Özal, 1983 seçimlerinde yüzde 45’lerle iktidara gelmişti.Halkta müthiş bir karşılık bulmuştu Özal.
Darbeci generallere sivil, demokrat, dindar, vizyoner ve tonton bir alternatif olarak görülmüştü.
Sokakta sevilmenin ve benimsenmenin özgüveniyle siyasi yasakları kaldırıp kaldırmamayı referanduma götürmeye karar verdi.
Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş ve Bülent Ecevit yasaklı liderlerdi. 12 Eylülcüler tarafından siyasi faaliyetlerden men edilmişlerdi.
Ama aslında uzaktan kumanda ettikleri partiler ve ‘emanetçi’ genel başkanlarla siyasetin göbeğinde yer almaya devam ediyorlardı.
***
Darbenin lideri Evren Paşa bile yasakların artık kaldırılması gerektiğini savunmaya başlamıştı.
Çünkü yasaklı liderlerin hepsi taban tutmuş eski kurtlardı.
Siyasi yasakları propaganda malzemesi olarak kullanıyor, bu sayede isimlerini ve tabanlarını büyüterek demokrasi kahramanlığına oynuyorlardı.
Evren Paşa da yasakların onlara fazladan popülarite kazandırmasından çekiniyordu.
Kendince ‘İstismarı bitirmek’ istiyordu.Özal’ın gönlü ise rakip partilerdeki ‘emanetçi’ düzeninin bekasından yanaydı.
Büyük siyaset ustalarının sahneye geri dönmesini istemiyordu.
Ama bunu açık açık da söyleyemiyordu.
Düpedüz yasaklardan yanaydı ama yasakçı görünmekten de kaçınıyordu.
***
1987’de halka fikri soruldu.
Özal ve partisi ANAP, kâh karnından konuşarak kâh ‘no’ yazılı tişörtler giyip mırın kırın işaret dili kullanarak, gak guklarla ‘hayır’ kampanyası yürüttü.Sonuçta ‘evet’ oyları galip geldi, yüzde 50’nin biraz üstündeki bir çoğunluk oyuyla siyasi yasaklar kalktı.
Özal, ‘emanetçi’ takıntısı yüzünden kaybetmişti.İçinden başka dışından başka konuşmanın, ikili bir siyaset izlemenin, sahici bir demokrasi yerine ‘emanetçi’ tiyatrosunu niye savunduğunu anlatamamanın bedelini ödemişti.
***
Liderlerin artık yasaklıydım, izinliydim, raporluydum gibi bahanelere sığınamamaları ve boylarının ölçüsünü almaları için tabii ki yasakların kalkmasını arzuladığını söylerken aslında bal gibi yasakçıydı.
Fakat popülaritesine güveniyordu.
Halkın kendisini anlayışla karşılayacağına ikna olmuştu.
Ancak beklediği anlayışı görmedi, feci hüsrana uğradı.
Özal’a açtığı bütün krediye rağmen halk bu samimiyetsizliği cezalandırdı.
Aynı yıl apar topar erken seçime gitti Özal. Orada da oyları yüzde 36’ya düştü, notu 9 puan kırıldı.
Bu kırılmayı başka kırılmalar, bu yıkımı başka yıkımlar izledi. ANAP’ın oylarında baş aşağı erime sürdü, bir daha da toparlanamadı.
***
1989’da kendisini cumhurbaşkanlığına zor attı Özal.
Fakat ‘emanetçi’ merakı devam etti. Yerine Yıldırım Akbulut’u bıraktı.Üstüne Semra Özal’ın İstanbul il başkanlığı zorlamasıydı, oydu buydu derken partide isyan çıktı.
Mesut Yılmaz, Akbulut’u devirdi ve ANAP için sonun başlangıcı oldu.
Özal’ı ve ANAP’ı bu havaların mahvettiğini bilmeyenler, Erdoğan’a rağmen AK Parti’ye ‘emanetçi’liği ve ‘tek adamcı’lığı dayatıyor.
Neyse ki Erdoğan cemaziyelevveliyle biliyor siyaseti.
Hızlı Erdoğancılara kalsa partiyi batıracaklarının farkında.
Paylaş