Paylaş
İşte Amerikalılar!...
Gezi olaylarında ‘yöneten demokrasi’ olma beceresini sergileyemediğimiz için, işitmediğimiz laf kalmamıştı.
Bakın şu işe ki bizde kınadıkları her ne varsa hepsi, daha senesi çıkmadan başlarına geldi.
New York Times’ın, New York Times’dan da meşhur yazarı Thomas Friedman’ı bilirsiniz.
Bu zat, 3 ay öncesine kadar, işaret parmağını Ankara’ya doğru sallayıp “Demokrasi sadece sandık demek değildir ha” diyordu.
Sokağın tepkisini, iktidardaki ‘çoğunlukçu yönetim’ anlayışına bağlıyordu ki bu sakat anlayış bizim gibi çakma demokrasilere mahsustu.
Liberal, yani gerçek demokrasilerde her şey sandıktan ibaret olmazdı.
Friedman çok biliyordu, bizim gibi emekleme çağındaki Ortadoğu demokrasilerine, bu işte iyi olmanın gereklerini vaaz edecek kadar çok.
Tepemizde boza pişirmeye devam etti, ta ki Amerikan demokrasisinin yediği bir bozgunla ezberi dağılana kadar.
Son görüldüğünde, New York Times’da şöyle şeyler karalıyordu:
“Tehlikede olan Amerikan demokrasisidir, onun en temelindeki çoğunluk idaresi kuralıdır...”
“Bütün bunlar, Cumhuriyetçiler içindeki Çay Partisi denilen marjinal bir grubun sistemi tıkamasıdır...”
“Obama’yı beğenmeyenler, önce sandıktan çoğunluk olarak çıkıp gelsinler...
Çoğunluk kimse o yönetir bizde, çoğunluk olunca istediklerini yaparlar...”
Sonunda demokrasiyi, parmak hesabıyla basit oy sayımına indirgemesin mi hazret!
Aslına rücu eden bir tek dostumuz Friedman değil tabii ki.
Başkan Obama da fena patladı.
Laf aramızda sağlam da azarcıymış, kalayı bastı Cumhuriyetçilere.
Küçük ve fakat azgın bir azınlık olarak tarif ettiği hedef kitlesine karşı, makarayı şöyle koyuverdi:
“Çoğunluk iradesini esir almanıza müsaade etmem.
Tehditlerinize pabuç bırakmam, şantajlarınıza boyun eğmem.
Amerikan halkının başına silah dayamak, uzlaşma aramak değildir.
Bütçeyi rehin alarak zırnık siyasi fidye koparamazsınız benden.
Sizinle pazarlığa oturmamı bekliyorsanız, çok beklersiniz.
Bu maskaralığa derhal son verin”.
Vermediler daha... Başkan’ı çok kızdırdıklarının farkındalar ama demokratik haklarını kullandıklarını düşünüyorlar.
Neticede, her şeye ‘Evet’ demek zorunda değiller.
Kongre’de bütçesini bekletip hükümetin işleyişini kilitlediler. Harcama yaptırmayarak kamuda kepenkleri indirtiyorlar.
Kapanma süresi uzadıkça Başkan’ın nezaketi de zorlanıyor.
İster misiniz, Obama bu kez daha da kabalaşıp Çay Partisi’ndeki aşırılara ‘Üç-beş çapulcu’ desin!
Arkasını da Friedman getirip ‘Faiz lobisi hep bunlar, Obama’yı yedirtmeyiz’ deyiversin!
Bu devirde kimse işleyen demokrasi değil. ‘Benim’ diyen yalan söyler.
Alın size Amerikalılar! İsa’nın beyzbol sopası yok ki!
Af Örgütü’nün mazereti
TÜRKİYE şubesini, Af Örgütü’nün tarafsızlık ilkesini çiğnediği için eleştirmiştim.
Ülke ofisleri, prensipte kendi ülkelerindeki ihlallere bakamazdı.
Oysa, mesafeyi korumak yerine Gezi olaylarının parçası olup boğazına kadar bulaşmıştı bizimki...
Türkiye Direktörü Murat Çekiç’ten, Twitter marifetiyle bir tepki aldım.
“Türkiye ofisi olarak raporu biz yazmıyoruz. Okuyucularınızı yanlış bilgilendirmişsiniz. Belki düzeltirsiniz” demiş.
Aradım ama o cümleyi yazımda bulamadım. Gösterirlerse düzeltir, üste özür de dilerim.
Benim de kendilerinden bir ricam var yalnız.
Acaba “Türkiye’ye biber gazı satışının durdurulmasına yönelik çağrımız dünyada ses getirdi. Emniyet, milli biber gazı üretimi için çalışmalara başladı, seneye yerli firmalarla görüşecekler” türü ağırbaşlı tweet’leri de Londra ofisi mi atıyor?
Mısır’da darbecilerle mağdurlarının barışçıllığını birlikte sorgularken, Suriye’de Esad’la muhaliflerinin şiddetini aynı kefeye koyarken buradaki vandallıklara tek kelime etmeyen de onlar mı?
Yani, Twitter hesaplarındaki bütün o #DirenGezi yangınını da onlar mı yaptı? O ‘Yetişin’ yaygarasını da Londra’dakiler mi kopardı?
Paylaş