Paylaş
Adı Bana... El kadar cüssesi, kısık sesiyle Halep’teki katliamın narası oldu.
Yüz binlerin ölüm bekleyişini, sosyal medya hesabından dünyaya naklen izletiyor.
Son görüntüsü ve mesajı, bir kahır yumağı gibi gelip boğazıma oturdu.
Bilemedim ki o gece koruyamadığımız tek kız çocuğu olmayacak Bana, bilemedim ki duyamadığımız tek yardım çığlığı olmayacak onun ki...
Uğursuz gece bütün kasvetiyle çökecek üstümüze, katmerli bir acıya bürüyecek karanlığı...
Adana’dan da arşa bir utanç abidesi gibi yükselecek ‘Yok mu bizi kurtaran’ diyen çocuk iniltileri, bilemedim...
***
Yatağının kenarında bir köşeye sinmiş Bana. Çöktüğü yerden feryat ediyor ‘Lütfen biri beni korusun’ diye.
Fakat ne yardıma koşan ne bir koruyan...
Çocuk sesi boşlukta yankılanıp geri dönüyor.
Ha, yürek yangınları tutuşturmuyor mu?...
Ne ki ahlanıp vahlanmalar, bombardıman gürültülerine karışıp kayboluyor uğursuz gecelerin karanlığında.
HALEP YANIYOR DA YAKAN KİM?
Halep’in doğusundan haftalardır ölüm kokusu, bombardıman dumanları ve canhıraş çığlıklar tütüyor.
Son 2 haftanın bilançosuna bakın; havadan 2 bin saldırı, karadan 7 bin havan topu.
700 sivil öldü, sayı her saat artıyor. 2 bin yaralı var.
Hastaneler bile yerle bir. Şehirde sadece üç ekmek fırını ayakta kalmış.
300 bin kişi, 30 kilometrekarelik alana sıkışmış aç biilaç sırasını bekliyor.
7’sindeki kız çocuğu Bana, işte bu insanlık kıyametini duyurmaya çalışıyor bize.
Ama dünyanın vicdanı kör ve sağır.
Halep’te o gün insan başına kaç bomba düştüğü, kaç çocuğa kıyıldığı, bir şehrin anbean nasıl boğazlandığı haber oluyor da...
Eli kanlı katillerin üstüne gidilmiyor.
Kim bu melun bombaların sahibi, havadan ve karadan ölüm kusan bu makineler sahipsiz mi?
Neden teşhir edilmiyor bu çocukların katilleri, faili meçhul mü yoksa?
Putin’i göstermeyecek mi hâlâ havaya kalkan parmaklar, Esad’ın yüzüne çevrilmeyecek mi, İran’ın acımasız milislerini de mi işaret etmeyecek?
Korumasız çocuklara yetişemiyoruz, çaresizce izlemekten başka bir şey gelmiyor hadi elimizden...
Peki katilin adını da mı koyamıyoruz haykıra haykıra, failini de mi ifşa edemiyoruz?
HESABI SORULMADAN SABAH OLMAYACAK
Yemek masasında lokmalar boğazıma dizilmiş, Mehmet Âkif’in can yakan o yakarışı geçiyor içimden.
Sessizce mırıldanıyorum:
“Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
‘Yandık!’ diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun...”
Bilmiyorum ki daha bitmedi kara haberleri uğursuz gecenin.
Adana’dan, bu yürek yangınının üstüne bir yangın faciası haberi gelecek daha, bilmiyorum.
***
Ahşap bir kız yurdunda, yangın merdivenlerinin başında ölüme terk edilen çocukların hiç kaydedilmemiş yardım çığlıkları çınlıyor kulaklarımda.
Ne bir duyan oldu o feryatları ne bir koşan...
Ahşap yurt... Açılmayan yangın merdiveni kapısı... Kaçamayan kız çocukları... Duyulmayan ve hiçbir zaman duyulamayacak masum iniltileri...
Sorumlunun, sorumluların yüzüne doğrultamayacak mıyız yine parmaklarımızı?...
Yandığımızla mı kalacağız...
***
Gecenin karanlığında sakladıklarını bilememiş olabilirim.
Ama şunu çok iyi biliyorum; bu uğursuz gecenin sabahı, biz sebep olanlarla yüzleşmeden sökmeyecek.
Koruyamadığımız kız çocuklarının kanına girenlerin yakasına yapışmadan doğmayacak şafak.
Şairin yakarışını değiştiriyorum onun için:
Ya Rab, yok mu bu uğursuz gecenin failleri!
Paylaş