Paylaş
Zorlu Center’daki şanslı azınlık arasındaydım.
Başlık korkutmasın sizi, ‘Müslüman sol gibi’ derken fildişi kulesinde felsefe yapan, aralara zorlama mesaj sokuşturan bir işten söz etmiyorum.
Hikâyede yapaylık yok. Entelektüellik kasmıyor. Afaki değil, ayakları yerde.
Müslümanlıkla solculuğu barıştırmak gibi büyük iddialar da taşımıyor. Sinemanın boyunu aşan iri laflar etmeye de kalkışmıyor.
Fakat bunların hiçbirinden uzak da durmuyor. Hep o sınırlarda dolaşıyor.
Hayatın doğallığı ve sıcaklığı içinde bu ikisi, yani Müslümanlıkla solculuk ne kadar yan yana gelirse o kadar yan yana getiriyor.
* * *
Başlarda ‘sanki muhafazakâr AK Parti iktidarına selam mı çakıyor ne’ şüphesi uyandırabilir içinizde.
İlerledikçe o da kayboluyor. Hatta tersi bir sona doğru evrilmeye başlıyor.
Zaten sırrı, başıyla sonu arasındaki tezatta. Başı cami cemaatine göz kırpıyor, sonu ise devrimci sola saygı duruşu.
Sıradan halka, onun din kültürüne, Müslümanlık anlayışına ve yaşantısına tepeden bakmadığı, sırf güldürmek için yersiz iğnelemelere ve kanırtmacalara başvurmadığı, önyargısız ve halisane yaklaştığı için de sırıtmıyor çabası.
Müslümanlıkla sol fikriyat arasındaki buzları eriten tuhaf bir içtenliğe sahip.
* * *
Tam ne kastettiğimi izlemeden anlayamazsınız.
Yönetmeni Yüksel Aksu’nun film hakkında söyledikleri ancak film bittikten sonra kafamda bir yere oturdu.
Muhtemelen sizde de öyle olacak, filmi izledikten sonra zihninizde tamamlanacak bu yazı.
Çok karmaşık, çok girift bir örgüsü, çok kapalı, çok kabız bir anlatımı mı var, hayır.
Gayet açık, gayet sade, gayet yalın, gayet de anlaşılır akıyor.
Gözünüz yılmasın, zerre sıkmadan bir kaptırışta izletiyor kendini. Hızlı açılıyor, içine kolay çekiyor, rahat sürüklüyor.
Fakat yalınkat değil, o basitlik içinde çok katmanlı.
Ben çocukluk ramazanı çengeline takıldım. Susuzluktan dilimin damağıma yapıştığı kavurucu yaz sıcaklarında başlamıştım ilk orucumu tutmaya.
Cümbür cemaat beklenen top sesinden mahalle camisinde dönen teravih muhabbetlerine atmosfer olduğu gibi canlandırılmış.
Hoca karakteri tipik.
Küçük Efe, bütün heyecanları ve sabrı zorlamalarıyla orucun, çocuk ruhunda estirdiği fırtınaları şahane oynuyor.
Cem Yılmaz zaafları, erdemleri, ufak hesapçılıkları ve babacanlığıyla haza bir kasaba esnafı.
* * *
Ramazan orucuyla bir parantez açıp ölüm orucuyla kapatıyor film. O parantezin içinde de usta-çırak geleneğini anıyor, tutuculukla hoşgörünün en saf haliyle bir arada yaşadığı ve yakıştığı günlere götürüyor, 70’lerin sağ-sol çatışmasına ağıt yakıyor, ağa-ırgat ilişkisinin açmazlarına değiniyor ve bunda da pek başarılı oluyor.
Aslında galası bugün. Fakat önden izleyenler arasındaydım, Yüksel Aksu ile Elif Dağdeviren’in dostları kontenjanından.
“Yönetmen Yüksel Aksu, başrolde Cem Yılmaz, yapımcılarından biri de benim, karınla bekliyoruz” diyerek geri çevrilemeyecek bir davet yaptı Elif.
Yalnız, ‘küçük bir grupla özel ön gösterim’ olacağını söylemişti.
Küçük dediği grup Türkiye’nin özeti gibi bir topluluk çıktı. Sağdan, soldan ve ortadan bir davetli grubu.
‘Sol İlahiyat’ kapağına imza atmış sosyalist kültür dergisi Birikim’den Ömer Laçiner de vardı. Müslüman kimliğiyle kavgalı özenti ve komplekslere sertçe eleştirileriyle bilinen yazar Alev Alatlı da.
Filmin bütünlüğünü yansıtan bir izleyici toplanmıştı. Çünkü Ömer Laçiner’e de söyleyecek sözü vardı, Alev Alatlı’ya da.
* * *
Aşağı yukarı şöyle denebilir; abdestli kapitalizm, antiemperyalist Müslümanlar, sol ilahiyat, Müslüman sol ve benzeri kavramların filmi çekildi.
Ama aslında son dönem modası bu lafların hiçbiri geçmiyor filmde.
Ramazan oruçlarından ölüm oruçlarına uzanan bir yelpazede, ‘biz’e ait ne kadar çatışık, çelişik, karışık duygu varsa hepsi aynı anda izleyiciye geçiyor.
Olaya, Cengiz Özkan da bağlamasıyla dahil oluyor bir ara.
Benden bu kadar.
Paylaş