Paylaş
Başa geçme manasına cülus merasimi de diyebilirsiniz.
Kurucu lider Erdoğan, partisiyle helalleşti, ardında bıraktığı siyasi yol haritasını açıkladı ve beklentilerini sıraladı.
Davutoğlu da kendi dönemine önsöz sayılacak bir nutuk çekti, politika esaslarını ortaya koydu, genel başkanlıkta siftah yaptı.
Konuşmaları izlediniz, kaçırdıysanız bugünkü gazetelerden okursunuz.
Ben size asıl yüzlerden bahsetmek istiyorum.
* * *
Tek tek projektör tuttum, ‘zoom’ yaparak yakınlarına girdim, birer birer markaja aldım, bakışlarındaki manayı büyüteçle taradım.
Kadrajıma giren yüzler ne anlatıyordu? Keder ve hüzün çizgileri çıkmış mıydı dışarı, gelecek kaygısı okunuyor muydu gözlerinde, Erdoğan’ı uğurlamanın burukluğu, sen-ben kırgınlığının izleri var mıydı hatlarında?
Yüzlerden düşen bin parça mıydı yani? Kaybetmişlik psikolojisi seziliyor muydu kimsenin üzerinde?
Çatık kaşlar, asık ve buruşuk suratlar, sirke satar gibi ekşitilmiş yüzler, zoraki gülümsemeler, bozukluk ve tatsızlık emareleri aradım.
Daha açık yazayım, küskünlük belirtileri yakalamaya çalıştım her birinde.
Derinlerde akan bir huzursuzluk, bir kötümserlik, bir karamsarlık...
* * *
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, rahat ve vakur görünüyordu. Tadı tuzu yerindeydi. Evet ağzı kulaklarında değildi ama keyifsizce kurularak tavır da yapmıyordu.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, ihtiyatlı iyimserlik bekleyişini sürdürürken takıldı radarıma. Temkini elden bırakmıyordu.
Ben kaçırdım, şahitlere göre Binali Yıldırım, muzip bakışlar atmaya devam ediyordu etrafa. O gün kürsüde konuşan kendisi de olabilirdi, bir parça yaklaşmıştı, ona rağmen serinkanlıydı. Kasmıyor, gerilmiyordu dinlerken.
Müstakbel kabinede bakan adayı Yalçın Akdoğan’ın ise gözlerinin içi gülüyordu. Anlaşılabilir sebeplerle...
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, yeni duruma çoktan intibak sağlamış, gelen başbakan nezdinde pırıltısını kaybetmemeye odaklanırcasına dalgın dalgın çevreyi kesiyordu.
Tercihini Abdullah Gül’den yana kullanan Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, her zamanki müzmin mütevekkil halleriyle oturuyordu. Pürneşe değil durgundu ama yüzünden bir şey anlamak da zordu.
Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, mutat olduğu üzere “Karar verildi, tartışma bitmiş, konu kapanmıştır, partim ne derse o” modundayken...
Dikkat kesildim, Davutoğlu konuşurken Nabi Avcı’nın gözbebekleri parlıyordu.
Efkan Ala’yı bir yıldız gibi ışıldarken gördüm. Keyfine diyecek yoktu.
Tribünler ‘ikinci yeni’yi benimsemiş, kıpır kıpır, capcanlı ve ışıltılıydı, yerinde duramıyordu.
Davutoğlu’nun oylamada, neredeyse tek fire vermeden tulum çıkaracağı belliydi salonun havasından.
* * *
Hadi kabul edelim, bu adamlar ve kadınlar, eski siyaset sınıfına benzemiyor.
Alışık olduğumuz çehreler değil bunlar.
Baş koltuk el değiştirdi diye ne gözlerinin feri gidiyor, ne ışığı sönüyor, ne de dünyası kararıyor kimsenin...
Melul bakan yok salonda; feleği şaşan, yas tutan, karalar bağlayan, dokunsan ağlayacak kadar hırslanmış ya da burnundan soluyan...
Hadi kabul edelim, sevmeseniz de bu adamlar ve kadınlar, evvelkilerden farklı.
Davutoğlu’nun yerinde başkasını görmek isteyen, belki talihin kendisine güleceğini düşünen, gönlünde değişik bir tasarım yatan ya da açıktan bir öteki isme destek vermiş olanlar olmaz mı?
Vardı ve belki ağızlarının tadı da kaçmıştı.
Dışarıya renk vermemek için duygularını bastırmış da olabilirler. İnsanlık halidir...
Ama hadi itiraf edelim, bu barışıklığı beklemiyorduk.
* * *
Eylül başında CHP kurultayı toplanıyor. Darısı orada kazanan ve kaybedenlerin başına.
Paylaş